Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Zafer DORUK
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

İPEK ve KELEBEK

İri, kara gözlerine duman çökmüş, saçları seyrelmiş, bedeni biraz toplanmış, mağrursu. Kızını götürmüyor, kızı onun elinden tutmuş sürüklüyor sanki. Kötü gününde yanından uzaklaşmış bir akrabadan farkı yok şimdi bu kentin; ne çok yüzlüydü, yüzlerinden biri de Olcay’dı.

Küçücük avlularında mutlaka bir erik, bir dut ya da bir elma ağacının olduğu; aslanağızlarının, akşamsefalarının, gelin duvaklarının, hercaimenekşelerin pencere kenarlarındaki saksılarda yalnızlık güldükleri, iki katlı, cumbalı ahşap evlerin birinden çıkıp, daracık, parke taşları serinlik kokan bir kasabanın sokaklarında yürürken ona rastladığında daha on sekizindeydi İpek. Bir resimde olsa, yanına da bir anne yakışırmış gibi. Tombul, mahcup... Bir gölge gibi peşinde İpek’in. Çarşı pazar, park, sinema, fatura kuyruğu dinlemeden.

“Bakın, kötü bir niyetim yok... Sizinle konuşmak istiyorum biraz.”

“Ne konuşacağınızı biliyorum, lütfen rahat bırakın beni. Burası küçük bir kasaba, iki ağabeyim var, her an karşılaşabiliriz onlarla.”

“N’olur, fazla uzun sürmez, sadece birkaç dakika.”

Saflığına benziyordu kasabanın, İpek. İnsanın gözünü daha çok kapalı havalarda, sokaklarda su damlası aydınlığında akıp giderken alıyordu. Sessizliğin gittikçe ağırlaştırdığı kara bulutlara her baktığında yine baş ağrıları tutmuş annesi gelirdi aklına. Başını tülbentle sıkı sıkı sarar, düşmemek için kirpiklerine sıkı sıkı tutunan bir damla yaşla, boynu bükük, iki yana sallanır dururdu. O saatlerde –şimdi öyle geliyor ki İpek’e- evin ipek kadar narin tek kızının bahtını düşünüyor olurdu. Olcay’ı görünce diğer kızların anlattıkları gibi içine ılık bir şeylerin aktığı olmazdı İpek’in. Böyle bir adamın kollarında bir çok kadının mutlu olabileceğini düşünürdü ama.

Babasıyla annesinin tek korkusu gözünden sakındıkları kızlarını birilerinin gelip zamansız kapıp götürebileceğiydi. İlkokulu bitirip ev kızı olduktan sonra yemek, ütü, temizlik, bulaşık gibi önem sırasına göre yaptığı işlerden biri de İpek’in, annesinin dizlerinin dibine oturup o mutlu olsun diye pencereden görünen ay ışığından kendisine iyi bir baht dilemek olurdu.

Okulun önüne gelince yanaklarından öptü kızının. Kıza merdivenleri çıkıp okulun kapısından girene kadar el salladı, gülüyordu sözde ama, onun yüzüne başka bakıyordu, hayata başka. Oradaki banklardan birine çöker gibi oturdu. Hafif pembeye dönüşmüş morluğunu yokladı gözünün, şişi tam inmemişti. İçinden dönmek gelmiyordu. Oralarda bir süre oyalanıp vitrinlere filan baktı. Bir butiğin önünde durdu... Bu, pembesiydi. İstemeye geldiklerinde bu bluzun nar çiçeği vardı üzerinde.

Olcay’la dayısı kapının yanındaki koltukta oturuyor, Olcay, kahveydi, çaydı, suydu, içeri girip çıkarken gözünü ondan ayırmıyor. Dayısının elinden tutup istediği oyuncağı alması için oyuncakçıya zorla getirmiş bir çocuğun rahatlığı var yüzünde. Dayı bunun için mi sinirli biraz? Bir an önce görevini bitirip gitmek ister gibi tedirgin. Anne rahatsızmış, gelememiş, özür diliyor onun adına. Yaşlılık işte. Yıllarca kaç şirketin yöneticiliğini yapmış, kocası rahmetli olduktan sonra hayatı uzun yıllar tek başına sırtlamış, yorgun bir kadın. Tek isteği, kol kanat gerdiği oğlunun mutlu olmasıymış. Ne memur, müdür, şef kızlar bakmış da hiç birini beğenmemiş. Onun istediği, göz değmemiş, namuslu, terbiyeli, eli iş tutan bir ev kızıymış. İpek’in annesiyle babasının yüzünde gururdan çok mahcup bir gülümseme var. Şans kapıyı iki kez çalmayabilir, pişman olmaktansa vermek en iyisi. Nişana gerek yok; kabul. Ne güzel. Dayı, işin bu kadar çabuk biteceğini tahmin etmiyordu doğrusu. Kızla oğlana elini öptürttükten sonra düğün günü kararlaştırılıp kalkılıyor.

Yatakta bir ahtapot gibi görünüyor. Kolunun biri onun boşluğunda. Gecelerini bunca yıl bir ahtapotun kollarında mı geçirmiş? Bilincinin alt tarafında ince bir bandın üstünden birtakım haberler geçiyor, habersiz, ansızın. Perdeyi aralayıp sokağa bakıyor. Gri kaşe mantolu, eli bohçalı yaşlı bir kadın sokağın yokuşunu çıkarken bir kapı eşiğine oturup dinleniyor. Gazetelerin üçüncü sayfasında sık sık rastlanır bu türden haberlere:

‘Otuz yaşında bir kadın başka kadınlarla ilişkisini öğrendiği kocasının uyurken başını baltayla parçaladı.’

‘Otuz altı yaşındaki İ. S’e adlı kadın her gece içip kendisini ölesiye döven kocasını yemeğine fare zehri koyarak öldürdü.’

‘Yeni evli bir kadın kendisini sürekli döven kocasını tarım ilacıyla zehirledi.’

Pencerenin kanatlarıyla perdesini açıp evi havalandırdıktan sonra derin bir soluk alıyor. Sokaktaki kadın yoluna devam edip üç eşik geçtikten sonra tekrar soluklanıyor. Aşağıdaki sütçü pencereye bakıp göz kırpıyor gibi. Köşedeki taksi şoförü bıyıklarını buruyor. Kime, İpek’e mi? Ahtapot perdesi açık pencere görünce huysuzlaşır. Tekrar çekiyor perdeyi. Telefon! Kim olduğunu tahmin edebiliyor. Almacı kaldırsa mı? Ya o değilse?.. Zil sesini duyunca kendi bedenine dolanmış kollarından kurtulmaya çalışıyor ahtapot. Ah, hayır! O uyudukça İpek için o kadar nefes, su, hava, güneş... Almacı hızla kaldırıyor. Alo?.. Alo, kimsiniz? Bir sinirlilik halinin sessiz dili. Yüzü perdeyi savurarak bir rüzgar gibi dalıyor içeri. Burnundan soluk alıp veriyor. Kaşları kendinden çatık, erkeksi. “Döndün demek.” Ağzından köpükler saçıla saçıla konuşurken, perdenin uçuşmasını fırsat bilen bir kelebek süzülüyor odaya. Beyaz kanatlarında kınalı benekler. Odanın içinde bir- iki tur döndükten sonra gelip omzuna konuyor. “Sen hiç âşık olmadın mı?”

“Olmadım.”

“Hiç mi?”

“Hiç...”

“Yazık... Nasıl bir duygu, bilmiyorsun öyleyse.”

“Bilmiyorum.”

“Âşık olsan katlanırdın belki... Sen iyisi mi durma burada, git!”

“Nereye?”

“Aşkı aramaya.”

“Nasıl bulurum bu koca kentte aşkı ben?”

“Bundan kötüsü mü olur a kızım! Burada hayatın en ağır stajını yaptın. Bu adam etini satmasa da ruhunu satıyor senin. Bir pezevenk bile bundan daha iyi davranırdı sana. Hem bu konuda deneyimlisin artık.”

“Bilmem ki... Nasıl olur?”

“Korkma git. Bak başının çaresine. Hayat sandığından da kısa. Ayakta durursun sen, biliyorum.”

“Ama... Kızım...”

“Babasıdır, emin ol senden iyi bakar ona. Sen aşkı bir tanı, gerisi kolay, alırsın kızını. Hayata tutunman, kendini toplaman için aşk lâzım sana, aşk! Allah göstermesin, katil bile olursun burada durursan kız.”

Kanatları açıp kapandıkça odanın kasveti aralanıyor.

Telefon uzun uzun çalıyor yine. Elini almaçtan çekip mutfağa sığınıyor. Karyolanın gıcırtısı, Olcay’ın homurtusu... Almacın kalkarken çıkardığı tıkırtı.

“Alo... Anne? Sen misin? Evet, uyuyordum... Yok yok, merak etme, kuzu kuzu çıkıp geldi... Ne olacaktı ya, babası alıp getirmiş. Bir sürü de azar işitmiş orada... Döndükten sonra aradı babası, çok mahcupmuş, defalarca özür diledi... Otogara bırakıp dönmüş... Öyle ya, nerede bulacak böyle kapıyı... Çalıştı, çalıştı! O kadar dedim dinlemedi, bir doktorun yanında kayıt işlerine bakıyordu. Bırakır mıyım anne? Ne diyorsun sen? Yakışır mı bize?.. Doktor erkekmiş, evet... Yok öyle, bırakmam, bırakır mıyım? Orada çalışmaya devam edersen gelmeyeceksin bu eve dedim, o kadar! Akşam dersini aldıktan sonra çekip gittiydi zaten. Hah haa! Yaa, onun içinmiş, evet, canı sıkılıyormuş. Yok yok, kafanı yorma sen. Tabii kendimi üzmem anne, niçin üzecekmişim. Bakıyorum sağlığıma tabii, turp gibiyim çok şükür... Bak, elinden iş geliyor, Allah var, istedi mi öyle bir yapıyor ki... Biliyorum, hizmetçi istemiyorsun sen. Bir istesen var ya, iki tane birden tutardım... Yok anne yok, yapsın tabii... Kızı o götürüp getiriyor okula şimdi... Evet anne, evet, haklısın. Ben kendi elimle yaptım. Ne yapayım, bir anlık heves işte. Ayaklarım kırılaydı da gitmeyeydim o kasabaya. Sen de eli yüzü temiz birini deyince... Biliyorum anne, haklısın, kasabadan dememiştin. Bir kasaba kızı gelip de burada yapamaz tabii, düşünmeliydim. Sudan çıkmış balığa döndü buradaki ortamı görünce... Hayır, hiçbirine değil de, birileri eve gelir, suratını asar, bir eş dost yemeğine giderim, suratını asar, en çok da ona bozuluyorum. Yüzü hiç mi gülmez bu kadının? Aç değil, açıkta değil. Babası beş kuruş para mı harcadı? İğneden ipliğine her şeyi biz yapmadık mı? Gelip dayalı döşeli eve oturmadı mı?.. Kıskanıyor, belli... Yoo, ödün yok anne, hiç ödün yok! Sen merak etme... O mu? Kızı okula götürdüydü, akşama zor döner artık, çarşı pazar dolaşır salak salak... Babasına mı?.. Yoo, fazla bir şey değil, dilini kısaltmak için verdiydim, işinde ol sen. Benim için önemli bir para değildi zaten.”

Garda üst üste iki sigara içimi kadar bir süre kalmıştı babası. O an hangi otobüste yer varsa, iner inmez almıştı dönüş biletini. Otobüsün kalkmasına beş dakika vardı.

“Hadi kızım, ev halidir, böyle ufak tefek şeyler için bozmayın ağzınızın tadını. Erkektir, olur, düzelir. Eşimiz var, dostumuz var, gitti de büyük kente hanım olamayıp geri döndü demesinler. Biliyorsun, dul olmak zor iştir bizim oralarda. Ağabeylerin alıngan çocuklardır, başlarına dert açarlar sonra.”

Pazarlığı bitirip parasını almış namuslu bir celep gibi dönüp duruyordu ardında.

“Bak sakın ha baba, bir daha söylüyorum. Aramızda kalacak beni senin getirdiğin. Kendim döndüm tamam mı? Burnumu sürte sürte, gittiğim gibi döndüm, unutma.”

“Tamam tamam, hoşça kal hadi.”

Banyonun kapısı kapandı. Su şırıltısı. Olcay’dır. Kelebek yine omzunda: “Hadi tam zamanı, ne düşünüyorsun daha!” Pencereden uçup gitti. Kapı zili! Olcay çıkmadan koşup açtı. Yine o ince yapılı, uzun boylu, uzun sarı saçlı kadın... Omzunda kalıyor bunun. Pis herif. Parasıyladır yine...

“Buyrun, beyefendi banyoda.”

“Siz?”

“Temizlikçiyim... Çıkıyordum ben de.”

Mantosunu alıp çıktı. İçi daha rahattı şimdi.


Zafer DORUK

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa