SAFRANBOLU'DA ESKİ BİR GÜNEŞ SAATİ
azıcık hüzün yakışır sana
azıcık okuldan kaçan çocuklar
bir paket birinci cigarası
azıcık yalnızlık yakışır sana
yani Lonca
atarabaları nazarlıklar
mermere tunca söze zamana
nakışlı adın
usta bir hattat gibi adın
bir tespihçi bir sedefkâr gibi
hicazkâr şarkılardır yadigarın
ya da Sadi Yaver Ataman
Köprülü Mehmet Paşa
Mimar İnce Yavuz
sen ki laciverdi bir gökyüzünün
en parlak yıldızıydın
hâlâ mum yakıp
dilek tutuyor mu
alfabeye başlayan çocukların
deli bir sultan bile kayırmış seni
kervanlarının sesi duyulur
beyaz evlerin varken
ut çalınırken sofalarında
anıtlaşan bir uygarlıksın
bir geçmiş zamanı
bir Cenevizliden bir Selçukludan öğrenirim
bakarım ufkundaki tükenmeyen serapa
jaaz değil
ut sesleri yakışır sana
bindallı kızların
ve çocukluğumun küçük sinemalarına
beni götüren arnavut kaldırımların
anlamıyorum tecimenlerin töresini
loncalı ustamdan kaldı bu kundura
nargileydi çarşı kahvesinde
ustamın fiyakası
şimdi çayların eski tadı yok
ben beni özleyen bu şehirde
neden sultan değilim
İlhan BERK – GÜNEŞİ YAKANALRIN SELÂMI
Bir zevk duyulmaz oldu, buranın rüzgârlarından
Hayat soldu bir günün enginlerinde yine.
Selâm! Sonsuzların yorgun gönüllerine
Selâm: Güneşi içeren çocukların diyarından! ...
Bir ateş yakalım ki geçmesin hatta bir an
Ve sussun kurtlar, kuşlar bir gök gürültüsüyle;
Bir ateş yakalım ki, tutuşsun gökler bile
Ve Güneş içilsin o gün, kızıl çanaklardan! ...
Varsın eskisin sesim kaybetsin ahengini
Geceler kıskanmasın aydınlığa süsünü.
Donatsın sonsuzluklar gibi gurubun rengini
Söylesin ve uzaklar baharın türküsünü...
Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden
Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden.
Selâm! Sonsuzluklara, hasretli gönüllerden,
Selâm, güneşi, göğü yakanlar bahçesinde! ...
güneşi yakanların selamı