Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Zafer DORUK
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

GÖZLERİMİZİN ISIRDIĞI ADAM

Çocukluğumdaki gibi yine. Şimdi kırk beş yaşımdayım, renkli filmlerde de rastlıyorum. Hâlâ duruyor oralarda. Mekânın bir yerlerinde saklı bu adamı hikayenin akışından kopup görebilen birileri daha var mı, merak ediyorum. Sahnenin gerilimiyle onun bakışları arasındaki çelişkiyi saptamak hoşuma gidiyor. Başkalarının belki bir ikindi gölgesi kadar bile ayırtında olmadıkları bu adam benim için bir ayrıntı olup çıktı.

Saçının boyasıyla yüzünün makyajı gözaklarının yaşlılığını engelleyemiyor artık. Kimi zaman bir meyhanede beş-on kişinin arasındadır. Hep öyle bakar: Ya meyhaneciye, ya sözde masa arkadaşının yüzüne ya da çingene bir kemancıyla klarnetçi bir çocuğa. Gerilimi dorukta bir sahnenin arka planındaysa, yüzü oralarda bir yere asılı gibi durur. Esas oğlanın görünmediği kalabalık bir mekândaysa yanındakiyle konuşuyor havası vermek için dudaklarının kıpırdaması yeter.

Kimi zaman bir barın önündeki birkaç kişiden biridir. Karşısındaki aynaya hırsız gibi bakıp içinden rol keser. Onu perdeleyen esas oğlanın rolünü asla çalmaz. Canlı aksesuarların arasındaki yerine iyice oturtulup bunun dışına çıkma şansı olmayan, çıkarım diye hep ürken biridir; raptiyeyle oraya tutturulmuş acemi işi resimlere benzer.

Kimi zaman bir doktor muayenehanesinin bekleme salonundaki birkaç hastadan biridir. Hasta gibi davranmasına gerek yoktur; çünkü doğal yüzü böyledir. Solgunluğu, bir gölgenin doldurduğu boşluk görüntüsü verir.

Kimi zaman duruşma salonundaki izleyicilerden biridir. O hep kendi ağırbaşlılığıyla; bir sanığa, bir yargıca, bir avukata bakarken, arada bir de gözü sanıkla onun solundaki jandarma arasından bakan diğer kameraya kayar. Yakalanacağından korkup bir çocuk suçluluğuyla tekrar sanığa bakarken ne de çok yabancıdır ona. Niçin buradadır, duruşmayı niçin izlemektedir, izleyici iyi ki ilgilenmez orayla; yönetmen de ilgilenilmeyeceğini bildiği için onu koymuştur oraya: Art alanda belli belirsiz bir gölge ya da duruşma salonunun penceresinden görülen ağacın yapraklarından biri.

Elinde sazıyla İstanbul gurbetine düşen esas oğlan simitle karnını doyurduktan sonra Asya yakasındaki kıyıdan Avrupa yakasına yumruğunu sallayıp, “Yenmeye geldim seni İstanbul, kork benden!” diye bağırır, bir sonraki sahnede de sabahçı kahvelerinden birinde dayak yemiş çocuklar gibi oturur ya. Ciğeri dağlanmış garson gelip önüne çayını koyduktan sonra karakter oyuncu olduğu için figüran müşterilerin biraz uzağında durup bekler. Müşteriler esas oğlanın şarkı söyleyeceğini anladıkları için yanına yaklaşıp çevresini sararlarken, bizimki de aralarındadır. Esas oğlan, şarkısına salya sümük başlayıp dinleyenler ah vah ederlerken, o, ışıksız ve donuk bakar. Böyle yeteneksiz bir herifin esas oğlanı oynadığına anlam veremeyen; ama yerini, koşullarını kabullenmiş kıskanmayan bir yüzdür onunki. Seyircinin gözlerinin onu bir yerlerden ısırması da filmdeki konumunu tehlikeye düşürecek kimi sahnelerdeki bu ayrıksılığı yüzündendir belki. Eğer iyi bir film değilse tehlike kendiliğinden de belirebilir. Seyirci hikayenin basmakalıp anlatıldığı sahnelerden sıkılıp boşluğa baktığında onu görebilir, bu adamın orada ne bok yemeye durduğunu, esas oğlanın mimiklerine, jestlerine ters düştüğünü falan sorgulayıp onu işinden edebilir. Bu yüzden de örneğin kahvehane sahnesinde meşhur bir şarkıcı olmak için İstanbul’a gelen esas oğlana, ‘Çıkıp çıkıp ne halt etmeye gelirsiniz bilmem ki? Biz geldik de ne oldu sanki!’ der gibi bakmamalıdır.

Kimi zaman tribündeki bir grup taraftar arasındadır. Yenen takımın taraftarlarını oynayan arkadaşları arasında dayak yiye yiye kendisini oynamayı kanıksamış birinin yüzüyle durur.

Kimi zaman bir gazinoda, sahnedeki as solisti dinleyen müşteriler arasındadır. Genelevden kiralanıp figüran kadrosuna katılmış kadınla aynı masadadırlar. Kadın, çalıntı bir gülümsemeyle bakarken, onun yüzünde soğuk, naylon bir keder vardır. Masasına alkollü içki niyetine bırakılmış meyve suyu mu, şalgam suyu mu her neyse ondan bir yudum bile içmeyip rasgele ya da çok uzak bir yere bakıp durur.

Kimi zaman bir kasaba kahvesindeki kasabalılar arasındadır. Kasabalılığı sırıtır; çünkü eski bir İstanbul beyefendisi gibi bakar.

Kimi zaman bir taziye evinde rahmetlinin komşuları arasındadır. Seyirci bu sahnede onlara bakmak zorunda; çünkü rahmetli esas oğlandır. Diğerlerinin yüzüne ölümün gölgesi sinmiş, başları yerde, gözleri bir noktadayken, o, düğün sofrasındaki kurnaz köylüler gibi ya da rahmetliyle çok sıkı fıkı olduğunu atıp tutan bir sahtekar gibi bakar. Aslında ona bakılırsa doğrusunu yapan da kendisidir; eline fırsat geçmişken acayip bir dram kesip esas oğlanın yokluğundan yararlanan biri olmadığını göstermektedir.

Kimi zaman filmin finalinde olay yerine koşuşturan polislerin arasındadır. Esas oğlan yapacağını yapmış, vurup kırıp ortalığı dağıtmış, hıçkırarak ağlayan sevgilisinin kollarından sıyrılıp ellerini kelepçeye uzatmak için onları beklemektedir. O, -bir karakter olmayı değil, haddini o kadar da aşmaz- bir komiser, hatta komiserin tutuklaması için esas oğlanı gösterdiği bir polis bile olamamanın ezikliğiyle en geride durur.

Kimi zaman hapishanede esas oğlanla aynı koğuştadırlar ama, onun can ciğer dostlarından biri olarak değil elbet; o dostların gölgesi gibi ortalıkta gezinen âdem babalardan. Esas oğlan koğuşta esip geçerken, o, mahalleye ilk kez gelmiş ip cambazını izleyen çocuklar gibi durup onu izler. Hem ayak altında dolaşıp göze batmamak hem de çoğunlukla kavga durumundaki esas oğlanın devinimini engellememek için en gerilerde durur.

Kimi zaman bir genelev sokağında evlerden birinin kapısı önündeki kalabalığın arasındadır. Kirli camın ardındaki lekelerden biri gibi durur. Mahalle kavgasını izleyen yeni taşınmış bir mahalle sakini kadar soğuk ve uzak bakar kadınlara.

Kimi zaman bir amele pazarında emeğini pazara çıkarmış amelelerin arasındadır. Ön sıralarda esas oğlanla arkadaşları, onların arkasındaki kalabalığın en gerisinde de o. Çadır tiyatrosunun önünde çığırtkan hokkabazı izleyen meraklılar gibi dururken, bıyık altından gülüşü bir çocuğun komşu kızına ayna tutuşu gibidir. Ah, o sahnede bir ayırtına varılabilse onun...

Kimi zaman bir miting alanındaki kalabalıkta, bir sandık elma arasındaki çürük bir elma gibidir. Kürsüdeki konuşana bakışı toplumun aldanışına benzer.

Kimi zaman bir kaza yerindeki meraklı topluluğunun; kimi zaman yanan bir binayı izleyen fanilalı, donlu mahalle sakinlerinin; kimi zaman soyulmuş bir bankanın önündeki emekli kalabalığının; kimi zaman halk ekmeği kuyruğunda bekleyen yurttaşların; kimi zaman kapalı spor salonuna tıkış tıkış doldurulup gözaltına alınmış şüpheli şahısların; kimi zaman da bir devlet dairesinde yeşil kart alabilmek için koşuşturanların arasındadır.

O, bir dekorun olmazsa da olur canlı parçalarından biridir. Yetmiş üç yaşındadır. Karısı ölünce Yeşilçam sokaklarından birindeki eski, ahşap bir eve taşınmış. Bir oğluyla bir kızının olduğunu biliyordum sadece. Oğlu tapu dairesinde odacılık, kızı ilkokul öğretmenliği yapar. Sabah kalkıp tıraşını olur, silinip ütülene ilk rengini yitirmiş takım elbisesini giyinir, beyaz üstüne kiraz desenli her günkü boyunbağını takıp çıkar, Çiçek Pasajı’na, oraların çarşı pazarına şöyle bir uğradıktan sonra üzerine yapışmış birkaç göz ısırığıyla gelip kahvedeki masasına oturur. Okey oynayan kavgacı figüranlar, unutulmaya yüz tutmuş karakterler şanslı günlerindeyseler çay gönderirler masasına. O bir filmin figüran kadrosunda yoksa eğer, üstü çizilmiş bir yalnızlık olduğu için, yokluğu sebebi bulunamayan bir aksaklık gibi filmin bütününde sırıtıp durur. Kentin en seçkin mekânlarında yalancıktan yaşadığı için yalan söylemez, söyleyenleri de hor görmez. O gün birilerinin gözü tarafından ısırılmışsa mutludur, ısırılmamışsa, aldırmaz. Herkesin birbirini kemirdiği, çiğnediği bir kalabalığın türü, kalabalıktaki yeri onu hiç ilgilendirmez. İş bitiminden sonra parasını alamazsa içindeki soylu yalnızlığa bakar; ortasında, kenarında, köşesinde, en gerisinde durmuş, hiç fark etmez; hep bakar.

Onu bir pazaryerinde gördüm. Yevmiyesini verip onu bir biblo gibi oraya buraya oturtan film ekibi yoktu ortalıkta. Elinde bir poşet, daha önce hiç rastlamadığım kırık, kendiliğinden bir gülümsemeyle dolaşıyordu.

Sonra bir parkta salıncağa binen çocuklara bakarken gördüm. Yüzü, yitirdiği birini araya sora dolaşırken ayaklarının onu buraya getirdiği birinin yüzüydü.

Bir balıkçı meyhanesinde rakımı yudumlarken gördüm sonra. Karşımdaki masada sarışın, ipince bir delikanlıyla oturuyordu. Sağa sola bakındım, ne kameralar vardı, ne de masalarındaki rakı sahteydi. Yanlarına sokulup, “Sizi gözüm bir yerlerden ısırıyor ya,” dedim, “nereden, çıkaramıyorum.”

Toy bir delikanlı gibi utanıp başını önüne eğdi. Kendiliğinden değil, nasıl memnun olacaksam öyle gülümsedi. Alçakgönüllü bir esas oğlanı oynuyordu.

Başka bir gün meyhaneciye sordum. O gün birlikte oturduğu delikanlı genelevde çalışan ilk karısından oğluymuş. Hem birinci sınıf bir figüranmış. Gülüp ağlayarak, yanındakilere bir şeyler anlatarak esas oğlandan rol çalmada üstüne yokmuş; bunu öylesine kitabına uyduruyormuş ki, bütünün içinde sırıtmıyormuş. Esas oğlanı destekleyecek bir şeyler mi söylenecek, ona söyletiyorlarmış; ama benim gözüm niye onu bir yerlerden ısırmadı, şaşırdım doğrusu.

Epey sonra da bir düşkünler evinin bahçesinde, daha çok batılılara benzeyen sarışın, yaşlı bir kadınla gördüm. Kadının elleri onun avuçları arasındaydı. Kadın yere, o, kadının yüzüne bakıyordu. Nihavent bir aşkı anlatan filmin esas oğlanla esas kızı gibiydiler.

Aradan epey zaman geçince artistler kahvesine gidip, “Hep bu köşede otururdu, gelmedi mi henüz?” diye sordum, yüzüme içli ve derin baktılar. “Son kez gelip gitti,” dediler. “Biz çekimdeydik, yolcu edemedik ama, birkaç arkadaşımız gitti. Söyledik. İki kürek de bizim sevabımıza atıverin dedik ya, vebal günah boyunlarına artık.”


Zafer DORUK

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa