SİLAHLARA VEDA
Bevliye Uzmanı Halil Özcan tam ikindi vakti muayenehanesine girdiğinde salonun bir köşesinde sanki iğne fıçısı üzerinde oturur gibi kıpır kıpır kıpırdanan şakaklarına hafifçe kır düşmüş, mavi gözlü, pos bıyıklı, kırk yaşlarındaki bir adamla göz göze geldi. Selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra hastasına,
- Görüyorsunuz ter içindeyim, silinip kurulanmam gerekiyor, dedi. Sizi biraz daha bekletirsem, kusuruma bakmazsınız değil mi?
Pırasa bıyıklı hasta, acıyla birbirine kenetlediği dişlerinin arasından kalın, davudi sesiyle,
- Lafı mı olur Doktor, rahatına bak sen, diye homurdandı.
Daha birkaç saat önce B. Devlet Hastanesinin koridorları insan almıyordu. Her gün değilse bile, haftanın iki günü koridorların hali böyleydi. Haftanın iki günü hastaneyi dolduran kalabalığın çoğunluğu sağlık kurulu raporu peşindeydi.
Sağlık Kurulu’nun arı kovanı gibi işlediği bir anda, Göz Doktoru Yunus Çalık alnında biriken terleri elinin tersiyle silerek,
- Breh, breh, breh… Ne kalabalık ama, iğne atsan yere düşmez! dedi. Bunların akıllarından zorları mı var ne? Şu cehennem sıcağında yılmamışlar, yüksünmemişler, hastaneye koşturmuşlar.
İç Hastalıkları Uzmanı Hasan Karayel yüzüne tebelleş olan, ağzının kenarına, alnına, burnuna, gözüne konan sinekleri kovaladıktan sonra,
- Merak etme, senden benden daha akıllı onlar, dedi. Ne yapıyorlarsa ulaşmak istedikleri amaçları için yapıyorlar. Didiniyor, uğraşıyor sonunda sağlam raporlarına kavuşuyorlar.
- Kavuşuyorlar da ne oluyor?.. O raporları yararlı bir yerde, ne bileyim, bir işe girmekte mi kullanıyorlar sanki? Yoo, hayır... Saçma sapan bir iş için, silah ruhsatı almak için kullanıyorlar. Sonra da muratlarına erip bellerine birer tabanca takıyorlar.
- Takınca da rahat dursalar bari. Ne gezer?.. Hemen etraflarına caka satmaya, ona buna sataşmaya başlıyorlar. Girdikleri en küçük bir tartışmada, kavgada silahlarını çekip karşılarındakileri vuruyorlar.
- Eğer silahlanmanın önü alınamaz, hatta tamamen yasaklanmazsa bundan sonra gün yüzü göremeyeceğimize kalıbımı basarım.
Bevliye Uzmanı Halil Özcan gözlerinden ateş fışkırarak,
- Ne diyorsunuz siz Allah Aşkınıza?.. Pes doğrusu!.. Şu yasakçı, şu çağdışı kafalarınızı ne zaman değiştireceksiniz? diye lafa karıştı. Bakın her şey ama her şey değişiyor. İnsanların görüşleri, düşünceleri, yaşayışları, alışkanlıkları daha birçok şeyleri değişiyor... Gördüğüm kadarıyla değişmeyen yalnızca sizsiniz. Siz de değişin artık, değişimden yana olun. Bırakın insanlarımız diledikleri gibi, özgürce yaşasınlar. Burası özgür bir ülke.
Göz doktoru,
- İyi ama, dedi, özgürce silahlananların o silahı bir gün kime doğrultucağını, kime tetik çekeceğini nasıl bileceğiz?
- Halka karşı bu güvensizliğinizin nedeni nedir sizin? Halkımızı biraz daha yakından tanısaydınız, ne kadar sağduyulu, ne kadar yufka yürekli, ne kadar mert olduklarını görürdünüz. Zorda kalmadığı sürece olur olmaz nedenlerle silahına davranmaz bizim insanımız.
İç hastalıkları uzmanı alaycı bir yüz ifadesiyle,
- Öyle ya, tuzun kuru senin, dedi. Bizim gibi tam gün çalışsaydın, böyle konuşur muydun? Nasıl olsa birazdan muayenehanene yollanacak, hastalarına bakacaksın.
Duyduğu son söz, Halil Özcan'ı küplere bindirmeye yetmişti,
- Ooo, meğer hakkımda ne güzel fikirler besliyormuşsun da haberim yokmuş.. İşte sırası geldi de, kustun. Arkadaşım sen de yarım gün çalış, sen de muayenehane aç. Engel olan mı var? Burası özgür bir ülke.
Tam o anda kurul odasına kamburu çıkmış, ayağını sürüye sürüye yürüyen, ak saçlı, sıska bir ihtiyar girdi. Yaşlı adam öyle yıpranmış, öyle kocamıştı ki, onu gören gözler kendilerini derin bir acıma duygusuna kaptırıyorlardı.
Yunus Çalık şaşkınlığını gizleyemeyerek,
- Ne o amca, sen de mi silah ruhsatı almak istiyorsun yoksa? dedi.
İhtiyar adam gülerek karşılık vermeseydi ağzındaki çürük dişler gözler önüne serilmeyecekti.
- Evet, iki gözüm. Nerden bildin?
- Silah senin neyine gerek be amcacığım? Otur, oturduğun yerde. Rahatına bak. Sana kim karışır, kim ilişir bu yaşta?
- Öyle deme, iki gözüm. İt kopuk takımından başka türlü nasıl koruyacağım kendimi? Gençliğimde olsa, ohho!.. Kimse bileğimi bükemez, bana yan gözle bakmaya cesaret edemezdi ya, geçti o günler, yaşlandım gayrı, güçten kuvvetten kesildim. Delikli demirden medet umar hale geldim.
Bevliye uzmanı,
- Ver elindeki o kağıdı amcacığım. Seni burada daha fazla eğleyip yormayalım. Hah, işin halledildi işte, diye yaşlı adamdan aldığı raporun kendisine ayrılmış yerini imzaladı.
Öteki kurul üyeleri de ihtiyarcığa başka bir soru sormadan raporun üzerine imzalarını kondurdular.
Saat ikiyi gösterdiğinde sağlık kurulunun kapısı ardına kadar açıktı. Artık ne içeride bir doktor ne de kapı önünde bekleyen bir hasta göze çarpıyordu.
Bevliye uzmanına, “Lafı mı olur Doktor, rahatına bak sen” diye homurdanan bir çuval bıyıklı hasta Oktay Coşkun, kendisine dayanılmaz acılar çektiren, inim inleten, dünyayı başına dar eden o illetten, o “basur” illetinden kurtulmak, sağlığına kavuşmak umuduyla doktorun kapısını çalmıştı.
Halil Özcan'ın terini silinip kurulandığı o kısacık zaman parçası bile acıyla kıvranan basur hastasına asırlar kadar uzun gelmişti.
Doktor, mavi gözlü hastayı,
- Artık gelebilirsiniz, diye yanına çağırdıktan on dakika sonra bir el silah sesi duyuldu. Ardından da muayenehanenin kapısında kireç gibi beyaza kesilmiş yüzüyle Oktay Coşkun belirdi.
Eli silahlı hasta muayenehaneden öyle bir fırlayış fırladı ki, sokağa çıkmasıyla gözden kaybolması bir oldu. Ama çok geçmeden yakayı ele vermekten, polisin eline düşmekten de kurtulamadı. Götürüldüğü karakolda boru gibi sesiyle,
- Ben bu dünyada namusu için, namusuyla yaşayan bir adamım, diyordu. Kimsenin namusuna, ırzına göz dikmem, el uzatmam, ama kendi namusuma da el uzatılmasına izin vermem. Şunun şurasında kaç günlük ömrüm kaldı ki? Namusum iki paralık olduktan sonra yaşamışım, yaşamamışım ne fark eder? O doktoru namusuma dokunduğu için bacağından vurdum, Dua etsin, kurşunu kafasına sıkmadım. Ben namusuma dokundurtmam, işte o kadar!
Bacağından vurulur vurulmaz hemen B. Devlet Hastanesine kaldırılan Doktor Halil Özcan olay hakkında kendisine yöneltilen soruları yanıtlamaktan ısrarla kaçınıyordu.
İki ay sonra yeniden görevine dönen bevliye uzmanının geçirdiği değişim görenlere parmak ısırtıyormuş. Muayenehanesini kapatmış, tam gün çalışır olmuş, her şeyden önemlisi, haftanın iki günü toplanan sağlık kuruluna silah ruhsatı almak için başvuranlara karşı geçit vermeyen bir duvarmış artık o.
Suskunluğunu da atmış üzerinden.
- Başımdan bir olay geçti biliyorsunuz, çok şükür, ucuz atlattım,diyormuş. Özgürlük, özgürlük dediysek böylesine özgürlük de demedik. Herkesin beline bir silah vermenin özgürlükle ne ilgisi olabilir? Silahlara veda etmenin zamanı geldi de geçiyor arkadaşlar. Bu gidişe kim ya da kimler dur diyecek bilmiyorum, ama ben elimden geleni andıma koymuyorum.
İki aydan beri B. Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu'nun önündeki kuyruğun uzadıkça uzadığı tâ hastanenin kapısına kadar dayandığı gözlerden kaçmıyordu.
Hikmet KURTER