dağınık destan
her göç, lime lime böler uykunu
sıyırmak için zamanı varlığından
çünkü gece yalıtılmış bir evren maketi
yani felaket tellallığı yapan nurten teyzenin bitmeyen örgüsü
abaküslerin sayamadığı sonsuzluk
neden kırdılar alfabeni desem
başını öne eğip
anlatıyordun yaşanmamış bir aşkın girintilerini
neden deldin duvarlarını desem
celallenip cinnetler diziyordun histerik bir gecenin kıyısına
oysa soruların çengelinde kurutuyordun sutyenlerini
yaşamı kollarında hissediyordun
ip vardı
aşk vardı
sevişmelerin ter kokteyli vardı
ama senin aradığın başka
bilmediğin dillerde intihar etmişsin de cesedini tanımlayamamışız gibi
göçtün
geride kaldı aynan, kol saatin, tarağın
her kadının sahip olduğu şeyler,
sanki senin lügatinde bir anlam kaymasına uğruyordu
bu yüzden sana mecaz demiştim ben
mecazlı aşklar eriten tuz parçası
oysa hiç karışmamıştın denizle
hiç bulanmamıştın maviye
hayret, gözlerindeki bu tuz yaraları hangi sevişmeden kalma
dediğimde kapının eşikten akan kanını gördün sen
hiç de yeri değildi hani
bütün görüntüler karıncalıydı
her göç, bir derinlik taşır içinde
dediğimde taşmıştı akvaryum
halının üstünde balık ölüleri
sahi, nereden bilebilirdi bir balık
denizin gidip de gelmeyeceğini
sen en iyisi bunları hiç yazılmamış say!