TOHUM
gecenin ötesinde sarsıldı zaman, yerküre
simgesel, arı, sessiz bir hikaye.
bizans kalelerinin gökteki izdüşümlerine
haykırdı hazin yüzlü bir taşra ressamı
son provayı tekrarlayan fırçasıyla
düğmelemişti ilmekleri tek tek sabırla.
menderesler çizen ırmağın suya yansıyan
gri haykırışlarına.
buruk bir yalnızlık diye düşünmüştü
tarihin zamana kayıtsızlığını.
tavus kuşunun kuyruğundaki gülümsemeye
iliştirdi alın çizgilerinden dökülen
babil tabletlerini.
çivilere muhtaç kan pıhtısı, tahta
kurularına inandırıcı gelmeyen çarmıh,
tarihsel sezgi ...
nefesini tutdu keşişlerin duvar
diplerinde okudukları ayinlere,
inandırcı gelmese de bir rahibeyle
sevişti kavak tüyünün üzerinde.
yorgun düştü,
bir meleğin dikenli tele sarılı
gölgesinde.
ayın geceye döndüğü kaskatı
bedeninde fışkırdı kelimeler
gözlerinden, seslendi tilki
kulaklarıyla: hadi ne duruyorsun,
yaz tanrının düşlerini gökteki
yalnızlığına, diye!
ama yapamadı, yaralı bir akbabanın
sırtında taşıdı yıkık köprüleri.
dolaştı dünyayı, güneşin kördüğümlerini,
bulutlardan kopardığı hezeyanları.
inanmıştı ölünce yeniden dirileceğine.
tufanı bekledi kanlı elleriyle.
sıvazladı vijdanını, ahşap bir
masada oturdu çıldıran sessizliğiyle.
yağmur damlalarına inat anlattı
hasetinden çatlayan, yeniyetme bir tohuma
korkunç acınası gerçekleri.