ETİMDEN ETİNE
Canım seni çekiyor, etini...
Çiçeğini koklamak istiyorum.
Güneşte gölge yapan,
aynada yansısı olan gövden senin.
Etin. Canım çekiyor etini.
Bu korkunç. Bu tuhaf.
Bu kırmızıdan siyaha.
Sen ki gözlerime baktın,
gözlerimde bir sey aradın.
Kurcaladın beni, karıştırdın.
Sözcüklerim dağıldı, kırıştı nefesim.
Terledim. Bulandım.
Bu arzu. Bu yakıcı.
Bu etimden etine.
Son ve Başlangıç.
O korkunç yarık. O ölü göz.
O dilsiz ağızcık.
Beslendiği yeraltı sularının uğultusunu yayan o çiçek.
Çiçeğinin taçyaprakları
sonsuz derin bir kuyuyu gizler.
Deliğin. Vertigo.
Bu baş dönmesi. Bu tuzak.
Bu aydınlıktan karanlığa.
Özsuyundan yükselen buhar
bulutlar oluşturur başımın çevresinde.
Dilim karanlık bir göğü aydınlatan
şimşek gibi dalar derinliğine.
Saçlarımı hınçla çekiştiren ellerin
cennetten bir meyveyi yeryüzüne indirmek ister gibi;
ama bir aldatmaca bu!
Ah, bu bir göktaşının yanması atmosferde.
Bu uğultu. Bu düşüş.
Bu yaşamdan ölüme.
Teninde zaman sıyrılır gezegenlerin deviniminden.
Kıtalar arasında kımıldanır durursun.
Gövdem hafif bir yelkenlidir
gövdenin savruluşlarında can çekişen.
Etinin dalgalarında birer birer yitiririm
ellerimi, gözlerimi, dudaklarımı, dilimi.
Ah, bu olup olmadığım.
Bu yaşayıp yaşamadığım.
Bu kendinden geçiş. Bu vazgeçiş. Bu yitiş.
Bu varlıktan yokluğa.
Suyu Bulandıran Şey’den