Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Ahmet ÖNEL
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

AKLIN ERMEDİĞİ

Çarşıya çıktım. Ayaklarımda nasıl bir hafiflik! Alışveriş yapıp döneceğim ama adı konmamış bir rüzgarın beni nereye kaldırıp koyacağını henüz bilmiyorum. Alışverişin ön duygusudur bu. Kimi zaman hayatın alıp sattığı siz olursunuz ve bu baş döndürücü el değiştirme sırasında bir başka pazara ait olduğunuzu neden sonra anlarsınız. Bunu bildiğim için sıklıkla çarşıya çıkmam. Cebimde üç beş kuruşum varsa avuç içlerim terleyene kadar sıkı sıkıya yapışırım onlara; olsun, kendimi pazarın acımasız kurallarına karşı korumaya almış olurum hiç değilse. Yapacağım ilk alışverişle varlık tarifimin değişeceğini de bilirim, bunu başkalarının bilmediğini düşünecek kadar ayrıksıyımdır üstelik. Eh, bu da bir bakış biçimi, hoş bir aldanış ya da aklın ermediği bir hal işte. Yabanlığım, acemiliğim, çarşıyı yadırgayışım da bu yüzden.

Çarşıya çıktım; evet, sonunda yaptım bunu. Bütün bir riski, koca bir savaşı, dahası peşin bir yenilgiyi baştan göze aldım ve sanki çok sıradan, her gün yapılan bir şeymiş gibi cüretle ileriye doğru atıldım. Piyasa hareketleri, pahalılık, insanları biraz da tava getirmek için hazırlanan ödeme kolaylıkları bu öykünün malzemesi değil; belki de bütün bunlardan en çok etkilenen, en fazla rahatsızlık duyan biri olarak şu sıraladıklarımı konu bile etmeyeceğim. Aklın erdiği şeylerde gezinen biri olmaktan yana değilim kısacası! Çarşıya çıktığım takdirde almak zorunda kalacaklarımla yaşayacağım kıyasıya hesaplaşma duygusunu daha ilk adımlarımı atarken yadırgıyorum. Bir öncesi, yani her şeyin olması gerektiği gibi olması hali düşlerimde kalan bir sıradanlık belki de. Ben çarşıya çıktığımda, evime çarşıya çıkamadığım halin sonuçlarını yüklenip dönmek isterim. Zordur söylemiştim; ama hayat da böyle bir şey değil midir aslında? Yolda karşılaştığınızda hatırını sorduğunuz birinin vereceği yanıtı can kulağıyla dinlemekten yana mısınızdır örneğin? Parkta gezinirken selamlaştığınız, dahası ayak üstü iyi dileklerle donattığınız bir tanıdığın iyilik ve hoşluklara boğulması canınızı sıkmaz mı sahiden? Hayatın tuhaflıklarıdır bütün bunlar. Sevmek düşüncesini yüklenip yola çıkar, ne ki sonuçta hüsranla geri dönersiniz. Hadi biraz daha abartalım, hayatın dikenli yolları sevimli bir oyunun da habercisidir işin başında; eşikleri aşıp basamakları bir bir tırmandıkça daha güzel, daha yaşanır bir dünyaya ulaşmakta olduğunuz masalı bir türlü bırakmaz yakanızı, ne ki geride bırakılan her bir basamak yalnızca Dante’ye yol arkadaşı çıkaracaktır sizi. Ayrıca cehennem başkaları bile değil, bizatihi kendi hayatınızdır bal gibi. Yedi kat dibe inmeyi bir hoşluk, hele hele bir marifet sanmanın kazancı, tevekkül sahibi olmakla sınırlıdır yalnızca. Ne zenginlik ama! Sonunda, hayat umduklarınızla bulduklarınız arasında sonsuz bir salınım başlatmıştır. Yanlış bir salıncağa kurulduğunuzu fark ettiğinizdeyse iş işten çoktan geçmiştir! Üstelik bu manasız gelgiti durduracak bir güçten de yoksunsunuzdur. Hayat, aklın erdiğiyle ermediğinin hoş bir yarışıdır. Bu yarışta kimse birinci gelmez; asıl beklenti kazanmak da değil, yalnızca dürüst bir yarışa katılmaktır ama, yaşanan zaman dilimi ahlakın erdem olduğu bir zaman dilimi değildir ki! Güzel oyunların iyi niyetlerle başlayıp intikam çığlıklarıyla sonuçlandığı bir arenadayız; aslanları salan da biziz, onlara yem olanlar da. Neyi niçin yaptığımızı, yaparken ne amaç güttüğümüzü çoktan unuttuk, yalnızca itekliyor ve itiliyoruz. Duranın düşüp ezileceği gün gibi aşikar! Durmadan deviniyoruz, bir an için olsun durup düşünmeden yapıyoruz bunu ve kurallarının kabulü asla mümkün olmayacak bu oyuna daha işin başında oyuncu yazılıyoruz.

Çarşıya çıktım; ayaklarımda bir hafiflik bu yüzden. Yürüyor muyum, yürümüyor muyum belli değil. Belki de gerisin geri gidiyorum. Sonunda yeniden eve dönüyorum ve çarşıya çıkmıyorum! Çarşı bana konuk oluyor. Yoksunluğu, tükenmişliği, belki gerçek ucuzluğu sunuyor ev sahibine. Yahu diyor çarşı, bunu ara sıra yapalım, belli günlerde ben de sana geleyim, bir kahve içer oradan buradan konuşuruz. Olur ama geldiğinde fazla uzun oturma diyorum buna, sıkılabileceğimi söylüyorum; evet, çarşıda dolanmak beni ne kadar bunaltırsa, çarşının bende gezinmesi de bir yerden sonra fazla gelebilir.

Aklımdan geçenleri sizle paylaştım; biliyorum siz bana bunları anlatmazdınız. Çarşıyı çarşı olarak çoktan kabullenmişsinizdir zaten. Sizin için alışveriş yapmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Öncelikle evdekiler bunu bekler sizden. Evin babası, ne bileyim anası filan değil misiniz yoksa? Çocuklar gözünüzün içine bakarken böyle düşünceleri akıl süzgecinden geçirmeye kalkışmak söz konusu süzgece ihanet etmek değil midir yoksa? Sonuç olarak benim bu noktalarda eşelenmem densizliğin dik alasıdır aslında. Oyunbozanlık kanıma işlemiş bir kere; dahası, şu oyunbozanlığın yalnızca çarşıyla sınırlı olduğunu da sanmayın sakın! Geçtiğimiz haftanın başında işe gitmek için kapıyı çekip çıkmışken ani bir kararla geri dönen de benim, eve girdiği anda ne yapacağını bilemeyip kendine söven de. Köşedeki koltuğa gömülüp kucağına açacağın bir kitabın tadını çıkar bari, öyle değil mi? Ne gezer! Daha ilk sayfada okumaktan vazgeçip anlatının devamını yazmaya başlayan da ben değil miyim? Kitap kahramanının kaderi bir anda yazarının ona biçtiği sondan kurtulmuş, benim kontrolüme geçmiştir! Sonunda kitabı öfkeyle fırlatıp atarım ama, bilirim ki aslında bıraktığım anda onu elime yeni almışımdır. Bunları anlatıyorum ya, fazla da kulak asmayın! Yazdıklarım asıl olup bitmesi gerekenleri pekala yaptırıyor bana; yani ekmeğimi, gazetemi, sigaramı alıp kuzu kuzu evime dönüyorum. O çılgın, o reddeden, o çarşıyı kendi bedenine kazımış ve herkese meydan okuyan adam nereye gitti peki? Söylemeliyim; ben bu tuhaf, bu huysuz duyguyu belki de bir başkasına satıp işin içinden çoktan sıyrıldım Evet, bir başka alışverişle gerçekleştirdim bunu. O talihsiz adam günü gelince çarşıya çıkıp hiçbir şey satın almadan evine dönecek, yemin ederim! Ne fiyat politikası ne kişi başına düşen milli gelir, hiçbir şeyle ilgisi olmayacak bu alışverişsizliğin. Yalnızca aklın ermediği yerde yuvalanan bir parıltı tanıklık edecek bu değişime. Sırt sıvazlayıp aferinleyecek. Bak dostum diyecek aklın ermediği; sonunda hayatın taklidini aldın, işini kolaylaştırdın ve sınavı geçtin, kısacası hoş geldin aramıza! Ben bütün bu olanları uzaktan gözleyecek ve kendi kendime gülümsemekle yetineceğim.

“Anne, çarşıya çıkıyorum. Bir şey lazım mı?”

“Bir şey lazım değil oğul. Hadi uğurlar olsun!”

Dünyanın en güzel, en anlam yüklü, en huzurlu cümlesiyle bitiriyorum bu öyküyü. Bitiriyorum dedim ya, belki de daha yeni başlıyorumdur!


Ahmet ÖNEL

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa