YALNIZLIK DA YORAR
Ağzım ve parmaklarım tütün kokuyor.
Geceler ölü bir kuş gibi düşüyor çatı katı odama.
Yalnızlığım büyüdükçe büyüyor.
Acıtan bir türkü gibi içimi çizerek geçip gitti baharlar.
Önce akasya ağaçlarım kurudu, sonra kumrular, kırlangıçlar terk etti beni.
Taze çağla kokulu sabahlarım yok artık.
Birlikte kurduğumuz kalabalık sofralar da…
Tabağımdaki yemeği didikleyip duruyorum huysuz çocuklar gibi.
Sürahideki su da eksilmiyor hiç.
Hep aynı köşede bir başıma oturmaktan, okumaktan, susmaktan yoruldum.
Evin duvarlarına, pencerelere, perdelere bakmaktan ve ölümü beklemekten yoruldum.
Bir tek, birlikte eskidiğimiz eşyalar farkımda benim. Ansızın bir çatırtı geliyor birinden, tanıyorum hemen. Dönüp bakıyorum. Bu vitrinin sesi, bu mutfak dolabının sesi, bu televizyonun, bu da aynanın, diyorum. Eşyaların da sesi varmış, öğrendim…
Bütün gece koca salonda bir başıma otururken, aynı anda dünya üzerinde milyonlarca gözün ve beynin uyuduğunu, milyonlarca elin de durmaksızın çalıştığını düşünüyorum.Aynı anda milyonlarca beden sevişiyor, milyonlarca insan kavga ediyor. Kavuşanlar gülerken, ayrılanlar ağlıyor.
Tetikler çekiliyor bir yerlerde, yumruklar sıkılıyor. Akbabalar didikliyor genç bir kızın etini. Oynak bıçakların, paslı zincirlerin tutsaklığında milyonlarca beden ve ruh can çekişiyor. Savaşların, anlaşmazlıkların içine binlerce masum çocuk doğuyor. Avcılar pusuda, nefret tohumları ekiyorlar kuytulara. Yoksulluğun kokusu her yerde ölüm…
Daha sonra dantelli odalarında dayak yiyen, horlanan, ardından da ayrıcalıklı bir sevişmeye zorlanan kendi kadınlarımızı düşünüyorum. Güneşe koşarken yüreğinden vurulan mutsuz kadınları…Evet, yanılmıyorsunuz. Siz kadınlardan söz ediyorum. Sizler ki tüm mutsuzluğunuza karşın, beni ve benim gibi zincirlerini kırmayı başarabilenleri, hoyrat kocalarınızdan ve genç sevgililerinizden kıskanıp, haksız bir yalnızlığa mahkum ettiniz.
Oysa salkım söğütlerin gölgesinden ya da bol kahkahalı beş çaylarında çıkıp gelmemiştim aranıza. Maskem yok. Sizin yaşadıklarınızı yaşayarak, insanın insana kul olmadığı özgür bir dünya kurabilmek ve insanı kardeşçe duygular içinde geleceğe taşıyabilmek için upuzun bir yoldan, taşlı coplu meydanlardan geçerek geldim yanınıza.
Sessizce soğuttum acılarımı. Yaralarımı üzerimde kuruttum. Ayyaş gecelerin ürküten deli naralarını çatılara, yağmur oluklarına, kaldırım taşlarına sakladım. Hiç birini duymadınız, bilmediniz siz… Anlamadınız da…
Aslında yüze söyleyemediğim şeyler iğrenti bir böcek gibi içimde duruyor. Öfkem dişlerimin arasında. Ağzım kerpeten. Yüze vurmak olmaz. Her şeye rağmen seviyorum sizleri. Ama yalnızlık da yorarmış, öğrendim!...
Saat gece yarısını çoktan geçti. Işığı söndürüp yatağa giriyorum.
Başımı yastığa koyduğum gibi uykunun gelmeyeceğini biliyorum.
Yaşamın kılçıkları önümde.
Ağzım ve parmaklarım tütün kokuyor.
Gök gözlü şair kızın söylediği sözü, yeniden duyar gibi oluyorum.
“Aşk YOK, acı da YOK!” diyor.
Bir sıcak, bir soğuk gülümsüyorum karanlığa.
Aşk; mahşerde bile vuslatı olmayan umutsuz sevdam…
Yine de yarına uyanmak için şimdi uyumak gerek…
Nursel ARAS
01.02.2007 / Bursa
Nursel ARAS