muallak
nehirlere konuşan kâhinleri beklemişti doğa
adını sakladığın sinema biletlerinde
hep sana biçilmişti öpücüklü ayrılış sahneleri
anlamı yoktur ânın
anlamı yoktur karanlığa konan renkli bir gökkuşağının
sebiller süzer hayat kanındaki düğünden
yokluğun vücudunda damar tutulması
güneş sıkışması
ay çarpıntısı
kelebeklerin kanadına yapışan çürümüş alfabe artıkları
çok şey anlatmak isterken
hiçbir güvercine yem bulamama korkusu
kokusu şehrin
sokakların ve çocukların işediği duvar haritası
ömrün krokisine attığım çizik
verandalarda kuruyan erik suretleri
hayatı kızıla boyayan bu akşam bekleyişleri
son kuşlar da göçtü
sevincine diktiğim nazar boncuğu
uzaklara koşacak bir seher mevsimi
hıçkırıkla kaplayacak defterini
yine de her sabah sahanda yumurta
bir bardak çay
ve yeşil, acı suyu geçmişin
balkonda yarana sıkıca sardığın piyano teli
oysa müziğin ruha gıda olduğu söylencesi
kemirirdi hep gözlerini
bu yüzden galata kulesi'ne bakarken gözlerin kamaşırdı
senin kurgularındı kule
senin karanlığındı şehre sinen her gece
kâhin bekliyor hâlâ
nehrin usulca denize karışmasını
dokunduğun lambalardaki cin
tek şey istiyordu senden:
susarak konuşmayı dene
ve kâhin bu notu buluyordu
otomobillerin benzin kustuğu
bir istasyon tuvaletinde