Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Merih GÜNAY
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

OĞLUMUN BABASI

Eve erken geldiği gün sayısı çok değildi. Gece yarısından önce gelmezdi pek. Akşamları evimizin demir parmaklıklı camından sokaktaki çocukları seyrederdim. Babasıyla top oynayan çocuklar, babasıyla el ele dolaşan çocuklar, babasıyla bakkal dükkânına giren çocuklar... Babalar ve çocuklar; babalı çocuklar. Anneme seslenirdim.

- Babam ne zaman gelecek anne?

- Birazdan gelir oğlum.

Çok ender olurdu o ´Birazdan´, o muhteşem, o harika ´Birazdan´ ve ben şaşırır, inanamaz, ne yapacağımı bilemezdim.

- Top oynayacak mıyız? Bisiklete bindirecek misin beni? Bakkala da gidecek miyiz baba?

Onu ayık gördüğümü hiç hatırlamıyorum eve gelişlerinde. Yorgun ve yavaş hareket ederdi; gözleri kısık ve kırmızı olurdu hep, şarap kırmızısı. Ne kadar sarhoş ve yorgun olursa olsun ve saat kaç olursa olsun, beni mutlaka dışarı çıkarırdı. Özlediğimi, ihtiyaç duyduğumu ve uyumayıp beklediğimi bilirdi, ya da ben öyle hissederdim; belki de böyle olduğuna inanmak isterdim. İnanırdım da. Beni kucağına alıp merdivenlerden inerken hiç de sarhoş görünmezdi gözüme. Karanlık ve ıssız olurdu sokaklar o saatlerde. Berbat bir günün üzerine evlerine gelmiş, yemeklerini yemiş ve uyumuş olurdu insanlar. Sabah erkenden kalkıp gitmeleri gereken işleri vardı. Hayat buydu o sokakların insanları için: Uyumak, uyanmak, işe gitmek, eve dönmek, yemek ve tekrar uyumak.

Sokakların ıssızlığı, karanlığı umurunda değildi babamın. O uyanıktı, ayaktaydı. O benimleydi ve bir ilahtı çünkü benim babamdı. Aldırmazdı insanların, daracık sokaklardaki karşılıklı apartmanların karanlık pencereleri ardında uyuyor olmalarına. İnsanlar, aynı insanlardı. Yorgun, umutsuz, yarı aç, yarı uykulu, hayalsiz, mutsuz insanlar. Nereden ve nasıl geldiklerini, ne uğruna yaşamaları gerektiğini ve nereye gideceklerini bilmeyen, bilmek istemeyen insanlar. Sadece karınlarını doyurmak, evlenmek, çocuk yapmak, bakmakla geçiyordu yaşamları ve salt bunlar için verdikleri o sonsuz mücadele, savaş... Etkileyiciydi. Avuntu yüklü aptalca inançlar, birkaç beyaz eşyalık hayaller, inanılmaz şükürler, yorgun yüzlerdeki sahte gülücükler, o aynı kaderin miras gülücükleri...

- Oyuncak alayım mı sana?

- Al.

- O zaman söyle, yayınevinden arayacaklar mı?

- Aramayacaklar!

- Kahretsin! Almıyorum oyuncak.

Tekrar çömelirdi yere, sokağın ortasında. Cebinden bir sigara çıkarır, yakar ve gözlerini bir noktaya dikip bakardı boş boş.. Sonra yanıma gelir, beni kucağına alır ve öper, koklardı.

- Arayacaklar mı yayınevinden?

- Hayır!

Ona hep hayır derdim, henüz beş yaşındaydım ve neden hayır dediğimi bilmiyordum. Ona hayır demek hoşuma gidiyordu belki çünkü o eve hep geç ve sarhoş geliyordu, diğer babalar ise erken ve ayık. Ben üzülüyordum, sorularına hayır cevabı verdiğimde ise o üzülüyordu, adildi durumumuz bence. Eve dönerdik. Annem çoktan uyumuş olurdu ya da uyuyor gibi görünürdü. Beni yatağıma yatırıp annemin yanına uzanırdı. Uyumadığını bilirdim, geç ve zor uyurdu. Döner dururdu yatakta, sonra yavaşça kalkar, önce anneme bakardı, sonra bana ve mutfağa giderdi. Dolabı açardı -şişe sesini duyardım- ve alıp diğer odaya geçerdi. Başka odamız da yoktu zaten. Bilirdim, pencerenin yanındaki koltuğa oturuyor, yıldızları seyrediyordu. Yıldızlara hayrandı, şişelere de. Dönmezdi geri. Uyurdum. Sabah gözlerimi açtığımda onu yatağında bulurdum. Tıpkı ormanda devrilmiş bir ağaç gibi tek başına uyurdu. Beklerdim ben, uyanmasını beklerdim. Bozuk paralardan şekiller yapması için, kağıtlardan uçak, gemi yapması için beklerdim. Yapardı da, dakikalarca uğraşır, nefis şeyler yapardı. Zevkle, keyifle, isteyerek yapardı ve sorardı bittiğinde:

- Nasıl oldu oğlum?

- Güzel. Yıkayım mı?

- Önce annene göster.

Annem o sırada ya diğer odada olurdu ya da mutfakta. İstemeyerek gelir, bakardı göz ucuyla.

"Çok güzel olmuş oğlum." der ve çıkardı.

- Yıkayım mı baba?

- Yık oğlum.

İki oyuncak kamyon darbesiyle yerle bir ederdim kaleleri, çiftlikleri. Babam beni kucağına alırdı.

- Arayacaklar mı?

- Kim?

- Yayınevinden.

- Aramayacaklar!

Giyinirdi sonra yavaş ve isteksizce. Beni kucağına alıp sokağa çıkarırdı.

- Etrafına bak, ne görüyorsun?

- Çocuklar.

- Ya babalar, baba görüyor musun?

- Hayır.

- Kimin babası oğlunun yanında?

- Benim!

Öperdi beni, ben de onu öperdim.


Yıllar geçti. Uzun, zor yıllar. Florida´da yaşıyordum. Eşim Dilara ile beş yaşına yeni basan oğlumuzu alıp ailemi ziyarete geldim. Annemle babam ayrılalı çok olmuştu. Önce anneme uğradık. Büyük ve güzel bir dairede yaşıyordu. İki erkek üvey kardeşimle tanıştırdı beni ve cici babamla. Ondan hiç hoşlanmadım. Her şeyi vardı ama hayalleri, coşkusu, ilgisi yoktu. Yaşıyordu, sadece yaşamak adına yaşıyordu, vazife gibi. Soğuktu, çok soğuk. Orada geçirdiğimiz gece bitmek bilmedi. Babam olsaydı, diye düşündüm, şimdi beni dışarı çıkarır ve bağırırdı: Bu dünya bizim, bu yıldızlar bizim! Birden yatakta doğruldum, Dilara ve Merih uyuyorlardı. Aceleyle giyindim, Merih´i usulca kucağıma aldım. Öptüm onu, kokladım, kapıya doğru yürürken Dilara´nın sert sesiyle durdum.

- Ne yaptığını sanıyorsun sen?

- Oğlumu dışarı çıkarıyorum.

- O uyuyor, derhal yatağına yatır çocuğu!

Bir an duraksadım, geri döndüm sonra. Oğlumu yatağına yatırdım. Gözlerimden iki damla yaş süzüldü. Salona geçtim. Pencerenin yanındaki koltuğa oturdum, yıldızları seyrettim; harikulade görünüyorlardı. Mutfağa girdim, dolabı açtım, kendime bir içki doldurup geri döndüm. Harika bir duyguydu, sabaha kadar uyumadım. Babamı nerede bulabileceğimizi sordum anneme kahvaltıda. Burun kıvırdı.

- Çöplüğündedir, başka nerede olacak ki?

Bir taksiye bindik, adresi söyledim. Yaklaşık yirmi dakika sonra kapının önündeydik. Aynı kapı, aynı koku, aynı top oynayan çocuklar... Merdivenlerden çıktık; apartmanın kokusu hiç değişmemişti sanki, büyüleyiciydi. Zili çaldım. Açıldı kapı. Bembeyaz saçlarıyla bir İlah duruyordu karşımda. Yetmişli yaşlarda, gözleri kan kırmızı ve kısık, çok kısık... Önce bana baktı, sonra Dilara´ya, ve torununa ilişti bakışları. Yorgun ve kısık gözlerden burnuna doğru iki damla yaş aktı.

- Adı ne?

- Merih, baba.

Ayakkabılarını giydi, oğlumu kucağına aldı ve merdivenlerden inmeye başladı. Sesini duyduk evden içeri girerken:

- Sana dondurma alayım mı?

- Al.

- Söyle bakalım Merih, kitabımı basacaklar mı?

- Hayır!

- Neden oğlum?

- Basmayacaklar işte!

Evimdeydim. Geçmiş kokuyordu, baba kokuyordu, hayal kokuyordu ve şarap kokuyordu. Pencerenin yanına geçtim, aşağı baktım. Yavaşça kalktım koltuktan; yatak odasına geçtim. Yatağa baktım, boştu. Annem yoktu. Yatağım da yoktu yerde. Yatak odasının camını açtım. "Baba! Yarın arayacaklar seni! Kitabın basılacak!" demek istedim, diyemedim. Yere çöktüm, ağladım, ağladım... Bir el hissettim saçlarımda sonra. Başımı kaldırdım, Dilara´ydı. Elinde bir kitap vardı. Bana uzattı. Şaşırdım, kapağını çevirdim, yatık harflerle ´Oğluma´ yazıyordu. Bir sayfa daha çevirdim. Kitap şöyle başlıyordu:

     Oğlumun Babası

     Eve erken geldiği gün sayısı çok değildi. Gece yarısından önce gelmezdi pek.      Akşamları evimizin demir parmaklıklı camından sokaktaki çocukları      seyrederdim. Babasıyla top oynayan çocuklar, babasıyla el ele dolaşan      çocuklar, babasıyla bakkal dükkanına giren çocuklar... Babalar ve çocuklar;      babalı çocuklar.


Kitabı yatağın üzerine bıraktım, dışarı çıktım. Babam yerde çömelmiş, sigara içiyordu. Oğlum da yanında onu izliyordu. Aralarına oturdum. Bir elimi babamın, diğerini oğlumun omzuna attım.

- Yıldızlar ne kadar da parlaklar bu gece, değil mi?

Gece değildi, doğal olarak yıldız da yoktu gökyüzünde. "Evet." dedi babam. "Evet." dedi oğlum.

Yıldızları seyrettik o sabah beraber.

Üçümüz...

Harikulade görünüyorlardı.


Merih GÜNAY

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa