Eflatun’un kelebeği
Koca körfez kanıyordu orda,
Sen ortasında çırpınıyordun,
Hiç kimse bilmedi.
Her zamanki gibi, çocuktuk henüz;
Kabarıp iniyordu kasabanın terli göğsü,
İnsanlar, kargalar, söğütler, çınarlar, lokantalar, dondurmacılarla
Ve bütün bunların ardı sıra
Hayaletlere ait bir iç deniz gerinmekteydi,
Tembel, sisli.
Gündüz incir toplamaya çıkardık ihanet ağacından,
Gün battı mı gözyaşı, öç arzusu, dostluk temrinleri, sonunda öfke ormanları…
Mahallenin yaralı gece hayvanları susmak bilmezdi,
Onları dinlerdik yatakta, reçel kokuşlu yalanları örtünüp.
Sarıldım mı toprak olur kayardın kollarımın arasından,
Avuçlarımı yakan sütünü bırakırdın geride.
Karanlık basmadan anımsayamıyorum dilini artık
Ama sesinin nasıl pıhtılaştığı hala kulaklarımda.
Sanma ki büyüdüm,
Düşlemekten yoruldum yalnızca.
Kaygılanma,
Her gün yeni cesetler yatırırken çukurlara,
Bizim için de planlıyorum floresan bir ölüm.