ANNEM: UZAK SIĞINAKTAKİ YARALI ASKER
Balkanlı bir müslümanın adapazarı seramiği
kırılacak görünüyor, varsıl düşleri unutulmayan
beş çocuklu tek odalı hacıhüsrev eşiklerinde... Nasıl bulur
bir başka hayatı yaşlılık büyücüsüne devredilen yakacık zamanına?
Menekşe seven balkonların tanıklığında dolapdere'li nihavent
akşamlara çakılı hasret. Akran telaşı, komşu gizi, karabasan,
evlat uzaklıkları: Küskünlük, umarsızlık, 'ben' çöküşleri...
Hepsini tek düşe dönüştürmüş annemin kül çekmeceleri.
Artık yer sofrasına sığmıyor çocuklar. Çocuk da kim, çocuk ner'de?
Herkes kendi yanlışının peşinde ruh yaşlandırıyor.
Kaç yıldır yeni fotoğraf yok beş çocuğun ortasında. Sarılık
renklenememiş bir harita gibi ebemkuşağı kovalıyor. Her kaçış ölmüş
bir kocanın din inadına çarpıyor aynı kapıda. Yalnızlık el bombası,
ıssızlığa düşüyor. Patlamayı unutup, katlanmayı unutup
onu seviyormuş gibi yapıyor.
Hüzün kırılıyor, çenesi kırılıyor, umudu kırılıyor.
Umar yüreğine tutunuyor kırılırken: Düşük hüzün, düşük çene, düşük umut
ve kaç düşük çocuk. Yakın kan bağı. Bağ gidiyor kan kalıyor.
Annem evham ve kokular kölesiydi, öyle kalıyor. Her yer börtü böcek.
Börtü böcek ve bütün inançlar sabah ölüp akşam diriliyor. En uzun ibadet
yatsı vakti bir mağara uçuşu. Duvardan duvara hayırdua. Sonra rutubet,
üşümeler, küf... Üç ayaklı çiçekliğin ardına saklanmış torun yüzleri.
Ah! Onlar da olmasa, onlar da olmasa sanki taş devri...
Annemin ruhu: Konuksuz ev. Kesik telefon. Hangi tanrı irem vaadiyle,
sızsa kapı altından ulaşamıyor yalnızlığın görkemli tahtına.
Annem uzak sığınakta yaralı asker
izi bulunamıyor...
Aziz Kemal Hızıroğlu
Üç Nokta Dergisi Ocak-Şubat 2002 sayısı