Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Yıllıklar » eski BROY 2006 Şiir Yıllığı / Veysel ÇOLAK » 2- 2005'te Türk Şiiri - GENEL DEĞERLENDİRME

2- 2005'te Türk Şiiri - GENEL DEĞERLENDİRME

Yaşama ve kültürelolana ilişkin bir geçmiş edinmenin gerekliliği yeniden düşünülmeli saruyorum. Yakın geçmişte, böylesi bir yaklaşıma olumlu bakılmadığı biliniyor. Zaten sorun da bu noktada başlıyor denebilir. Nedense verimsiz alanlara itiliyar bu kavrayış. Oysa, geçmişin içerdiği olumlu ve olumsuz öğelerin öğreticiliği, yeni kalkışmalar için vazgeçilmez değerlerdir. Işte tam bu noktada tarih bilinci belirleyici olmaya başlar. Tarih bilinci olmayınca da, toplumsal ve bireysel tüm ilişkilenmeler hep yeniden ve yanılgıyla başlatılacaktır. Ne yazık ki yaşanan da budur Türkiye'de. Oysa, bütün toplumsal veriler bunun böyle olmaması gerektiği sonucunu dayatıyor. Çünkü büyük değişmeler aralıksız olarak yaşanıyor. Bu tarihsel bir durumdur, bu nedenle de tarih bilinci gereksinir. Yoksa, değişimleri çözümleyip anlamak olanaksızlaşacaktır. Toplumsal yaşamın bütün kesitleri, bunun acıtıcı göstergeleriyle doludur. Bu bağlamda açmaz devam ediyor denebilir. Tarihsel olarun bir kendini yinelemeler dizgesi olduğu düşünülerek her toplumsal öznenin kendini bununla sırurlaması yeterince açıklayıcıdır. Bu, "Böyle gelmiş, böyle gider." karamsarlığı; hiçbir zaman "Gün doğmadan neler doğar." iyimserliğiyle aşılamamıştır. Sonuçta, bütün yollar yaşanan günün anlamsızlığı noktasına vardınlmıştır. Yanlış olana alışamama eylemliliği de hiçbir zaman sürekli bir duruşa dönüşememiştir. Ne yazık ki, cehennem bile olsa, alışılmıştır yaşatılanlara. Sonunda anlamadan, bilmeden, kavramadan, neden-sonuç ilişkisi kuramadan kendiliğinden yaşamak, yaşam diye benimsenmiştir. Bu, biyolojik olarak canlı kalmaktan başka bir şey değil.

Bu tarumlamada açığa çıkan insan tipi de, toplumsal bir boşluktan başka bir şeyolamaz.

Rock, Beatles ya da jazz... onca tutkunu, onca dinleyicisi var bu müzik disiplinlerinin. Hiçbirinin toplumsal, kültürel dayanaklan olmadığı ise rahatça söylenebilir. Çünkü Türkiye koşullarında ve yaşanarun göbeğinde üretilmiş kültürel değerler değil bunlar. Bu sözlerden, bu müzik türlerini yadsıdığım çıkartılmamalı. Tanzimat'tan bu yana değişim adına yaşanan yüzeyselliği, iki yüz elli yıldır neden bocaladığımızı imlemek istiyorum. Oysa, Türkiye tarihsel geçmişiyle büyük toplumsal ve sanatsal çıkışlara gebe beklemektedir. Anlaşılacağı üzere, o tarihsel bilincin işlerliğe girmesini gereksinmektedir. Ancak o zaman Tarık Bin Ziyad'ın gemilerini yakması doğru anlaşılabilecek; mal mülk ve kariyer dışındaki bazı değerleri de yitirme korkusu yaşanabilecektir. Bu noktaya taşınmak, o insani değerlerin önemsenmesine ve özlenmesine dönüşecektir. Bu, yaşamsal ya da kültürel bir nostalji olmayacaktır, olmamalıdır daha doğrusu. Insani tarihsel değerleri benimsemek, onları geliştirerek geleceğe taşımak ve yaşanır kılmak; bir yarın tasarımıru da beraberinde getirir. Bu bağlamda, bir gelecek edinmek; bir geçmiş edinmek anlamına da gelebilir. Elbette bunun tersi de doğru olacaktlr. Bu diyalektik işleyiş içerisinde bir geçmişi yok Türkiyeli insanın; böyle olunca, bir gelecek tasarımı da olamıyor ister istemez. Bir gelecek tasarlanamayınca geçmişin doğru yorumu da yapılamaz oluyor. Hem doğru bir geçmişe ya da geçmişin doğru yanlarına sahip çıkmak, onların devamını gerçekleştirmeyi zorunlu kılar. Kim bilir, belki de en çok bundan kaçılıyor. Böyle olunca da, günlük yaşantının tarihselliği de kavranamıyor. Yaşanan an, geçmişi içererek geleceğe evrilmesiyle anlam kazanır oysa.

Bunları açıklayan, toplumsal, kültürel binlerce örnek var. Türk şiirine ve onun evrelerine balmıak yeter sanırım. Çünkü Türk şiir tarihi, Türkiye tarihidir aynı zamanda: Üretim ilişkilerinden (ekonomik altyapıdan) dana çok, kültürel üstyapılar belirleyici olmuştur hep. Bir yanda Batıyı, diğer yanda Doğuyu önceleyenlerin arasında oluşan çelişkilerin bir ürünü olmuştur toplumsal yaşam. Şiirde de yaşanan bu değil mi? Batı ya da Doğu şiiriyle kendini sınırlayanların, ekonomik ve toplumsal dinamiklerin ürettiği kültürü, sanatsal (şiir) olana dönüştürmesi; bir gelecek tasarımı ve yaşam biçimi önermesi, elbette olanaksızlaşacaktır.

***

Kim ne derse desin, şiir anlamını yitiriyor yaşantımızda. Görünen o ki, şiire adanmış bir ömrünüz yoksa, elbette bundan rahatsız olmayacaksınız. Yoksa, içiniz boşalır, birçok "şey" geçerliliğini yitiriverir yaşamınızda. Bütün başlangıçlar belirsizleşir iyice. Asaf Halet Çelebi'nin o iğneleyici: "Bilmemek, bilmekten iyidir / Düşünmeden yaşayalım" diz eleri bile uyarıcı olamaz hale gelir. İnsan ve ona ilişkin "her şey" bir boşluğa dönüşür çünkü. J. G. Farell, "Kültür, çirkinliği saklamak için onun yüzüne sürülen bir boyadır. " diyor. Bu sav sözün benimsenmesi belirleyici olsa gerek. Yoksa böylesine bir açmazda olunmazdı sanırım. Duyguların bile nesneleştiği, değerini yitirdiği noktadır bu. Oysa, bireyin tarihin nesnesi olmaktan kurtulup onun öznesi haline gelmesi gerekir. Elbette bunun olabilmesi için toplumsal yaşamdaki karşıtlıkların bilinçli bir biçimde algılanması zorunludur. Bu olmayınca, yaşam kendiliğinden bir işlerlik göstermeye başlıyor. Kültürel öğelere bakıldığında inciten, üzen birçok göstergesi var bunun. Konumuz şiir. Başarılı tek tük örneklere bakıp bir iyimserin körlüğüyle değerlendirmeler yapmak, hiç de inandırıcı olmasa gerek. "İstisnalar kaideyi bozmaz." denir. Aslında, "İstisnalar kaideyi doğrular." demek gerekir. Yani iyi örnekler, genel geriliğin fark edilmesini sağlıyor. Hep böyle olmamış mıdır? Bu nedenle, Türk şiirinin bugünkü düzeyine getirilen olumsuzlamaları geçersiz kılmak için, olumlu birkaç örneği öne çıkartmanın hiçbir yararı yok. Bu açıdan bakılsa, belki, daha bir sorumlu davranacak şair. Şiirle, onun tarihsel gelişi¬miyle yüzleşme gereği duyacak. Hem en çok gereksinme duyulan da bu değil mi? Marcel Duehamps, "Söz konusu ne olursa olsuıı bir şeyi tamamlama çağı değildir çağımız parçalar zamanını yaşıyoruz" diyor. Bu yaklaşımın doğruluğu elbette tartlşılabilir. Ote yandan, hep "bir şeyleri" tamamlamaya çalışan bireyler olarak, şaşkınlıkla karşılayabiliriz bu sav sözü. Benimseyebiliriz de. Bu durumda, şiirin tarihsel gelişimini ve geleceğini bir yana bırakıp "parçalara" dönebiliriz. Bu da, şairin geçmişinden, geleneğinden kopmasına, hiçbir dayanağı olmayan bir konuma taşınarak köksüzleşmesine yol açacaktır. Bu, aynı zamanda, yazılan her şiirin kendiyle sınırlanınası, türdeşlerinden (diğer şiirlerden, poetikalardan) yalıtık olarak düşünülmesi sonucunu verecektir. Böyle bir şeyin olamayacağı açık. Çünkü her şiir diğer şiirlerle birlikte düşünüldüğünde anlam kazanır. "Parçalar zamanının yaşanıyor" olması, anlaşılacağı üzere, "bir şeyleri" tamamlama eylemliliğini geçersiz kılmamalı. Her postmodern kavrayış insani ve kültürel değerleri, olumlu tarihsel birikimi, bireyin kendine ve topluma birikmesini parçalayacaktır. Tarihsel olanın silinmesi, giderek, insanın belleksizliğine dönüşecektir. Başlangıçtan bugüne, şiir buna hep direndiği için varlığını ve gelişimini sürdürmüştür. Toplumsal belleğin diri tutulması, ancak şiirle gerçelJeştirilmiştir. Bu gerçek ortadayken, şairleri, şiirleri birbirinden yalıtarak düşünmenin olanaksızlığı ortadadır. Açıklık kazandığı üzere ulusal şiir bir bütündür ve o bütünlük içinde düşünülmeyi gereksinir. Bu bütün içerisinde birçok eğilim, birçok bireysel renk kendini gösterecektir elbette. Bunlar, birbirini tamamlayacak ya da diyalektik olarak yadsıyacaktlr. Yani gelişim için eylemlilik, ilerlemek ya da gerilemek biçiminde, iki uçlu bir Özellik gösterecektir. 2005 yılı Türk şiirine bakıldığında, bu diyalektik işlerliğin olmadığı görülüyor. "Parçalar zamanının yaşandığı" görüşü iyice benimsenmiş gibi. Kimse, kimseyi; kimse, bir diğerinin yazdığı şiiri merak etmiyor arok. Geçmişteki anıt örnekler de kimsenin umurunda değil. Bu yapılanma, oluşturulan gettolarla sağlamlaştlrılıyor iyice. Kişisel şiir manifestoları yayımlanmasının, sanal olanakların getirdiği öbekleşmelerin başka bir açıklaması olmasa gerek. Manifestolar, öncelikle bir şiir ve şair tanımı getirmek zorundadır. Bunun sonrasında bir oluş yöntemi, bir amaç tanımı, şiirin öğelerine sahip çıkma ve onları geliştirme girişimi; şiirin toplumla, dünyayla ilişkilendirilmesi, yaşamla örtüştürülmesi, devletle, bütün iktidarlarla yüzleştirilmesi gibi olmazsa olmaz içerikleri her sanat manifestosu gereksinir. Bunu gerçekleştirmeyen bir bildiri olsa olsa, eksik ya da tamamlanmış, bir şairin poetikasını yansıtır. Bu kavranmayınca eleştirel bakış da yüzeyselleşecektir kuşkusuz. Şiir eleştirisinin ha tır yazılarına indirgenmesinin nedeni de budur ve bu yeterince açıklayıcıdır. Anton Çehov'un erken söylenmiş o uyarıcı sözlerini bugünkü Türk şiirinin özneleri için yinelemek hiç de yanlış olmaz: "Hiçbir ereğimiz yok artık, içimiz tükenmiş. Ne politikaya ne devrime ne de tanrıya inanıyoruz Hayaletlerden korkmuyoruz "  Şiire ilişkin, böyle bir saptama oldukça ürpertici olsa gerek. Burada sözü edilen, ölü bir insandan başkası değil çünkü. Şiir, asla, sadece şiir değildir. İşte bu bir kavransa; şiiri şiir kılan değerler daha bir anlaşılacak o zaman. Insandan ve onun geleceğinden yana, ideolojik, estetik bir tutum geliştirilecek. Şiirin bugünkü fotoğrafında gerçeği gizleyen koyu gölgeler var. Şiirin kendisi amaç olduğu kadar, amaç edindiği bir şeyler de olmalı. Bu amaç, "...ideolojinin görünmez kıldığını aydınlatmak, göstermektir. Şiir (sanat) bu bağlamda artık toplumu yansıtan bir ayna değil, ideolojiyi temizleyeli yeni bir bilgi üretimidir: " (Louis Althusser) Şimdilerde bu bilinçle yazılmıyor şiirler; ama Türk şiiri¬nin bütün ilişkilenmeleri karşıladığı rahatça söylenebilir. Türk şiir tarihi, Türkiye'nin toplumsal tarihidir aynı zamanda. Nâzım Hikmet'ten başlayıp 1940, '5O, '60, '70, '80 şiirlerinde o tarihi işlerliği kolayca görürsünüz. Hatta Namık Kemal'den, Tevfik Fikret'ten de başlayabilirsiniz. Yazılagelen şiirlerde uluslaşma süreçlerini, üretim ilişkilerinin işleyişini, siyasal oluşumları, demokrasi sorunlarını, kültürel dönüşümleri, bireyin gelişimine paralel sanatsal gelişmeleri görmek olanaklıdır. Buradan bakınca şiire görevler yüklendiği ve bununla sınırlandığı sanılabilir; ama bu bir yanılgı olur. Çünkü çok iyi biliniyor ki, şiir dünyayı, toplumları kurtarmaz. İlhan Berk'in devimiyle, insanın elinden tutar ama. Çünkü şiir bireyde oluşur, bireyle etkileşime girer ve onu etkileyip toplumsal bir özne olarak yapılanmasını sağlar. Bu bağlamda, dolal'lı olarak şiirin maddi bir güce dönüştüğü düşünülebilir. Bu süreçler yaşanırken; şair, şair-okuyucu ve okuyucu özneler üzerinden şiirin konumuna bakılabilir --şiir, bu sacayağı ile anlamını bulduğuna göre, bakılmalı da. Çünkü, şiirle bireyin buluşması, alımlama olgusunu gündemde tutacaktır. Bertolt Brecht'in, "Sanatı (şiiri) alımlama ancak alımlama sanatını bilenler için gerçek bir yaşantı olabılir" saptaması, oldukça önemli ve açıklayıcı olsa gerek. Demek ki, bir şiirin her okuyucu tarafından öncelikle alımlanması ve bunun yaşamla örtüştürülmesi gerekmektedir. 2005'te bu gerçeğin iyice unutulduğu görülüyor. Bir şiiri, bir sanat yapıtı alımlamak, yaşantının bir uzantısı haline getirmek, kimsenin sorunu değil artık. Şiir cüzamlılarla birlikte, o Ortaçağ gemisine bindirilmiş görünüyor. Yayınevlerinin, dağıtımcıların uzak duruşu, açıklayıcı minik bir Örnek olsa gerek. Dergi mutfaklarında da ,Şiiri soğutulmaya bırakıldığı gÖrüldü. Şiir Ulkesi, MOriaka, Akatalpa gibi birkaç dergi dışında kalan ulusal dergiler şiire oldukça az yer verdi. Bundan olacak, 200S'te Şiir Yıllıkları'na giren birçok şair hiç şiir yayımlamadı aynı yıl. Bir yanda bÖylesi bir süreç yaşanır¬ken, öte yanda hiçbir dönemde bu kadar çok şiir yazılmadı ve tüketilmedi. Internet siteleri tam bir şiir arenasına dönüştü. Yüz binlerce şiir asıldı bu sitelere (1). Bununla yetinmeyenler site içi öbekleşmelere giderek yeni yayılma olanakları aramaya koyuldu. Bunda başarılı da oldular. Onlarca antoloji yayımladılar. Buldukları üçüncü sınıf matbaalarda kendi kitaplarının basımını sağladılar. Bir aylık sürede bu kitapları tüketmeyi de gerçekleştirdiler. Yaşamlarının hiçbir döne¬minde okuyucu bile olmayan yüzlerce insan, şair olarak belirleyici olmaya başladı.

Dergilerde Şiir Aranışları
Onca zamandır, editör yazılarından yoksun yayımlanıyor dergiler. Yakınılıyor bundan. Haklı bir tepki bu aslında. Örneğin bir dergide onca yazı ve onca şiirin neden yayımlandığı konusu ciddi açıklamalar gereksiniyar. Bu bağlamda bakıldığında, dergilerin benimseyip Önerdiği bir sanat (şiir) anlayışlarının olmadığı rahatça söylenebilir. Böyle olunca da poetikası olmqyan dergilerin belirlediği bir Tiirk fiiri var saptaması da yanlış olmasa gerek. Bu, şairlerin de bir poetika geliş tirmelerini, en azından bu konu üzerinde düşünmelerini engellemektedir. Bu nedenle de Türk şiiri kendiliğinden gelişen kültürel bir eylemliliğe dÖnüşüyor. Ama şiirin kendi için bir gelişimi alamıyor bu. Düşünülmeli. Bu sorunun giderilmesi Türk şiirinin önünü açacaktır kuşkusuz. Bu açıdan bakıldığında, yayın dünyasına hoş bir giriş yapan şiir dergisi S onsu;duk ve Bir Gün'ün çıkış bildirisi, herkesin katılabileceği doğruları içeriyor:

"Şiirin; söz olduğunu, sözün de dilin içinden anlaşıldığını fark edemeyen, unutan; dilin bir toplumun vicdanı olduğunu düşündüğümüz ve şiirin bu vicdanı taşıdığına inandığımız için vicdanı iptal eden küresel söylemlerle kurulmuş tarihselliği göz ardı eden, şiir birikimimizin gerisinde kalan ve zevkimizi düşüren; geleneği, dilin doğrudan taşıdığına inandığımız için gelenek zırhı giydirilen; bütünlüğü önemsediğimiz, metnin sağlamlığının metnin ahlâki olduğunu düşündüğümüz için ahlâksız, imgeyi, dili ve noktalama işaretleri fetişizminde arayan; ustalık ve söylemle gelen gölgelenen, duyuşu tekniğe feda eden; özellikle gençlerden gelen ve ustalığın yanlış yorumuyla biçimlenen; şiir bilgisi terbiyesinden uzak, slogan yahut aforizme olan, her edebi metnı; tazeleyici bir hamle olarak gördüğümüz için, gözümüze sokulmaya çalışılan deneysel metinleri; açıktan şair olmuşların, her yerde görünerek var olmaya çalışanların, elindeki dergiyi okumadan ürün gönderen heveslilerin,' kitle iletışim organlannın şair diye dayattığı manken zihinli ve görünümlü karton isimlerin metinlerini yayımlamayacağız “ (1)  

Birkaç cümleyle nasıl bir şiirin öncelendiği net bir biçimde somutlaştırılıyor. Ayrıca, günümüz şair öznesine, dergilerin duruşlarına da köktenci bir eleştiri getiriliyor. Egemen kültürün belirleyiciliğine karşı bir tavır da konuyor ortaya. Şiirsel bir kavrayışla yapılıyor bu. Bu çıkış bildirisinde, bir derginin yayın politikasıili oluşturacak; gelecek onca zamaili karşılayacak sosyolojik, ideolojik, estetik, etik bütünsel bir içerik var. Burada söylenenleri, özellikle şairlerin nasıl karşılayacağı merak konusudur. Türkiye'de poetik yaklaşımlarda bulunma şansıiliz, neredeyse, yoktur çünkü. Ne zaman Türk şiirinin sorunlarını imleyen düşünceler koysanız ortaya, birçok şair söylenenleri üstüne alınarak dayanakları olmayan tepkiler geliştirir. Oturup düşünücek yerde, şiirin gereksindiği içtenlikten yoksun tutumlar geliştirilir; yüzeyselleşme de iyice derinleştirilir. Eleştirel bir bakış, keskin bir öfkenin oluşmasına yol açar; böylece oluşan karşıtlık, uzlaşmaz bir çelişkiye dönüştürülür. Bu da, "göze göz" diyen bir düşmanlığa vardınlır. Bu gidişin sonunda, bir gün herkesin kör olacağıili görememek, düşündürücü olmalı. Ne yazık ki, tam da bu noktada duruluyor şimdilerde. İşte buna bağlı olarak, 2005 yılı Türk şiirine baktığınızda, önceki yıllarda beliren gerilemenin daha belirgin hale geldiği kolayca görülüyor. Bu yargıya tepki duyacak yerde, her şair oturup yazdığı şiiri gözden geçirsin. Bu içtenliği gösteremeyen şair öznelerin eylemliliği, başarılı şiirler getiremez yoksa. Bu yaklaşıma, değerlendirme biçimine karşı çıkanlar, iyi örneklerden söz edilmesi gerek¬tiğini düşünmekteler. Doğru gibi görünüyor bu; ama değil. Şiir, bir iklim gereksinir kendine. Genel bir düzeysizlik varsa, en iyi örnelder de payıili alır bundan. Bu konuda Ilhan Berk gibi düşünüyorum: "Gerçekten de iyi şiirin tanımı daha çok kötü şiirin ne olduğu gösterilerek yapılmalı."

***

Adam Sanat gibi bazı dergilerin kapanması; bazılarının da yılda bir ya da iki sayı çıkması, bir boşluk oluşturdu denemez. Diri kalkışmalar var dergicilik adına. Bu yıl yayımlanmaya başlayan Mühür, Mor Taka, Merdivenpir, Ile, Bireylikler, Pitoresk, Sonsuzluk ve Bir Gün, Sınırda, Andız ... adlı dergiler, umarım, şiir adına olumlu adımlar atarlar. Bu arada, Hece dergisinin en verimli. yılını yaşadığını da belirtmek gerekiyor. Özenilecek çalışmalar yaptılar. Ocak 2005 sayısını Necip Fazıl'a ayıran Hece, sonraki sayılarında "Edebryat ve Reklam İlışkisi" , 'Edebiyatın Gücü", 'Edebiyat ve İktidar İlişkisi", "Edebryat Eğitımi ve Sorunları': "Çocuk Edebryatı" konularını irdeleyen binlerce sayfalık dosya çalışmaları yaptı. Bir duruşun çalışmaları bunlar. Büyük bir arşiv Tartışılmayı bekliyor. Öte yandan, bilinen odur ki, dergiler, yaşayan şiiri taşır okuyucuya. Dergilerde yayımlanan her şiir okuyucuyla, diğer şiirlerle, şiir birikimiyle yüzleşir. Bu, onun sınanması olur. Bu süreçte, kendine yer açabilen şiirler, kitaplaşma hakkını da elde eder, denebilir. Uzunca zamandır bu ilke unutulmuş durumda. Canı isteyen dergi çıkartarak, kitap bastırarak, yazdığı her metni şiir diye gündeme taşıyabiliyor. Şiire karşı bu içtensizlik belirleyici de oluyor artık. Bunun ötesinde, şiirde nasıl bir yaşarrun üretilip önerildiği de önemli. Bu fark edilmiş olacak ki, 1980'den sonra yazılagelen, şiirle yaşam arasında olması gereken diyalektik bağı kuramamış şiir anlayışına karşı köktenci yadsımalar gündeme gelmeye başladı. Bu bağlamda Osman Çakmakçı'nın tepkisi oldukça anlaşılırdır (2)  Içi boşaltılmış şiire karşı bir duruş; şiirden yana olduğu kadar, insandan ve onun geleceğinden yana olanların görmezden gelemeyeceği bir durum bu. Çünkü, unutulmamalı ki şiir yaşansın, yaşamla örtüşsün diyedir. Prof. Mehmet Yalçın'ın bir sözünü us'a getiriyor bu tartışma: "Şiir okunmak için mi, yoksa incelenmek için mı yazılır?" Yanıtlanması gereken soru bu olsa gerek. Ahmet Oktay, şiirin estetik sorun olduğu kadar semantik bir sorun olduğunun düşünülmesi gerektiğini imler. Bu iki bakış, sanırım kesişiyor. Ozelikle günümüzde şiirin okunmak için de yazılması gerektiği düşünülmeli; anlam da şairin birincil sorunu olmalı. '8O'li yılların egemen şiiri bunu hiç hesaba katmadı. Oysa yaşam, ancak kendi tarafından üretilen şiirle gelişir ve yenilenir. Bu kavrayış, toplumsal anıların varlığını da önceler ve gereksinir. Şiirde ve düşünsel yaşamda sözcüklerirı ortak bir bellek gereksinmesinin anlamı da budur. Açıklayıcı olacak diye belirlemek istiyorum: 1980'li şiir genellikle, 1970'li şiirin değerlerine karşı çıkmaıda kendini açıklar. Oyledir de. (Burada, '70'li şiiri savunmaya koyulduğum sanılmasın. Öyle bir derdim yok, olmayacak da. Çünkü biliyorum ki, o şiiri, tarihselliği içerisinde en iyi değerlendirecek olanlar o süreci yaşayanlardır.) '70'li şiir, yapı, biçim, biçem, imge bakımından yadsınabilir. Çok başarılı olsa bile yadsınabilir. Doğalolan bu zaten. Yeni bir şiir getirebilmenin biricik koşulu bu. Çünkü her şiir bir öncekine ihtilal olmak durumunda. Ama yapılmak istenen bu olamadı. '80'li şiir, bir kültürel öğe olarak '70'li şiiri değil, onun içerdiği geçmişi silmek çabasıdır. '80'li şiir, '70'li şiiri geçersiz kılmaktan çok, o yılların yaşamını, o devrimci pratiği yok saymak edimidir. Bugün, kendine bir geçmiş seçmeyenlerin düştüğü açmazda boğuluyor Türk şiiri. Yaratıcılığın iyice dibe vurduğu metinler arası iliŞkilenmelerin, Dadaizmin poetikasını anlamadan oluşrurulmaya çalışılan anlamsızlıkların ve yaşamsal-tarihsel hiçbir nesnel karşılığı olmayan deneysel aranışların egemen olduğu bir Türk şiiri bu. Yapılanın, Tevfik Fikret'le değil, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'le ilişkilendirilmesi de kurtarıcı değil elbette. Şiirde, dizeyi şahsiyetiniz kabul edebilirsiniz. Ama aslolan dün ile bugün sarkacında şiirin, tarihsel bir şahsiyet oluşturabilmesidir. Çünkü, Octavia Paz'ın deyimiyle şiir; ulusların tarih burcudur. Herkes uyuduğunda, onun görevi başlar.

Anlaşılacağı üzere, şairin toplumsal yüzünden söz ediyorum. Şairin, şiir yüzünden söz ediyorum daha doğrusu.


***

Zaman, her zaman olduğu gibi, yepyeni bir sayfa açacak yine kendine. Evrenin yeni bir yıla girdiği bu günlerde herkes bindiği arabaya ters oturacak ve geçmişine bakacak. Bu eylemliliği şiir ortamına ilişkin yaşayanlar, yine bir önceki yılın şiirine ilişkin olumlu ve olumsuz yargılar getirecekler ortaya. Bu yaklaşımların çoğu, çok uzaktan bakılmış değerlendirmeler olacak, bu kesin. Çünkü ayrıntıya bakmaktan korkuluyor bu ülkede. Sahi, şeytan ayrıntıda gizli olmasın? Yoksa bugüne kadar şiirlerin konusunu, temasını saptamakla yetinen; "bana göre böyle" diyen eleştiri anlayışı birazcık olsun değişirdi. Bu yapılmadığı için, şiire ilişkin sadece ürün ve onun sorunları biriktiriliyor. Bu birikimin büyüklüğü karşısında eleştirmenlerin gözü korkmuş olacak ki, eleştiri disiplinini iyice bQşladılar 2005'te. Ürünlere baktığımızda dil hatalarından, sözdizimi ve anlam hatalarına kadar onca sorunun yoğun olarak yansımasına karşı; şiirden yana bir eylemlilik geliştirilirdi. Olmadı. Hiçbir dayanağı olmayan kabile ilişkileri, estetik olanı belirlemeye devam ediyor. Şiirin çok okunduğu kesin; çünkü bu kapitalist işleyiş içerisinde bir değişim ve kullanım değeri var. Buna bakarak, Türk şiirinin hiçbir sorunu yoktur diyenlerin yanıldıkları da kesin. Elbette üzerinde durulması gereken bu değil öncelikle. Demem o ki, onca şiir bilgisi neden kullanılmaz, yazılan şiirde bu birikim neden yansıtılınaz? Eleştiri disiplininin öncelikle sorgulaması gereken de bu olsa gerek. Bunu yaparken de kendini yeniden biçimlernek zorunda kalacaktır kuşkusuz; çünkü şiir eleştiri türüne görünenin üstünde bir malzeme biriktirmiş durumda. Yoksa Türk şiiri eleştiri olanağını yitirecek gibi görünüyor. Bunu söylerken, eleştiri yazılarının azlığını vurgulamıyorum sadece. "Kim için eleştiri?" sorusuna da yanıt arıyorum aslında. Bugün, okur gözüyle bakıp da bir eleştiri disiplininin olduğunu söylemek çok zor. Yapılan çalışmalarda özel bir dil oluşturuluyor. Bu, eleştiri türünün terimlerinden oluşan bir tür değil üstelik. Sahi bir eleştiri terimleri sözlüğü bile yok hala. Öncelikle giderilmesi gereken bu açmaz dururken, sadece uzmanına yönelik yapı çözümleme, yeniden yapılandırma çabaları, özellikle şiir eleştirisinde belirleyici durumda. Yorumlayıcı yaklaşımlar da var. Şiir eleştirisinde gözlenen bu işleyişin sakıncalar içerdiği de görülebiliyor. Nedense; yazılmasının üzerinden onlarca yıl geçmiş şiirlerin nasıl yazılacağı yeniden formüle ediliyor. Aslında bunun arkasında şairin elini tutınak, ona müdahale etme düşüncesi var. Sahi, bir şaire nasıl yazılacağı söylenebilir mi? Gene hiç ilişkisi olmamasına karşın, bu tür yazı yazanlar, kendi kafalarındakileri şiirde varmışçasına kağıda dökebiliyor. Yazılma sürecinde nesne ile düşünce arasında bir yerde duran şiir, tamamlanınca, bütün bütüne düşüncenin nesnesidir artık. Bu da şiirden, şiirin içerdiklerinden yola çıkmayı gerektirir. Yoksa her türlü yakıştırma felsefi idealizm olacaktır. Bu yaklaşımda, şiir eleştirisinin yetersizliğini, kendi kuramını oluşturup gelişemediğini söylüyorum elbette. Belki, biraz da karamsar bir yaklaşım bu. Doğalolarak bu saptamaya da karşı çıkılıyor. Orneğin, Tuncer Uçarol, şiir eleştirisi konusunda oldukça iyimser (3). Hatır gönül yazıları olduklarına, ısmarlanışlarına, verilen ilanlara karşılık yayımlanmalarına bakmadan, şiire ilişkin her yazıyı önemsiyor sanki. Gazetelerin verdiği kitap eklerinde yazılan şiirle ilgili yazıları eleştiri disiplininin bir türü olarak görmek istiyor. Bu, şiir eleştirisini ifldirgemek olur kanısındayım. Gene, Yazı Üzerine Yazı ve Şiirin Kıyı Dili adlı kitapları da örnek göstererek, şiir eleştirisinin işlerlikte olduğunu vurguluyor Tuncer Uçarol (4). Kitaplaşmış başka çalışmalar da var: Kemal Gündüzalp, Eleştiriye Doğru (papirüs Y) adlı kitabında ilk çalışmalarını bir araya getiriyor. Kendi eleştiri disiplinini ve oluşturuluş sürecini, yöntemini koyuyor ortaya. Eray Canberk, Şiir Yazıları'nda (Toros Kitaplığı), şiirle olan güncel ilişkisini, bunun nasıl bir yaşam biçimi olarak benimsendiğini somutlaştırıyor aslında. Bunu gerçekleştirirken Türk şürinin tarihselliği içerisindeki gelişimini de veriyor. Ramazan Teknikel, Şiire Teğet Yazılar'da (Gerçek Sanat Y), bir şiir okuma günlüğü oluşturuyor denebilir. Yusuf Alper, oldukça verimli bir yıl geçirdi. Şair Her Zaman (Çelikkol Y) ve Psikolojik ve Psikodinamık Açıdan Nâzım Hikmet Şiiri (Toplumsal Akademi Y), adlarını taşıyan iki kitap kazandırdı şiir eleştirisine. İlkinde şiiri yüceltirken, ikincisinde Nâzım Hikmet şiirinin psikodjnamik açıdan incelemesine girişti. Eleştiri terimlerine "psikodinamik" sözcüğünü de kazanooıruş oldu böylece. Arife Kalender, ustalann şiir pratiklerini irdeleyen, kavratan çalışmalannı Şiir Irmakları (phoenix Y) adlı kitabında bir araya getirdi. Metin Cengiz, onca yıldır aralıksız yazdığı yazılarını şimdilik üç kitapta topladı: Şiir İmge Biçim Biçem (Şiirden Y), Şiir Cinsellik ve Din (Şiirden Y), Türk Şiirine Eleştırel Bir Bakış - Nâzım'dan 70'li Yıllara (Babil Y). Önemli çalışmalar bunlar. Türk şiirine ilişkin ana tartışmaların bir dökümü gibi. Ayrıca, şiir adına poetik aranışların içten yansımaları bu kitaplar. Metin Cengiz, sunuş yazılarından birinde: "Eleştin yapmak isteyenlere, bu işe soyunanlara, uyarı notları... " diyor. Turgay KantürkYanlış At'ta (Şiirden Y) dergilere, tasarımcılara, köşe yazarlarına, çeviri sorunlarına, edebiyata da değinen, 1980'den bu yana yazdığı denemelerini bir araya getiriyor. Yavuz Ozdem ise, Şiir ve Dil (Şiirden Y) adlı kitabında, şiir ve dil bağlamında günümüz şiiri üzerinde duruyor. Celâl Soycan'ın Şiir İçin Notlar'ı (şiirden Y) tam anlamıyla bir poetika çalışması. Bir eleştiri yöntemi önerisi aynı zamanda. Soycan'ın diğer kitabı da, Mevsimsiz Bir Şair. Özdemir İnce (Dünya Y) adını taşıyor. İbrahim Berksoy'un Şiir Okuma Anları (Damar Y) şiiri önceleyen, hatta yücelten yazılardan oluşuyor. İyi bir okuma yolculuğu, bir tutkunun naif yansıması yazılar. Ayrıca Haydar Ergülen'in Üvey Sokak'ı (Gri Y), Hilmi Yavuz'un Edebryat ve Sanat Üzeri'ne Yazıları (YKY), Güven Turan'ın Süregelen'i (YKY), İmam Demir ve Ahmet Tüzün'ün hazırladığı Necmi Zeka Şiiri (2003 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyum Metinleri, Yom Y),Hayalete Övgü OdağındaAhmet Oktay Şiiri (Alkım Y), O Ben ki: Edip Cansever (Alkım Y)... önemsenmeyi hak ediyor.
 
Gene eleştiri üstüne, Mor Taka dergisinde Yücel Kayıran'ın, ilkini Hürriyet Gösteri dergisinde gerçekleştirdiği 'Türk Şiir Eleştirisinin Neliği" konulu soruşturması; gene aynı derginin Şiir ve Eleştiri dosyası (5)... gibi çalışmalar var. Elbette yabana atılır bir birikim değil bu. Ama bunların yeterli olduğunu düşünmek, geliştirici olmaz gibime geliyor. Bu çalışmalara bakıp, eleştiri türünde bir patlama olduğunu söylemek de olası. Bu bile, boşluğun fark edilişinin bir kanıtı gibi görünüyor. Şiir ki taplarından çok, şiir üzerine yazılan kitapların okunması da aynı nedenle açıklanabilir gibi. Görünen o ki, henüz bir şiir eleştirisinden söz edilemez; ama büyük bir hazırlığın ve birikimin olduğu kesin.

***

Her zaman olduğu gibi Divan Şiiri, 2005'te de gündemdeydi. Yasakmeyve, Nilay Özer'in editörlüğünde Divan Şiiri konulu bir dosya sundu okuyucuya (6). Bunun üzerine Ahmet Yıldız, Edebryat ve Eleştiri dergisinde üretim ilişkileriyle, sınıfsal yapılanmayla Divan Şiiri'ni ilişkilendirerek bilimsel açıklamalarda bulunma gereği duydu (7) Haklıydı da. Sahi neden sürekli Divan Şiiri'nden söz ediliyor? Halk Şiiri neden usa gelmiyor? Divan Şiirinin kendi disiplini içerisinde başarılı olduğu, yetkin örnekler ortaya koyduğu bir doğrudur. Aynı yargı Halk Şiiri için de geçerli değil mi? Ayrıca, Halk Şiiri'nin Türkçeyle yazılmış bir şiir olduğu da unutuluyor. Bir şiir, Halk Şiiri yazıldığı dilin bir ürünüyse ve onunla tanımlanabiliyorsa daha bir önemsenmeh. Bu şiirin, Türkçenin olanaklarıyla yazılmış olduğu da unutulmamalı. Divan Şiiri'nin ise büyük bir deneyolmanın ötesinde hiçbir önemi yok bugün için. Ilginç olduğu da belirtilebilir elbette. Çünkü birden çok dilin (Türkçe, Arapça, Farsça) kurallarıyla; sözcük, deyim ve tamlamalarıyla yazılmış. Bu şiirin, Modern Türk Şiiri'ne estetik hiçbir katkısı olamaz. Ses öğesini öne çıkartacaksanız, o ses Türkçenin sesi değil, o sözdiziminin ise hiçbir geçerliliği yok şimdilerde. Buradan bakınca Divan Şiiri'nin önemi, Fransız, İngiliz, Japon ... şiirinin önemi kadardır dense, yanlış olmaz sanırım. Bilindiği üzere, bazıları kabul etmese de, her şiir politiktir sonuçta. Bu nedenle, bir toplumsal dönemin şiirini benimsemek o dönemdeki toplumsal yaşantıy! da benim semekten başka bir şey değildir. Divan Şiiri de, sonuçta, bir yaşam biçimi önerisidir. Divan Şiiri'ne özlem, geçmişe duyulan bir özlem midir yoksa? Geçmişte kalan değerlere özlem duyup onları savunmak, yeniden yaşanır hale getirmek için savaşıma girişmek, çağdaş olanı yadsımak değil midir aslında? Bu, aynı zamanda, içinde olunan yaşam biçimini de yadsımak anlamına gelmez mi? Yazılan şiirden umudu kesmek demektir bu. Artık sıradışı bir imgelem gücünün; cesur estetik araruşların olmadığını söylemektir bir bakıma. Geçmişe duyulan özlem (Divan Şiiri'ne duyulan özlem), yeni olan hemen her şiirin basit, değersiz ve sıradan olduğunu savlamaktan başka bir şey değildir.Divan şairleri arasında da inançları doğrultusunda başını veren şairler var elbette. Osmanlı Imparatorluğu'nun, o merkezi feodal yapısı içerisinde tarihe düşen bireysel ve toplumsal direnişlerin bir öğreticiliği olabilir kuşkusuz. Örnekseme yoluyla, bütün o oluşumları günümüze taşıyıp şiirini yazabilirsiniz. Bunun bir geçerliliği de olabilir. Işin tuhafı, bundan hiç söz eden yok.

Ahmet Oktay'ın Orpheus ile Eurydike adını taşıyan uzun şiiri ölçülü ve uyaklıdır. Kendisi bu konuda şunları söylüyor: "Hece veznini seçişimin bir nedeni, şiirde söylenmez sayılan / bazı konuların hecenin sınırlan içinde nasıl söylenebileceğinin olanaklarını araştırmak ise bir nedeni de çalışma disiplini edinmek. Hem handikapları var hem de bazı erdemleri böyle kalıplar içine girmenin. İlk kitabımda da vardır heceyle yazılmış şiirlerim ama, bu geçici dönüşümüngelenek sorunuyla ya da gelenek kaygısıyla bir ilgisi yok. Bunlar zorunlu deneyler olarak görülmeli. Şairlik eğitiminin parçası sayılmalı. Şair bir yere gelir, orada rahat hisseder kendini, sözünü söyler, bitirir. Sonra başka bir yol ağzına doğru yola çıkar."(8) Ahmet Oktay'ın bu sözlerini iyi anlamak gerekiyor galiba. Divan Şiiri karşısında da bir şairin tutumu bundan farklı olamamalı gibi geliyor bana. Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın, aruzla defterler doldurduğu söylenir. Birçok şair, aruzla şiirler yazdığını övünerek söyler. Attilâ İlhan bu konuda oldukça ileri giderek; "Eğer bir insan aruza hakim olmazsa Türkçe şiirle etkileyici bir mısra yapamaz. Çünkü, aruzla yapılmış olan mısraların inanılmaz bir sağlamlığı vardır." diyecektir (9) Bütün bunların altında yatan, o eğitimden geçildiğinin vurgulanmasıdır. Nâzım Hikmet'in şiirlerinde aruz ve heceyle yazılan bölümlerin bulunduğu, Ekber Babayef'in saptamasıdır. Bu da, o olanağın bir ölçüde kullanılmasından başka bir şey olamaz. Ancak bu kadar.


2005'ten İzlenimler ve Şiir Kitapları

Sevin Okyay
, 79 yaşında Emily Dickinson İlk Kitap ÖdÜlü'nü alan Landis Everson'dan söz ediyor köşesinde (10) Bu şair, 43 yıl hiç şiir yazmamış, şiiri bırakmış anlayacağınız. Bunun nedeni sorulduğunda şunları söylemiş: "Djyelim ki Chicago'daki bir arkadaşınıza yazdınız ve hiç cevap gelmedı, boyuna yazıp durdunuz ama bir türlü cevap a1amadınız, yazmaya devam eder misiniz?" Landis Everson'un şiiri hakkında hiçbir iz yok bende. Ama, Türkiye'deki şairin konumunu düşününce, bu sözlerinden çok etkilendiğimi sÖylemeliyim. Everson, şiirin arkadaşlar arasında iletişimi sağladığını düşünüyor olabilir. Öyledir de. Ama okuyucuları da arkadaşı olarak gÖrüyor olabilir. Yani durum ne olursa olsun, durmadan yazıyorsunuz onlara; ama hiçbir yanıt alamıyorsunuz. Isterseniz, Landis Everson'un yerine bir koyun kendinizi.
 
Ülkü Tamer, başka bir boyutuyla eğiliyor soruna ve şöyle bir soru soruyor kendine: "Yaşadığın dönemde yayımlanan şiir kitaplarını düşünün. Issız bir adaya gideceksin. Beş yıllık bir kesit seçmeni isteseler, yanına hangi dönemin şiir kitaplarını alırdın? Sadece o zaman diliminin kitaplarını seçeceksin." Yanıtını da hemen veriyor; 1950-1955 döneminin şiir kitaplarını yanına alabileceğini söylüyor. Saf şiirin beş altın yılı olarak görüyor o yılları. Şairlerin ve kitaplarının adlarını sıraladıktan sonra; şöyle sürdürüyor: "Saf şiirin varolduğu yıllardı bunlar. Şiir yaşamın içindeydı. Okunuyor, ezberlenjyor, söyleniyordu. Seviliyor ya da sevilmjyordu. Şairin aklının kenanndan bıle geçirmedığı yorumlar yapılmıyordu. Yazılanlar bu tür yorumlara açık değildi çünkÜ. Fiyakalı dizeler bile şiirin alçak gönüllülüğünü, yalınlığını taşıyordu. Evet. 1950-1955 şiirimizin beş altın yılıydı." (11) Onceki yıllarda da aynı konu üzerinde durmuştu Ülkü Tamer; bu itirazını hep gündemde tutmuştur. Bu konular üzerine düşünmüş müdür günümüz şairi? Arkadaşlarını (okuyucularını) yitirdiğini, şiir aracılığıyla kimseyle bir iletişim kuramadığını görüp kalemiyle kendine saldırmış mıdır acaba) Landis Everson gibi şiiri bırakmaya karar vermiş midir? Ülkü Tamer'in uzunca zamandır, sadece birkaç şiir yazmasının nedeni bu olabilir mi? Yanıtları çığlığa dÖnüşmüş ne çok soru var; şiire, şiirin okuyucu ve şairle ilişkilenmesi üzerine. Ama, bu çığlığı kimsenin duymadığı kesin. Yoksa ayrıntı güzelliğinin peşine takılıp yaşam bu denli boşlanmazdı. Bir çekidüzen verirdi kendine şair. Yaşamla örtüşmenin bir yolunu bulurdu. Kitabî olanın dışına çıkıp yaşamın ürettiği şiiri yazardı. Insandan ve onun geleceğinden yana bir şiir geliştirilirdi. Dergilerde yayımlanan şiirler ve şiir kitapları bunun yapılmadığını, hatta fark edilmediğini gösteriyor. Her şair kendi eleğini sıklaştıracağı yerde, kalburlar ediniyor. Binlerce şair (!) soluk soluğa yazmaya devam ediyor. Yayınevleri ticari bir yaptırım getirdiğinde de kendi kitabını basan basana. Şiir, kendi çokluğu içerisinde boğuluyor. Yetmişten fazla dergi izledim bu yıl. Beni şaşırtan çok az şiir gördüğümü rahatça sÖyleyebilirim. Yıl içerisinde birden çok şiir yayımlamış şairlerin şiirlerinde de bir gelişme yok gibi. 2004'e göre, belirgin bir gerileme var Türk şiirinde. Sanınm, "Atalarınıza dönün, şiir oradadır." demek gerekiyor. Elbette, bireysel ve toplumsal bir acınız varsa... Bu nedenle olacak, 2005'te şair özneyi sorgulayan değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Ramis Dara, "Şiiri Şairin Zulmünden Kurtarma Denemeleri" yazmaya başladı (12). Öncelikle şiir fetişizmine karşı çıkıyor doğal olarak ve şu saptamayı yapıyor: "Şiirin bir ışlevinin, dünyevi bir yanının, toplumsal bağının olduğunu unutan ya da göremeyen şiirci gittikçe siliniyor. Siliyor ve siliniyor. Hırçınlığı artıyor ve şiire kaldıramayacağı yükler yüklüyor. Oysa artık şiir ve şair kenardadır. Toplum değışmıştır çağ dönüşmüştür herkes ve her şey her yerdedir Böyle bir noktada şiirin eski dolaşım gücü kalmamıştır. O kendisine daha ince, daha usul, daha alçakgönÜllü, ama mutlaka yaşanan ve yaşanacak hayatla bağı olan, insana değen yeni yollar aramalıdır. Kendine yeni varlık alanlan açmalıdır." Ramis Dara'nın şaire belirgin bir öfke duyduğu görülüyor bu denemelerinde. Hatta, 'şiirci' diyerek aşağılıyor şairi. Bence de günümüz şairi hak ediyor bunu. Şiirin yaşamla ilişkilendırilmesinin zorunlu görülmesi; Türk şiirinin öncelikle giderilmesi gereken sorunlarından biri, Dara; şairin kendini önemli, büyük, değerli, varlık-üstü, lütufkar görmesine; toplumsal ve etik bağlar kuramayışına; kendinde kaba, bencil, benbenci olma hakkını görmesine, paylaşımdan uzak oluşuna, görevini hakkıyla yerine getirdiğine inanışına karşı çıkıyor doğal olarak. Bunların, radikal İslamcı, kaosçu, doğacı, anarşist... şairlerin ortak özelliği olduğu saptamasını da getirıyor.

Şeref Bilsel'in editörlüğünde yeniden yapılanan Şiir Ülkesı'nin bildirisinde de; "Bizler şairi olması gereken yere davet edryoruz; bunun için önce yersizlikle hesaplaşılması gerektiğini biliyoruz. (...) Bugün Türk şiirine dair gerek dergi çıkaranları gerekse şiir yayımlayanları haklı kılacak, genel geçerliliği olan bir 'ayar' kalmamıştır.(13) deniyor. Gene, "Beğenilen her şeyi reddetmek", günümüz şairinin dramıdır Attilâ İlhan'ın saptamasına göre. Bu yaklaşımda da toplumdan, yaşanandan kopuk olana bir eleştiri var anlaşılacağı üzere. Benzer eleştiriler getirip, "Şair, vur kendini!" deme gereği duymuştum ben de. 2005'te şairin sorgulanması sürekli gündemde tutuldu denebilir. Merdivenşiir, Hölderlin'in, "Bilmem; hem, neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında?" dizesini birkaç şaire soru olarak yöneltiyor (14). Burada önemli olan, "şair" sözcüğüne yüklenen anlam. Ama verilen yanıtlarda bu görülmüyor. Şiirin öneminden söz ediliyor daha çok. Dünya karşısında şairin beceriksizliği öne çıkartılıyor ve böylece koruma altına alınıyor, Şairin sorunlu ve sorumlu oluşu nedense irdelenmiyor. Aynı dergi, bu kez, "Niçin şiir yazıyorsunuz?" sorusunu yöneltiyor şairlere (15). Bilindiği üzere, insan ekonomik, ideolojik ya da psikolojik nedenlerle yazar. Kabul edilir, genel bir doğrudur bu yaklaşım. Ama şiir söz konusu olduğunda, bir şairin ekonomik nedenlerle şiir yazmayacağı açık. Geriye diğer iki etken kalıyor. Verilen yanıtlardan da anlaşılıyor bu.

Ahmet Oktay:"Büyülemek ve büyülenmek için şiir yazıyorum; isyan etmek ve boyun eğmemek, inanmak ve reddetmek için şiir yazıyorum; bir dil edinmek ve şarkı söylemek, gülmek ve ağlamak için şiir yazıyorum, hep ve hiç, olmek ve dirilmek için şiir yazıyorum, öğrenmek ve oynamak için şiir yazıyorum." diyor. Kemal Özer ise; "Kimsenin arka çıkmadığı bir eylemi, kimsenin elinden tutmadığı bir emeğı; kimsenin tanımak istemediği bir hakkı, kimsenin üstünde durmadığı bir ayrıntıyı, kimsenin yanına uğramadığı bir güzelliğı; kimsenin değer vermediği bir yaşantıyı bile sahipsiz, dilsizı tanıksız, tarihsiz bırakmamak için." şiir yazma gereği duyduğunu söylüyor. Güven Turan da, "Dünyasını dile getirmek ve onu paylaşmak" için şiir yazmaktadır. Bu yanıtlarda psikolojik ve ideolojik nedenlerin öncelendiği görülüyor. Soruşturmaya katılan şairlerin ortak bakış açısının da bu olduğu söylenebilir. Dini bir açılım getirenler için de geçerli bu. Görünen o ki, Türk şiirinin bugünkü işleyişine bakıldığında; "Bu çağda Şairler ne işe yarar?" ve "Niçin şiir yazıyorsunuz?" sorularının sürekli gündemde tutulması gerekiyor. Bu iki soruya, yaşamsal dayanakları olan nedenler bulmadan, şiir yazmanın, şair olduğunu söylemenin hiçbir anlamı olmayacaktır.

***

2005'te de çok şiir kitabı yayımlandı gene. Umarım fark edilir bu kitaplar.. Bu bağlamda, minik bir anımsatına yararlı olabilir belki: Behçet Necati'nin (Necatigil) kaybolduğu sanılan Yeldeğirmenleri (1942) adlı kitabının bulunması ve tıpkıbasımının okuyucuya sunulması; bir büyük ustanın şiir tutkusunu yansıtması bakımından önemliydi.

Bu yıl, ilk kitaplar daha dikkat çekiciydi denebilir Emrah Altınok'un Aradaki (Çınar Y), Onder Birol Bıyık'ın.. Çözülüş Demleri (Fidenti Kitaplığı), Şakir Ozüdoğru'nun Garipsemeler (İdil Y), Deniz Durukan'ın Şakağına Daya Beni (Yasakmeyve Y), Ertan Yılmaz'ın Asya ve Söyle (Yom Y) adlı kitapları, İbrahim Halil Baran'ın Sular Divanı; Efe Murat ve Cem Kurtuluş'un ortak kitabı Madde (Yasakmeyve Y.)...

Anılması gereken.. başka şiir kitapları da var kuşkusuz: Altay Öktem'in Parça Tesirli (Yasakmeyve Y), Mahmut Temizyürek'in Yeryüzünü Gezen Atlı (Yasakmeyve Y.), Fergun Özelli'nin Kilitli Defter (Şiirden Y), Cihan Oğuz'un Kendime Savurduğum Hançer (Yom Y), Haydar Ergülen'in Keder Gibi Ödünç (Yasakmeyve Y), Halim Yazıcı'nın Âşıkhava Sineması (Yom Y), İlhan Berk'in Kuşların Doğum Gününde Olacağım (YKY), Kemal Özer'in Sevdalı Buluşma (Adam Y), Ali Püsküllüoğlu'nun Zamansız (Özgür Y), İzzet Göldeli'nin Eksen (YKY), Akif Kurtuluş'un Herkes Gitmiş (Adam Y), Ahmet Erhan'ın Şehirde Bir Yılkı Atı (Everest Y), Nuri Demirci'nin Kör Hattat (Kül¬Bağ Şür Y), Mehmet Can Doğan'ın Şaman (YKY) ve Boyunca (Kül-Bağ Şiir Y), Necmi Zekâ'nın Ben Ona O Bana Ne Oldu Sana Dedik (YKY), Süreyya Berfe'nin Foklar Söyledi Ben Yazdım (YKY), İsmet Özel'in Of Not Beıng A Jen (Şule Y), Nilay Özer'in Ol! (Yasakmeyve Y), Yavuz Özdem'in Yer Gece Dinlenir (Şiirden Y), Mustafa Fırat'ın Lalezar (Yom Y), Kemal Varol'un Kin Divanı (Yom Y), Yaşar Bedri'nin Yitik Kalyon (Yom Y), Tozan Alkan'ın Kalbin Akşamü-zerleri (Donkişot Y), Hüseyin Kaytan'ın Kaplan ve Gül Divanı, (Elma Y), Mustafa Eroğlu'nun Sandalyelerin Yenilgisi (Elma Y), Mehmet S. Fidancı'nın Kalbin Orta Yeri (Kül-Bağ Şiir Y), Yusuf Alper'in Derin Uğultu (poesia Y), Veysel Çolak'ın Mürekkep Zamanlar (papirüs Y)...

Bu şiir kitapları, homojen bir bütünlüğü oluşturmuyor kuskusuz. Ama oluşturduldan karşıtlık, Türk şiirinin dinamizmine dönüşüyor. Bu nedenle Türk şiiri, yakın gelecekte bu şiir pratikleri üzerinden tartışılmayı gereksiniyor. Çünkü birbirini fark eden şiir pratikleri yeni bir şiirin yolunu açabilir. Ayrıca, unutmamak gerekir ki yeni ilkeldir. Görünen o, şiire yeniden başlayabiliriz.

(1) Sonsuzluk ve Bir Gün, Çıkış Bildirisi, Mart-Nisan 2005, sayı 1
(2)0sman Çakmakçı, Sentetik Şiire Karşı Organik Şiir, Milliyet Sanat, s. 52, M ayıs 2005 Osman Çakmakçı, '80'1i Şiirin Tasfiyesi, Milliye! Sanat, s. 98, Mayıs 2005  .
(3)Tuncer Uçarol, Sonsuzluk ve Bir Gün, s. 32, sayı 3, Temmuz-Ağustos 2005
(4) Haz. Veysel Çolak, Yazı Üzerine Yazı, Karşıyaka Belediyesi Şiir Atölyesi yayını, Mart 2005 (II. Homeros Şiir Kurultayı'nda sunulan bildiriler), Haz. Veysel Çolak, Şiirin Kıyı Dili, Karşıyaka Belediyesi Şiir Atölyesi yayını, Mart 2005 (Homeros Şiir Odülü, Bir Şiiri Inceleme Yarışması 2005, Dereceve giren çalışmaların kitabı)
(5) Mor Taka, Yaz 2005, sayı 2, s. 16,48
(6)Editör Nilay Özer, Dosya: Divan Şiiri, ) Yasakmeyve, Ocak/Şubat 2005, s. 12
(7)Ahmet Yıldız, "Divan Şiiri Ne Yapmalı", Edebiyat ve EleJliri, Ocak-Şubat / Mart Nisan 2005, s. 18
(8) Söyleşi: Metin Cengiz, Hayat, Edebiyat, Siyaset (Ahmet Oktay ile DÜnden BugÜne), Everest Y, s. 155, Istanbul, Kasım 2004
(9)Savaş Kılıç, "Attila İlhan'la Söyleşi", Hürriyet Gösteri; Mart 2001
(10) Sevin Okyay, "Kitapsız Şairin Rüyası", Radikal gazetesi, 25 ekim 2005, sayfa 23
(11)Ülkü Tamer, Radikal Gaze[esi, 18.06. 2005
(12)Ramis Dara, Şiiri Şairlerin ZulmÜnden Kurtarma Denemeleri 1-2, Akatalpa, sayı 69, EylÜl 2005; sayı 70, Ekim 2005
(13) Şiir Ülkesı, sayı 35, EylÜl-Ekim 2005
(14) Merdiven,riil; sayı 2, s. 57, Mart-Nisan 2005
(15) a.g.d, sayı 4, s. 60, Temmuz-Ağustos 2005

 

 

Veysel ÇOLAK

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa