DALAŞ SAATİ
‘
zaman
başak tutmuş tenha bir saattir yağmuruna dur ruh atlasının
gölgesiz rüyalarda yıka ellerini
ben rengimi tutar gelirim ülkelerin suretine
gecenin dikeniyle patlatırım içimdeki güneşi
okuduğum ateşten yapraklarıyla uyanırım dünyanın
kanımda kutsanan saat gelir sesin sütunlarına dayanırım
cebimizde eskiyen bahardan mıdır
hercai kavgamız rüzgar dalaşı gibi geçti gitti
‘
gece sıvanır tutar teni
ayı çatlatır huş konakları yıkılır
rengi çekilir söz duvarlarının
ve çiçek sepkeni duygu ıslatır göğsü
kimse bilmez balçığına katıştığımızı çömlek tacirlerinin türküsünü
aşkın kozasında
ürkek şiirler ören hüznün özü uçtu
poyraz açıldı söz uçtu
ve taştıkça melek mendillerine kanayan gözlerimiz
dilde sürtünen kelimelerin
kıvılcımlarını yutup yattık
‘
erguvan sessizliği bulvarlar
ukdemizde kan kaybediyor
gözlerini karartıyor içimizdeki denizlerin
sessizliği ezberleten tercüman
lavanta süpürülen evimizde bil ne okudu
medeniyet konçertosunu çok saf okudu
‘
uykusu
serçe sekişine bağlı beden
sağanağa takılmış şafağın ipliğidir
ki aynalarda çözülen yüzümüz akar sonsuza
hıçkırıklara dökülmüş bahardır
sistir önümüzün balkımaları
‘
geceyi geren kirpiğim
uysallığı savunmasıyla saplanır göz akına
uyandıkça kanlanır toprak
uyanmasam renk çalgını sokakların ışıkları
etimden kapanacak
‘
(ellerim papatya gürültüsü)
beton günlükler asıldıkça uyku duvarlarına
karanlık ekilmiş bahçede kederli buketler satılır
‘
gün yeli
uzaklardan çözülen ateş
kuşhanelere sığındıran ateş
yarasa labirentlerinde dolaştırır
ve köpüren motor seslerini sessizliğin makasından ayırtıp
uçsuz kıvrımlar uzatır hayata
yankılar estirir içimize dışımıza
‘
ay’ı
tenine sürmüş bir ırmak gibi habersiz düşler
suskunluğu çağıldayan toprağın gözlerine uyuştu ölmek
ve bakışın çerağı yıldızlardan kopan ateşli dünyada
nilüfer çehresinden uzak bir uyku kımıldanışımız
derin sarı bir uyanış bitimsiz bakışımız
ateş budayan bahçıvan
terleten bir renk asıyor sokaklara
loşlukta tebessümleri çekiliyor mekanların
kırışan güneş vuruyor penceremize
perdelerimize gece toplanıyor
3
‘
Akasyalar
açmaz çağın eğrilişinden
arılar yoksun şimdi semazenlerinden
‘
toprağa gerinmiş metropol
derin bir yara
dizlerimden inmiş ömrün sahillerine doğru kanayan
‘
gecenin yazıtlarından sökülmüş matem
yaslanır kalbin mihrabına
hisler durulur inziva saatlerinde
‘
gömleği gergefinde dokutan misyon
vaktin dehlizlerinde ışıyan bıçak gibi
alında hüznün dokusuyla dursun mu bu hayat
akşama toplanan
ışıklar kadar munis yüzümüz
sızıyor karanlığın duvarlarından