SON DEĞİLMİŞ; EYLÜL YİNE
gong!
: 7.30
: saat ayarı!
çürümüş mürdüm eriklerine arılar üşüşmeden
iri dikenli güllere dokunuşunuz geçiyor şimşirlerin üstünden
sabahın beyazlığı hâlâ yaz, içimde dolanan
sizsiniz, yüzüme vuran aydınlık
kış ormanında bulduğum sıcak kulübe
içindeki vurgunla büyüyor sünger
sanırım siz, yazılmış tarihlere kaçan bir kraliçeydiniz
sonra yoktunuz çünkü; etek uçlarınızdan esen rüzgâr, üşümüş kumsal
tek kişilik tortu: telve ve karpuz çekirdekleri, gecenin uzunluğu
yol göstermiştim, mutfak camını zorlayan yusufçuğa
ölseniz ölürdüm, tazecikti kanatlarınız, yolunuz açık olsun
: 13.00
: ajans haberleri!
tırnaklarımın arasına dolan kullanılmamış günlerden önce
özgürlük meydanına sırtını dönmüş, önden kopçalı
iki mermer anıtın tülünü açarken hatırlıyorum parmaklarımı
yüzünüzü geçen serin akıntı boğmamıştı henüz sizi
ve cinayet yeri saymıyordunuz henüz göğüslerinizin ucunu
karşı kaldırım kadar uzaktı şehir; bomba tayyareleri, topçu ateşi
kadar uzaktı, İskenderiye’deki iki yüz ingiliz esir
bir düğüm daha atıyormuşum meğer düğümlerinizin üstüne
Ortaşark’tan tebliğler: ah, gözlerinize düşen çöl ve şehir tiyatrosu
: 22.00
: radyo salon orkestrası
buzlu bira, halis kahve, inhisar şarabı
sizi saadete götüren pudranın rengi ne
ve vadesiz varlığınızın sırrı