1- SUNU
Yaşamı dert ediniyorsanız, kültürel olanı da dert edinmek zorundasınız. Bu bakış açısı, büyük açılımlar getirebilir insana. Sordurur, sorgulatır, eylemsizlıkten eyleme geçmeye itebilir her toplumsal özneyi. Sorun, işte bunun olamayışı. Çünkü günümüzde böyle düşünülmüyor. Kimse, ötekinin iyiliği için kurmuyor kendini. Hiçbir dönemde Türkiye insanı bu denli bireyci olmamış; bu denli kendiliğinden bir yaşam sürdürmemiştir. 1970'li yıllarda oluşmaya başlamış olan bilinç yapılanması, şimdilerde bütünüyle yitmiş; insandan, onun geleceğinden yana hiçbir kıpırtı kalmamış görünüyor. İnsanın geri çekilmesi değil, düpedüz kaybolmasıyla karşı karşıyayız. Toplumun genel görünümü bu olunca, bütün sorumluluk kendiliğinden aydınlara, aydın sanatçılara yüklenmektir. Bu kesime baktığımızda da, durum hiç umut verici değil. Genelde; romanlara, hikâyelere, şiirlere bakmak, yeterince açıklayıcı olsa gerek. Sorunu şiir üzerinden değerlendirdiğinizde, toplumdan; daha doğrusu toplumun ideolojik, politik, kültürel ve ekonomik sorunlarından kopuk bir şair tipiyle karşılaşırsınız. Eğer böyle olmasa kültürel yaşamın özneleri (şairler) etik, estetik ve ideolojik ilkesizlikler içerisinde olmazdı. Bu da, şiirin bütün kalelerinin düşmesine neden oluyor. Edebiyat ortamındaki bu işleyiş, gün geçtikçe pekişen bir güvensizliği oluşturuyor. Ürkütücü bir çıkışsızlık bu.
Oysa şiirin öncelikle öğrettiği 'şey' şairinin kendini, kendi düzeyini fark etmesi olmalıdır. Eğer bu başarılabilse, kendisiyle yüzleşmeyi başarabilen bi şair tipinin oluşma süreci başlayacak. Bu, giderek şiirin bir görgü işi olduğunun anlaşılmasını sağlayacak. O durumda, sadece kendi için değil, başkaları için de şiir yazmanın sorumluluğu üstlenilecek. Ancak o zaman, yaşaffi1n gereksindiği şiir fark edilebilecek. Turgut Uyar'ların, Cemal Süreya'ların; çok iyimser biçimde, genç şairlerin kendilerinden başlayan bir şiir yazdıklarını söylemeleri, bugün pek doğrulanmıyor bana kalırsa. Yoksa Cemal Süreya'nın Üvercinka'daki şiirlerini yirmi beş yaşın altındayken yazmasının bir öğreticiliği olurdu. Sonra Attila İlhan'nın, Edip Cansever'in, Turgut Uyar'ın, Ece Ayhan'ın, Ülkü Tamer'in Sezai Karakoç'un çıkışlarının bir öğreticiliği olmalı. Şairini doğuran, onu kanatlandıran şiirlerin öğreticiliğinden geçilmeliydi. Sonra bu şiirin kendi okuyucusunu oluşturma süreci başlayacaktı doğal olarak. Bugün, tezgahtar kızların Cemal Süreya okuduklarını görmek kimseyi şaşırtmamalı. Oktay Rifat'ın saptamasıyla; şairini ve okuyucusunu var eden şiir; gerçeği de yeniden oluşturup tanımlamalıdır. Bu da insandan ve onun geleceğinden yana olan, hep söylediğim gibi, bir gelecek tasarımı ve yaşam biçimi öneren şiire vardırmalıydı. O görgünün bir Ürünü olmalı yazılan şiir. Bu sözler şiiire yeni başlamış gençlere söyleniyor sanılmasın. Onları da ilgilendirmeli elbette; bir erken uyaı! daha çok. Asıl, geçen onca zamana karşın bu şiir birikimini dönüştüremeyen, birkaç kitaba ulaşmış şairlere sözüm. İçten olunmalı bu konuda, hırçın bir yontucu olarak kendinden işe koyulmalı şair. Elbette bilinmeli bunlar. "ilim kendin bilmektir" diyor ya Yunus Emre; öyle işte. Ama olmuyor. "Bir sorumlu aranacaksa, elbette ilk us'a gelen şair özne olacaktır. Şiir yazma adına, onun gösterdiği eylemlilik, şiirin gereksindiği bir tutarlılığı içermiyor çünkü. Artık şiire adanmış bir ömür sürdürmüyor şairler. Şiir yazmanın gerektirdiği donanımı edinmek gibi bir sorunları da yok. Şiir yazmada bilinen tekniklerin, bunların alışılmış ve en kolay olanını kullanmakla yetiniyorlar." demiştim 2003 yılı şiirini değerlendirirken. Örneklerin aşkın olmayışı, onlar üzerinden doğruyu düşündürecek bir tartışma süreci de başlatamıyor. Bu nedenle, önceki yıllarda olduğu gibi, şiir cephesinde yeni bir şey yok. Şiirin açmazları, yaşamın açmazlarıyla kördüğüm olmuş durumda. Bu, yaşamda yapılamayan bütün değişikleri şiirde; yani imgelemde yapabilme olanağı verir şaire. İşte o şiirin yazılmadığını görmek gerekiyor. Bu noktadan başlamayan şair, ister istemez, yaşamdan soyutlanmış ve iyice kitabileşmiş bir şiir yazmakla yetiniyor. Onca yıldır Türk şiirinin Sisiphos Efsanesi'ne dönüşünün nedeni budur. Öte yandan; "Günümüzde sanatsal yaratıları tartışmak gittikçe zorlaşıyor. Çünkü, üretim ilişkileri, toplumsal ilişkilenmeler, Pazar ekonomisinin gözetilmesi, sınıfsal çıkarlar, medyatik yapılanma; şair öznenin kariyerizmi, popülizmi, eyyamcılığı, pragmatizmi... içinden çıkılması zor, karmaşık bir yapı oluşturmuş durumda. Görünen o, şiir üzerinden yapılacak bir tartışma, bütün bu alanları içermek zorunda," Geçen yıla ilişkin bu saptama, pekişerek belirleyici olmaya devam ediyor. Bütün bunları görmezlikten gelerek, günümüz şairinden ve şiirinden umutlu olunması gerektiğini söyleyenler çıkabilir. Dikkat edilirse, o kişilerin genelleyerek söylemeye çalıştıkları şey; aslında kendi şiirlerini savunmaktan başka bir şey değil. Bu doğal görünse de; aslında öyle değil. Asıl olan, şiirden yana, şairin kendini yıkmasıdır. Bunu becerebiliyorsa, şair kendi küllerinden yeniden doğabilecektir. Gerçekte var olma süreci de o zaman başlayacaktır.
Şiirde, büyük kopuşlar, sıçramalar elbette birden bire olamaz. Böyle bir beklentim de yok. Ama en azından bunun olabileceğine ilişkin uçları görebilmek istiyor insan. Çünkü bunu sağlayacak bir şÜt bilgisi birikimi, kendiliğinden de olsa, var. Bunun dönüştürülmesi sürecinin başlamaması, bana anlaşılır gelmiyor. İzlediğim dergilerde yayımlanan binlerce şiir, bir yanılgıyı pekiştirmenin ötesine geçemiyor nedense. Bu durum; şiirin geleceğini imleyen, aktığı yönü belirleyen bir seçki (yıllık) yapmayı olanaksızlaştırıyor. İster istemez, var olanı saptamakla yetinmek zorunda kalıyor insan. Bu çaba, şiirdeki o ürkütücü durağanlığın fark edilmesini sağlasa yeter diyorum. Unutmamak gerekir ki değişmeyen şey çürür; daha doğrusu, çürüyerek ölür.
2002 ve 2003 Şiir Yıllıklarında Türk şiirinin bir fotoğrafını ortaya koyduğumu belirttim hep. Yıllık deyince, alınan şiirlerin yılın en iyileri oldukları anlaşıldı, elbette o özen gösterildi. Şiir düzeyi düşünüldüğünde, öyle olmadığı da oldukça açık. Bu durumda asıl amaç Türk şiirindeki çizgileri, en az, bir ya da iki örnekle gösterebilmek oldu. Bu yıl da yaptığım bu. Çünkü Türk şiirini yönlendirmeyi sağlayacak kanallar henüz belirginleşmiş değil. Öte yandan, bir yılın şiirine bakarak bunu yapmak olanaksız. Yıllıktaki şiirler, şiirimize bakışın, yapılan bu çalışmanın birer örneği aslında. Bu nedenle de geniş tutuldu. Bu açıdan bakıldığında, birlikte dşünmek için bir ön hazırlık da denilebilir bu yıllığa.
Söylediklerimin nesnel lması için, izlediğim dergilerdeki bütün şiirlerin fotokopilerini aldım. Böylece, her şairin yıl içerisinde yayımladığı bütün şiiri bir arada görme olanağı sağladım kendime. Bu, şairleri kendileriyle ve diğerleriyle karşılaştırarak değerlendirmem yardımcı oldu. Bir nesnellik de kazandırdı bu. Gönül rahatlığıyla; ama üzülerek, " Günümüz Türk şÜt bu işte." diyebiliyorum. Ne yazık ki ustalara borcunu ödeyemeyen ve yaşamla yüzleşemeyen; görgüden yoksun bir şiir yazılıyor.
"Bütün dünya tutuştuğu anda ateş insanı yakmaz demenin hiçbir anlamı yoktur." Anlayacağınız, amaç dünyanın tutuşmasını engellemek. Çünkü şiirin bu gücü var.
Bu şiir yıllığını hazırlarken bana yardımcı olan şiir tutkunu dostlarıma, Av. Mehmet Yatar ,Av. Suat Çelebi’ye, ve öğrencilerime teşekkür ederim.
Veysel Çolak
Aralık 2004 / Karşıyaka
Veysel ÇOLAK
|