Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Yıllıklar » eski BROY 2006 Şiir Yıllığı / Veysel ÇOLAK » 6- 2000'li Yılların Şiiri Üstüne

6- 2000'li Yılların Şiiri Üstüne

 

(Açık Uçlu Değerlendirmelerden) Kesitler

Neden Şiir Yıllıkları

Bir şiir yıllığı hazırlamanın birçok nedeni olabilir. Örneğin, seçeceğiniz sınırlı sayıdaki şairden ve onlann poetikalanndan yola çıkarak ülke şiirini yönlendirmek isteyebilirsiniz. Bunu yaparken, dışarıda bıraktığınız şairlerle de yaptığınız çalışmayı tanımlayabilirsiniz. Elbette zamanı doğruysa, böylesine köktenci girişimlere de gereksinme olacaktır.Sosyolojik bir aranış adına, yazılagelen şiiri tanımak ve tanımlamak da amaç edinilmiş olabilir. Şimdilerde, bilinçle nesne arasında bir yerde duran şiirin bütünüyle görünür kılınması gerekiyor. Bu da, estetik ve ideolojik ölçütlerle bir ayıklamaya girişmekten daha çok, olanı sergilemeyi önceliyor. Çünkü Türkçe şiirin bütünlük içerisinde değerlendirilmesi artık zorunlu gibi. Bu çalışma, böylesine bir içtenliğin, şiirden yana oluşun bir ürünü. Kesinlikle bazı şairleri ve onların şiirlerini onaylamak gibi bir derdi yok. Ama her eylemlilikte olduğu gibi geliştiren bir yanı da var elbette. Şiir kılgısını (pratiğini) görüyor ve gösteriyorsunuz. Ayrıca bu, kendi şiirinizi kavrama olanağı veriyor size. Bu çalışmayla bunun anlaşılması bile şiir adına büyük bir kazanım olabilir. Çünkü kabul edilemez bir uzlaşma içinde, durmadan şiirden ödün veriliyor. Oysa şiir bir iklim gereksinir kendine. Yaşaması buna bağlıdır. Her şair özneden aşkın ürünler bekler; gelişmesini sağlayacak olan budur çünkü. Çirkin şiirlerin yazıldığı bir ortamda, başarılı, değerler skalasını değiştirecek şiirler yazmak
olanaksızdır. Yetenek de çürür böyle durumlarda.


2002'DE TÜRK ŞİİRİ

70'li yıllardan bu yana, hep, çok şiir yazıldığı, zaman zaman bunun eflasyona dönüştüğü söylenmiş; şairde ve genelde Türkçe şiirde oluşan aşınmaya işaret edilmiştir. Bu uyarıların şiirin gereksindiği bir disipline dönüşemediği de görülmüştür. Durum bu olunca, eleştirisiz bir edebiyatın, şiirin olabileceği; olması gerektiği bile düşünülmüştür. Böylesine bir yaklaşıma karşı çıkılsa bile, pratikte, bunun uygulanmakta olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Onca yıldır şiire ilişkin derinliğine incelernelerin yapılmayışı; gene şiir cumhuriyetine katılan onca yeni şairin değerlendirilmeyişi, şiirdeki değerler skalasında hiçbir değişikliğe gidilmeyişi oldukça açıklayıcıdır. Bugün onca genç yeteneği görmezden gelip Rüştü Onur'u , Muzaffer Tayyip Uslu'yu antolojilerin değişmez adları arasında görenlerin Türkçe şiire zarar verdiği düşünülebilir. Öyledir de ( ... )

Dergiler bu olumsuzlukların sergi yeri gibi. Bugün, şairin şiire oturduğunda duyduğu heyecanın hiçbir yeniliği yok. Bu, yayımlanan şiirlerde oldukça somut olarak gözlenebiliyor Şiirlerin çoğu bir teknisyenlik ürünü, yaşamasız. Herkes şiiri kendiyle sınırlıyor ve tanımlıyor. Bu nedenle olsa gerek, kendini yineleyen bir şiir kuşatmı ortalığı. Genelde ve özelde bir yinelenme bu. Adını kaldırdığınızda şiirin kime ait olduğunun bilinmesi anlayışı da beslemek te bu yinelenmeyi. Yıllarca böylesine yarulgılı bir görüşle şiire, şairin gelişimine değer biçenlerin şÜte kurduklan bu tuzak, sanırım, aşılacaktır artık. O zaman her şiirin öncekine ihtilalolması gerektiği benimsenecektir. Şiirin yapısal ve biçimsel açıdan önünün açılması, şimdilerdeki açmazından kurtulması biraz da bunun anlaşılmasına bağlı görünüyor.
( ... )
Bugün bine yakın şair ele gelir şiirler yazıyor Türkiye'de. Bunları tek tek okuduğunuzda beğenip önemseyebilirsiniz. Ama onca dergiyi, yayımlanan kitapları peş peşe okuyunca büyünün bozulduğunu görürsünüz. Çünkü her şair bir diğerini eskitmekten (yinelemekten) öte bir şiir yazmıyor. Bunun nedeni; kültürel üstyapıların, şiirin biricik dayanağı saplmasıdır. Oysa bu olanak, şaire yapılmayanı göstermekle sınırlı olmak gerekir. Bir de, başka şiir pratiklerinin şaire kendi şiir pratiğini kavratması önemsenmeli elbette. Bu olabilse, ayrışma başlayacak, herkes kendi rengini üretmenin peşine düşecek o zaman. Ne yazık ki hiç gündemde değil bu. Şiirin yaşamdan çıkıp gene ona dönmesi zorunluluğu da iyice unutulmuş gibi. Sonuçta, onca )ıldır biriktirilen şiir bilgisi ve kazanımlar; dönüşmüş, aşkınlaşmış bir şiir getirememiştir. Şiir adına kazanımların yağmalandığını söylemek hiç de yanlış olmaz bu noktada. Şimdilerde kendini yağmalayan ve durmadan eskiten bir şiir yazılıyor. Artık bu malzemeden yola çıkarak büyük şiirler yazmak olanaksız görünüyor. ( ... )

Görülen o ki, şairler şiir yazmak için yeterince özgür değil.


2003'TE ŞİİRİMİZ
Günümüzde şiirde geEnen nokta büyük yüzleşmeleri gereksiniyor. Eğer şiirden yana ve köktenci bir eylemlilik geliştirilecekse bu kaçınılmaz bir gerçeklik olarak kendiliğinden gündeme yerleşmiş gibi. Kısaca bakıldığında tarihsel fotoğraf şu: Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlıkte, onun beğenisini oluşturacak bir aranış süreci başlar Türk şiirinde. Bu çaba, Klasik şiiri içermeyi; ama daha çok da Batı şiirini öncelemeyi yeğler. Bu özelliği nedeniyle tarihsel kapsayıcılıktan uzaktır. Ahmet Hamdi Tanpınar'da başarılı örnekleri vardır bu aranışın. Bunun sonrasında varlık gösteren Garip şiri ise Batı şiirinden aldıklarını poetik bir soruna dönüştürerek bir şiir anlayışını geliştirmeye koyulmuş, başarılı da olmuştur elbette. Ahmet Hamdi'nin burjuva beğenisiyle kendini sınırlamasına karşın Garipçiler küçük burjuvayla buluşmanın şiirini yazıyordu. Orhan Veli ve arkadaşlarının somut olgu ve olaylardan yola çıkıp günlük dile yasladıkları şiirleriyle ürettikleri fark; Veysel Öngören'nin saptamasıyla "Doğu-Batı farkım siliyordu." Bu, önemsenebilır bir gelişme elbette. Ama, sonuçta şiirin gereksindiği bir ayrışmadan söz etmek çok zor. Çünkü şÜtde üretilen beğeni belirleyici olsun isteniyordu. İşte bu anlayış nedeniyle şair, bireyden kopuyordu denilebilir. Şimdilerde olduğu gibi ..


Dergilerde Şiire İlişkin aranışlar, 2003

Dergiler, şiirin belirlenmeye açık olduğu ortamlardır. Şiirler, dergilerde okunur, tartışılır, içerdikleri yeni bilgiler saptanır, böylece tamanılanır ve tamanılayıcı olurlar.' Önemsenmesi gereken bir süreçtir bu ve özenle izlenmeyi gereksinir. Yoksa yıl boyunca yayınılanan onlarca şiirden hiçbir şey geride kalmayabilir. Böylesine bir açmaz, karmakarışık şiir yığınları oluşturmanın ötesine geçemez. Yani şiir kılgıları (pratikleri) fark edilemez: Bu, şairlerin kendi kılgılarını fark etmelerini de engeller. Şimdilerde olduğu gibi, kendini durmadan yineleyen bir şür çıkar ortaya. Elbette bu da, şiirin sıradanlaşmasını getirir. Türkiye'de şairlerin soluk soluğa her ay dergilere şiir yetiştirme gibi bir tutkuları (düşüncesizlikleri) var. Bu yayımlama telaşı, bir kitap oylumuna varıncaya kadar sürer. Ancak bunun sonrasında bir şiir kitabının oluşturulması gelir us'a. Kitap, yayımlanan şÜtlerin bir seçkisidir denebilir. Anlaşılacağı üzere, belirleyici olan dergilerdir hep. Bir yapıtln dergilerde parça parça yayımlanması, Cemal Süreya'nın saptamasıyla; ortaklaşa bir şiirin doğmasına neden oluyor. İkirıci Yeni, açıklayıcı bir örnektir bu bakımdan. Aynı işleyiş '70'li şiirde gözlendi. Ama hiçbir döneminde, '80 sonrasında olduğu kadar birbirine girişik bir oluşum göstermedi Türk şiiri. Cemal Süreya'nın '60'lı yıllarda söyledikleri bugünün şiirini de açıklıyor bana kalırsa: "Her şairin her şirinde başka şairlerin de emeklerini buluyorsunuz. Deneyler iç içe oluşuyor ve birbirinin ipuçlarını taşıyor. Bunun yararlı yönleri de olmamış değil. Ne var ki tepeden bakılırsa genellikle önemli sakıncalar doğduğu görülecektir. Türkrye'de ortaklaşa edebiyatın biraz fazla ortaklaşa olduğu görülecektir. Sanat, dÜşünceden çok, birikmiş deneyden çıkar. Oysa dediğim durum, aynı sanatçı açısından deneye gereksiz bir ara vermeyi gerektirmış, ayrrı sanatçılar açısından ise deneyleri tümdengelimci; 'kaziyeci' küçük ve yabancı izlenimlere koşullamıştır. Bir şiir mı; bir hıkâye mi yazıldı, o şiirin o hikâyenin deneyi aynı şairin, aynı hikâyecinin bir önceki deneyi olduğu kadar; başka bir şairin, başka bir hikâycinin bir onceki deneyi de olmuştur " (Cemal Süreya; Osman Mazlum adıyla, Yeni Dergi, sayı 13, 1965, sf. 324)

( ... ) şiirin öncelikle öğrettiği 'şey', şairinin kendini, kendi düzeyini fark etmesi olmalıdır. Eğer bu başarılabilse, kendisiyle yüzleşmeyi başarabilen bir şair tipinin oluşma süreci başlayacak. Bu, giderek şürin bir görgü işi olduğunun anlaşılmasım sağlayacak. O durumda, sadece kendi için değil, başkaları için de şiir yazmanın sorurrıluluğu üstlenilecek. Ancak o zaman, yaşamın gereksindiği şür fark edilebilecek. Turgut Uyar'ların, Cemal Süreya'ların; çok iyimser biçimde, genç şairlerin kendilerinden başlayan bir şiir yazdıklarını söylemeleri, bugün pek doğrulanmıyor bana kalırsa. Yoksa Cemal Süreya'nın Üvercinka'daki şiirlerini yirmi beş yaşın altındayken yazmasının bir öğreticiliği olurdu. Sonra Attila İlhan'nın, Edip Cansever'in, Turgut Uyar'ın, Ece Ayhan'ın, Ülkü Tamer'in, Sezai Karakoç'un çıkışlarımn bir öğreticiliği olmalı. Şairiru doğuran, onu kanatlandıran şürlerin öğreticiliğinden geçilmeliydi. Sonra bu şiirin kendi okuyucusunu oluşturma süreci başlayacaktı doğal olarak Bugün, tezgahtar kızların Cemal Süreya okuduklarını görmek kimseyi şaşırtmamal!. Oktay Rifat'ın saptamasıyla; şairini ve okuyucusunu var eden şiir, gerçeği de yeniden oluşturup tanımlamalıdır. Bu da insandan ve onun geleceğinden yana olan, hep söylediğim gibi, bir gelecek tasarımı ve yaşam biçimi öneren şiire vardırmalıydı. O görgünün bir ürünü olmalı yazılan şiir. Bu sözler şiire yeni başlamış gençlere söyleniyor sanılmasın. Onları da ilgilendirmeli elbette; bir erken uyarı daha çok Asıl, geçen onca zamana karşın bu şiir birikimini dönüştüremeyen, birkaç kitaba ulaşmış şairlere sözüm. Içten olunmalı bu konuda, hırçın bir yontucu olarak kendinden işe koyulmalı şair. Elbette bilinmeli bunlar. "ilim kendin bilmektir" diyor ya Yunus Emre; öyle işte. Ama olmuyor işte. "Bir sorumlu aranacaksa, elbette ilk us'a gelen şair özne olacaktır. Şiir yazma adına, onun gösterdiği eylemlilik, fiil'in gereksindiği bir tutarlılığı içetmiyor çünkü. Artık şiire adanmış bir ömür sürdürmüyor şairler. Şiir yazmanın gerektirdiği donanımı edinmek gibi bir sorunları da yok. Şiir yazmada bilinen tekniklerin, bunların alışılmış  ve en kolqy olanını kullanmakla yetiniyorlar," demiştim 2003 yılı şiirini değerlendirirken. Örneklerin aşkın olmayışı, onlar üzerinden doğruyu düşündürecek bir tartışma süreci de başlatamıyor. Bu nedenle, önceki yıllarda olduğu gibi, şiir cephesinde yeni bir şey yok. Şiirin açmazları, yaşamın açmazlarıyla kördüğüm olmuş durumda. Bu, yaşamda yapılamayan bütün değişikleri şiirde; yani imgelernde yapabilme olanağı verir şaire. Işte o şiirin yazılmadığını görmek gerekiyor. Bu noktadan başlamal'an şair, ister istemez, yaşamdan soyutlanmış ve iyice kitabileşmiş bir şiir yazmakla yetiniyor. Onca yıldır Türk şiirinin Sisiphos Efsanesine dönüşünün nedeni budur. Öte yandan; "Günümüzde sanatsal yarattları tartışmak gittikçe zorlaşıyor, Çünkü, üretim ilişkileri, toplumsal ilişkilenmeler, pazar ekonomisinin gözetilmesı; sınifsal çıkarlar, medyatik yapılanma; şair ôzenin kariyerizmi; popülizmi; eyyamcılığı, pragmatizmi... içinden çıkılması zor, karmaşık bir yapı oluşturmuş durumda. Görünen o, şiir üzerinden yapılacak bir tartışma, bütün bu alanlan içermek zorunda. " Geçen yıla ilişkin bu saptama, pekişerek belirleyici olmaya devam ediyor. Bütün bunları görmezlikten gelerek, günümüz şairinden ve şiirinden umutlu olunması gerektiğini söyleyenler çıkabilir, Dikkat edilirse, o kişilerin genelleyerek söylemeye çalıştıkları şey; aslında kendi şiirlerini savunmaktan başka bir şey değil. Bu doğal görünse de; aslında öyle değil, Aslolan, şiirden yana, şairin kendini yıkmasıdır. Bunu becerebiliyorsa, şair kendi küllerinden yeniden doğabilecektir. Gerçekte var olma süreci de o zaman başlayacaktır.

Şiirde, büyük kopuşlar, sıçramalar; elbette birdenbire olamaz. Böyle bir bddentim de yok. Ama en azından bunun olabileceğine ilişkin uçlan görebilmek istiyor insan. Çünkü bunu sağlayacak bir şiir bilgisi birikimi, kendiliğinden de olsa, var. Bunun dönüştürülmesi sürecinin başlamaması, bana anlaşılır gelmiyor. Izlediğim dergilerde yayımlanan binlerce şiir, bir yanılgıyı pekiştirmenin ötesine geçemiyor nedense. Bu durum; şiirin geleceğini imleyen, aktığı yönü belirleyen bir seçki (yıllık) yapmayı olanaksızlaştırıyor. Ister istemez, var olanı saptamakla yetinmek zorunda kalıyor insan. Bu çaba, şiirdeki o ürkütücü durağanlığın fark edilmesini sağlasa yeter, diyorum. Unutmamak gerekir ki değişmeyen şey çürür; daha doğrusu, çürüyerek ölür.

Şimdilerde, dergilere ve editörlere göre şiir yazan şairlerin çokluğunu görünce; var olan işleyişin pek sağlıklı olduğu söylenemez. Gidişin dizginlenemez oluşu ise, 'bırak yapsın, bırak geçsin' anlayışını işlerliğe sokmuş; giderek bunun benimsenmesini sağlamıştır. Bu, zaten olmayan eleştirmenidenemeciyi de şiirden iyice kopartmıştır. Günü gününe şiirin izini sürmek durumunda olması gereken eleştirmen, bütün bütüne şiirin dışındadır artık. Dergilerde yayımlanan bir şiire ilişkin söyleyeceklerinin tüm şiirleri ilgilendirebileceğinin farkında mıdır eleştirmen? Bu, bilinmiyor. Böylece, eleştiri boyutunu yitirmiş olan şiir kendiliğinden bir oluşum içinde. Oysa şiir kendiliğinden değil, kendi için bir oluşum göstermek zorunda. Ancak o zaman yenileşebilir ve insandan yana aşkın bir tasarıma dönüşmesi sağlanabilir.

Bu söylediklerim, şiirin içsel sorunu olarak görülebilir. Öyledir de. Ama şiir sadece bunlarla sınırlandırılamaz. çünkü belirlenmesi sadece bunlara bağlı değil; hiçbir zaman da olmamıştır. Bilinen o ki, şiirin toplumbilimle, felsefeyle, dille görmezden gelinemez bağıntıları bulunmaktadır. Yazdıkları şiirlerden bakıldığında şairlerin vaşamsal konumlanışı açıklayıcı veriler koymaktadır ortaya. İki binli yıllarda Türk şiirinin yinelenir bir işlerlik göstermesinin biricik nedeni 'esin kuramının' yanlıs anlaşılması olsa gerek. (Daha doğrusu bu kuramın bilindiği de pek söylenemez ya ... ) Şiirlere bakıldığında, bir ön içerik'in belirleyiciliğinin yok sayıldığı görülüyor. Oysa esinleyen, ön içeriktir ve bu dil dışı bir etkendir. Bunun anlaşılmayışı ya da kasıtlı olarak görmez gelinmesi, dilin ön içerik yerine geçirildiğini koyuyor ortaya. Bu da esinleyenle (ön içerikle) dilsel içeriğin karıştırılmasına neden oluyor. Oysa dilsel içerik yapıdır, söylemdir, şairin özgünlüğüdür. Veysel Ongören'nin saptamasıyla dilsel içerik; "Dil, dışını sınırlayan ve kavratandır." Günümüzde bunun kavranınayışı, ne yazık ki, ölü şiirlerin yazılmasını egemen kılmış tır. ( ... ) 2002 ve 2003 Şiir Yıllıkları'nda Türk şiirinin bir fotoğrafını ortaya koyduğumu belirttim hep. Yıllık deyince, alınan şiirlerin yılın en iyileri olmasına, elbette özen gösterildi. Şiir düzeyi düşünüldüğünde, öyle olmadığı da oldukça açık. Bu durumda asıl amaç Türkşiirindeki çizgileri, en az, bir ya da iki örnekle gösterebilmek oldu. Bu yıl da yaptığım bu. Çünkü Türk şiirini yönlendirmeyi sağlayacak kanallar henüz belirginleşmiş değil. Öte yandan, bir yılın şiirine bakarak bunu yapmak olanaksız. Yıllıktaki şiirler, şiirimize bakışın, yapılan bu çalışmanın birer örneği aslında. Bu nedenle de geniş tutuldu. Bu açıdan bakıldığında, birlikte düşünmek için bir ön hazırlık da denebilir bu yıllığa. Söylediklerimin nesnelolması ıçın, izlediğim dergilerdeki bütün şiirlerin fotokopilerini aldım. Böylece, her şairin yıl içerisinde yayımladığı bütün şiirleri bir arada görme olanağı sağladım kendime. Bu, şairleri kendileriyle ve diğerleriyle karşılaştırarak değerlendirrneme yardımcı oldu. Bir nesnellik de kazandırdı bu. Gönül rahatlığıyla, ama üzülerek: "Günümüz Türk şiiri bu işte." diyebiliyorum. Ne yazık ki ustalara borcunu ödeyemeyen ve yaşamla yüzleşemeyen; görgÜden yoksun bir şiir yazılıyar.

"Bütün dünya tutuştuğu anda ateş insanı yakmaz demenin hiçbir anlamı yoktur." Anlayacağınız, amaç dünyanın tutuşmasını engellemek. Çünkü şiirin bu gücü var.
 
 

2004'te TÜRK ŞİİRİ


Genel Değerlendirme

2005'teyiz, yepyeni bir yıldayız yani. BÜtÜn algılar bunu işaretleyecek. Oysa, insanoğlunun kendine söylediği yalandan başka bir şey değil bu. Çünkü bir sonraki zamana devrilmek hiçbir zaman yenilik içermez. Yenilik, eylemlılıktedir çünkü. Yoksa takvimden kaç yaprak düşerse düşsün, değişen hiçbir şey olmayacaktır. Edimdir belirleyici olan; yenilik bu edim sonucu ortaya çıkan olayda, olguda, durum ve üründe bulur karşılığını. Yani zaman denen o büyülü şeyin dönÜştürülüp dönüştürülmediğine bakılmak gerekir. Harcanan süreçler karşılığında Üretilen bir şey varsa, işte zaman ona dönüştürülmüştür. Bu nedenle eldekilere bakılarak geçen zamana bir anlam verilebilir. Gelecek de, aynı yaklaşımla değerlendirilmelidir. 2005 yılının ilk ayında, önceki yılın şiirlere, estetik yaratılara nasıl dönüştürüldüğüne bakılacak, yüzeysel de olsa yapılacak bu. Ne yazık ki yitirilmler, boşluklar görülmeyecek pek. Bir sonraki dakikaya ayru bilinçle başlayamayan anlayış, yeni dediği yılı aşkınlaştıramaz gibi görünüyor. Hem yılın yeni olması, yaşamın ve onun sanatsal türevIerinin yeni olması anlamına gelmez ki... Yenilik, zamanda değil, yapılanlarda açığa çıkar. Bu başarıldığında, insanın kendini ve içinde olduğu zamanı yenilemesi de gerçekleşmiş olur. Dil, estetik, felsefe ve tarih bağlamında; elbette bunları belirleyen üretim ilişkilerinde yeniliğe gereksinmesi var insanın. Şimdilerde bu bilinçten yoksun olunduğu görünüyor. Ilk iş, bu bilinci
edinmek olmalı. En çok da şiirin gereksinmesi var buna.

Şiir, bitmeyen olanaklarının kullanılmasıyla yenilenir. Yaşamın durmadan kendini yenilernesi şiirde karşılığını buldukça, özlenen de ele geçirilmiş olur. Bu görülmÜyor işte. Durağanlaştırılıyor şiir. Değişmeyen, duran her şey gibi çürüyor o da. Oysa dünya, gürÜltÜyle evrimleşiyor.
Yani, 'memleketlerin insan manzaraları' durmadan değişiyor. Bu, insan manzaralarının her an yeniden yazılabileceği anlamına da geliyor elbette. Kimse farkında değil bunun. Insanlar da gölgeden olmalı ki, biri ötekini görmÜyor hiç. Işin tuhafı, böylesi toplumsal ve bireysel ilişkilenmeler içerisinde yazılanlara, şiir denilebiliyor. Oysa şiir, yaşamın ve insanın doğal bir uzantısı olmak zorunda. Yoksa yapılanlar bir boşluğu genişletmekten başka bir şeyolamaz. Şair, artık yüzleş kendinle. Günümüzde şiire ilişkin dÜşÜnmek, daha bir Önem kazanıyor gibi. Her şiir, kendi yeniliğini ve bilgisini beraberinde geriıiyorsa, bunların saptanıp açığa çıkartılması da gerekıneli
elbette. Böylesine bir zorunluluğa daha bir inanıyorum şimdi. GörÜlen, gözlenen o ki; kimseyle şiir tartışamazsınız artık. Çünkü kimse, şiirden yana ortaklaşa bir arayışa girmenin peşinde değil. Şöyle bir bakıldığında, herkesin "Tartışmak, ortaklaşa düşünmektir." anlayışının çok uzağında olduğu hemen görülecektir. Böyle olunca, edinilen kürsülerden, Üstelik yüksek sesle görüş belirterek şiire ilişkin rengarenk gürültüler ediliyor. Oysa hem şairin, hem de okuyucucun şiirle buluşmadan Önce ve sonra yapması gereken hazırlıklar var. Nedense kimse bunun farkinda değil. Şair, neden yazdığını bilmiyor gibi. Umudunu iyice kesmiş olmalı ki, el yordamıyla bir şiirsel yapıya, biçerne ulaşmaya çalışıyor. Oyalanıyor daha doğrusu. Doğalolarak bu, bilinenin yinelemesine; öğrenilebilen şiir bilgisinin onlarca kez kullanılmasına dönüşüyor. Bu da, sürekli geri bir şiirin yazılmasını gündemde tutuyor ister istemez. Diğer yanda, şiir kilgılarına hoş görüyle bakamayan bir şiir okuru var. Kendine şiir diye sunulan her metni kafasındaki şablonla değerlendiren bu okuyucu tipi karşısında şiir; yenilmiş, yadsınmış durumdadır. Görünen o ki, şiirden doğmaya hazır insanlar neredeyse yok. Böyle bir insan tipinin yeni bir insani gerçeğe gereksinmesinin olamayacağını söylemek, yanlış olmaz gibi görünüyor.

Bu durumda bir yerlerden başlamanın artık kaçınılmaz olduğunu görmek; şiirden yana bir eylemliliğin başlamasını sağlayabilir belki de. O süreçte, yaşamın ve sanatın öznesi olmak, bireysel sorumluluklar üstlenmeyi gerektirecektir. Bunu, en çok da şiirin gereksindiği yadsınamaz sanırım. Toplumun ve şairin böylesi bir kavrayışın çok uzağında olması, onların birbirine uzaklıklar koymasına neden oluyor. Işte o uzaklığın büyümesi, kültürel kopuşları, kültürel kaybolmaları yaşanır kılıyor. Işte tam bu açmazda donup kalmış durumda şair ve şiir. Bu bağlamda, şiirin sorunlarıyla ilgilenmemek, bu açmazın bir nedeni olarak görülebilir. Ama birincil ve biricik bir neden olamaz bu. Çünkü bunun öncesinde evrensel ilişkilenmelerin, üretim ilişkilerinin, emperyalizmin insan karşıtı yaptırımları atlanmaktadır. Yaşam kadar düşsel; düş kadar gerçek bir şiiri (sanatı) arayan ne bir okuyucu ne de bir şair var. Durum bu olunca, şair ve okuyucunun buluşması elbette olanaksızlaşacaktır. Bu savın geçerliliğini irdelernek oldukça kolay: bugün, hangi şiir şairini doğurmuştur? Yazdığı şiirlerle var olan; bir iklim, bir rüzgar oluşturmuş kaç şair gösterilebilir? Böyle olunca, okuyucu oluşturmak da olanaksızlaşacaktır doğal olarak. Bunun nedeni; olanı değil, olması gerekeni içeren ve öneren bir şiirin yazılmayışıdır. Asıl sorun budur. Tam bu noktada şiir; hem okuyucu, hem de şair için bir yalnızlık biçimine dönüştürülmüştür. Şiir, özneleri için bir yalnızlık biçimidir artık.

Yaşamda ve sanatta yeniliğin, yenilenmenin; ancak eylemlilikte açığa çıkacağına inanmak gerekiyor artık. Bunun aranışına girişmenin bir zorunluluk olduğu çok açık. Yaşamın getirdiği ikilemlerden yola çıkılarak özne-insan tartışılmalı öncelikle. Sonra kullanılagelen şiir bilgisi gözden geçirilmeli; bunun kılgıya (pratiğe) yansıyışı irdelenmeli. Şiir eleştirisinin tarihi gelişimi, ilk metinlerden günümüze, incelenerek; bunun şiire, şaire ve okuyucuya nasıl yansıdığı saptanmalı. Örnek çözümlemelere girilerek, şair ve şiirin sosyolojik değerlendirilmesi de yapılmalı. Böylece, günümüzde şiir, şair ve okuyucunun bulunduğu durum, nedenleriyle, açıklanmıs olur. Bu donanımdan yoksun bir şiir yayılıyor şimdilerde. Bunlar yapılmadığı sürece de, şiir için özleneni getirecek bir başlangıcın olamayacağını söylemek yanlış olmaz gibi görünüyor.

 

 

Veysel ÇOLAK

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa