ISLIK
yalnızlığın sınırı yoktu...
susardım gecenin utangaç yüzüne bakıp, dilimde
sık sık hece burkulması; seslenirdim
komşu bahçedeki cevize. ahşap tekneyle
gözlerine yanaşırdım bahçenin sevinirdi.
"aynalar yalan söylemezdi" bilirdim.
pabuçları bağlı sabahlar çok erken kalkıp
silerdi yüzümden geceyi. sapsarı bi'gül-
den yaprak yaprak düşerdim, elbette
biri görse gülkurusuna dönerdim yerde.
sızıp kalırdı sabahın koynunda ayyaş
şarap testileri/ saçları erken ağaran gün/
kırık saplı bardak/ gecenin teri
tütün kokulu elleri masanın ve önümde hiç
sesi çıkmayan mezesi tükenmiş porselen tabak...
zamanı görmüştüm, çırılçıplaktı...
akmasını beceremedim kimselerin üstüne.
çığlığın hızıyla yarışan su
daha önceden gelip silmişti azgın
nehirleri içimden. acıyı tenimle söndürmüştüm.
yalnızlığın üvey kardeşiydi sessizlik;
kimi üstüne giyerdi/ kimi bırakıp giderdi/ kimi...
nar tanesi gibi ağzımın içine düşerdi kıpkırmızı
teni beyazladıktan sonra gülüp oynadığım kar;
çocuklar'la şimdi soğuğa teslim ettik ellerimizi.
hayat unutulmuş sevinçlerle yüklü bi'ıslık
değil mi sanki, üfleyip
geçiverdim işte içinden...