Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Fikret ÜRGÜP
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

TENİS TOPU

 “Bütün günlerim işkence”
“Bütün gecelerim senin olduğun yerde”
Öğleyin, iltimaslı, bol etli kuru fasulyeden sonra anatomi amfisinde buhar banyosu. Yüreğine bir bulut yerleşmiş, burnu tıkanmış, bacakları uzuyor çekilmekten, belkemiğinde şehvetimsi bir gevşeyiş, kasılıyor, geriliyor, bir yerine dokunan olsa ok gibi fırlayacak.
“Klâsik müzikteki kuarterler kadar düzenli ve anlamlı ama dayanılamıyacak kadar can sıkıcı ve tatsız olurdu yaşamak, uykuda ve uyanık görülen rüyalar olmasaydı. Uyanık rüyanın tiryakisi olanların yüzlerinde gülümser gibi bir yumuşama vardır. Birbirlerini tanırlar ve hiç çekemezler, çünkü pratik hayata ayak uydurmalarına engel olan bu tiryakilikten kurtulmak ta istiyorlar, ve aynı cinsten kimseleri gördükçe bozulur, eski alışkanlıklarına kapılırlar. Bereket ki uyanık rüyayı tatmamış olanlar hiçbir şeyi farketmezler. Yoksa uyanık rüyada yaşıyanları sokak başlarında linç ederlerdi.”
Anatomi amfisinde profesör, kara tahtanın üzerine renkli tebeşirlerle, hiç şaşırmadan, isimlerinde aksamadan, göz dibindeki damarlarla sinirleri çiziyor. Sanki göz dibi kendi yazdığı kitapmış gibi. O kadar kendi evinde. Kaloriferler mevsim tanımıyor, istihkaklarını zamanla tüketmiye çalışıyorlar. Buğu gittikçe artıyor, ve üst sıralardan aşağıya bastırdıkça bastırıyor. Askerlik dersinde öğrettikleri gibi, eski biçim bir el bombasının ipini çektikten sonra 21’e kadar sayıp ortaya fırlatmak vardı. Ama, mavi gözlerini geri çeviripte kimseyle göz göze gelmiyen profesörün saçsız kafatası ayrıca çekiciydi, ve kullanılmamış, içi lâstikle beslenmiş, namuslu bir tenis topu onun çıplak kafasının tam tepesine nişanlanırsa kimseye zarar vermeden herşey düzelebilirdi. En arka sırada, tehlikeli bir rüya tiryakisi uykuya kapılmamak için homurtuya benzer sesler çıkarıyor, ve iki sıra önde bu işlere bir çare bulmıya çalışanın nevrini döndürüyor. Amerikan filmlerindeki sesiz tabancalardan biri olsa, hocadan başlayıp, ön sıralardan en arka sıralara kadar kim varsa, gık demeden temizlenirdi. Sonra pencereler açılır, o münasebetsiz ve buğuyla gittikçe ağırlaşan fenol kokusunun şehvetli yapışkanlığından kurtulmuş olunurdu.
Öteki dersin hocasıyla öğrencileri olduğu yere mıhlanmış hocayla öğrencileri hiç yadırgamadan içeri girerler ve aynı oyun yeniden başlardı. Sırf bu boğucu, uydurma havayı yok etmek, rahat nefes alabilmek için –Ama en arka sıradaki işin tadını kaçıracağa benziyor ve “gel, fırlıyalım, kurtulalım” mânasında bir işaretimi farkedince, yapacağımızı başka defaya bırakarak açık havaya kavuşuyoruz. Tenis maçına gideceğiz. Hava pırıl pırıl. Her milletten şampiyonlar karşılaşacak. (Şimdiden söylemek lâzım, namuslu olup da bekletmemek, kimseyi aldatmamak için. Anatomi hocasının çıplak kafasının tam tepesine ciddi bir tenis topunun patlatılması o tenis maçında yakalanan teknikten faydalanmakla olmuştur. Bunun kimseye zararı dokunmamış, yalnız, ağzı kilitli gibi konuşan değerli hoca, evini, şöhretini, karısını, çoluk çocuğunu terkedip; dudaksız görünen, morumsu tenli, pudrayla karışık fenol kokusu tenine sinmiş olan kadın asistanıyla Anadolu’da bir yere hekimlik yapmıya gitmiştir. Aşı, sünnet, damar iğnesi filân da yapıyormuş ve halinden şikâyetçi değilmiş. Tıpkı, bir sabah evinden çıkıp, yan sokaktaki bir odaya yerleşen, ve yirmi sene orada yaşarken artık sokakta kimsenin, hattâ karısının bile tanıyamadıkları İngiliz kalem efendisi Mr. Wilkins gibi. Hocada, anemik kadın da ötekilerin arkasından silinmişlerdi tenis topu olayından sonra…)
Amfideki buğulu fenol havasından, iç organların çürük ve cerahat kokusundan kurtulunca, toplanıyor, kadını ve şehveti daha sıhhatli bir şekilde hissediyoruz. Her dudaktan öpüş sarımsak kokuyor, kadınların içlerinde salamura balık kokusu yok.
Tenis maçlarına yalnız Japonları kabul etmemişler. Çünkü onların her attıkları serviste top sıçramıyor, yerde sönüp kalıyormuş. Bunu da, spor değil cambazlık saymışlar. Arkadaşa belli etmedim, bunu öğrendiğimi. Yapacağım gizli kalsın istiyordum. Sonra, ona hiçbir zaman güvenilmezdi. Her öğrendiğinden sonuna kadar faydalanır, işin tadını kaçırırdı. Ama bir nevi çaktı, benim amfiyle ve hocayla ilgili tasarılarımı. Yüzünden anladım. Gözlerini kapamış tenis oyununu seyretmiyordu. Tenis topuyla ilgili olan her şeyi bana bırakmıştı. Daha etkili, daha ciddi bir şaka hazırlıyor olmalıydı.
Tabii bunu benden başka farkeden yoktu. Ben de boşverdim. Daha doğrusu oyunun dalgasına kapıldım. Herkes gibi benim de başım toptan rakete raketten topa gidip geliyordu.
Tatlı bir sarhoşluk içindeydim. Yanımda, önümde, arkamda, ilerimde bir alay, bakımlı, süslü , püslü kadınlar, sıcaktan olacak inanılmaz kokular saçıyorlardı. Yüzleri pembeleşmiş ve nemli. Ara sıra: —Hay! Uuf! Fituuv! diye sesler çıkarıyorlardı, ve göğüsleri inip kalkıyordu. Çünkü kadınların heyecanları göğüslerinden belli olur.
Karınları içinde çocuk vardır belki de, onun için kalkmaz.
Topa bakmaktan, başımı bir sağa bir sola çevirmekten kurtulamıyordum. Fakat öğrenmek istediğimi öğrenmiştim. Bana lâzım olan Japon ustalığının yanında, bu şampiyonların marifetleri çocuk oyuncağı idi.
Tenis topunu tam noktasına nişanlayıp, orada durdurmak, onun durduğu yeri artık değiştirirdi. Bütün topların oraya çarpınca sıçrayıp gitmesine ve pekte iz bırakmamasına alışmış olan o yerde bir top sıçramaz, yapışır kalır ve üstelik olduğu noktada topaç gibi dönerse orası ister çimen kort, ister beton, ister toprak kort olsun, ister saçsız bir kafanın tam tepe noktası olsun artık eskisi gibi değildir.
Ne kadar usta olursa olsunlar, bunlarınki bellenmiş, sıkıcı, inada binmiş, hırçın ve kaba top atışverişleriydi. Çok şükür ki kadınlar, açık ve parlak renkler giyinmişler, baş döndüren kokular sürünmüştüler. Yoksa dayanılmazdı.
Bir aralık, -sezmiştim böyle bir halt karıştıracağını- olan oldu. Bu kadar monoton, sen vur ben vurayım oyununa tahammül edemiyeceğini biliyordum. Gökyüzünü çatlatan bir patlamayı yere inince hissettim. Bir yerime bir şey olmamış, yalnız, pantolonsuz, hatta iç donsuz kalmıştım. Eskiden tanıdığım ve beni sevdiğini hiç ummadığım bir kadın eliyle önümü kapıyordu. Öteki seyirciler de vurulmuş kuşlar gibi yere serilmiştiler. Kadınların o renkli elbiseleri üzerlerinden soyulmuştu. Ona bakındım. Kortların çok ötesindeki bir kavak ağacının tepesine kadar uçurmuştu onu, ustaca kullandığı el bombası patlayınca.
Üzülmedim, kıskanmadım, kızmadım. Tenis topunun Japon tekniğini öğrendikten sonra, onunki gibi tehlikeli fakat süresiz şakalarla vakit geçirilmez. Nice kimselerin hayatlarının değiştirildiği, bu yüzden kendi ihtiyaçlarını ilk defa hissederek giderdikleri, ve değişen şahsiyetleriyle mutluluğa eriştikleri sonsuz olaylar görülmüştür.
Yalnız, bu kimseler, isteseler de bir daha ötekilerin alışılmış hayatlarına dönemezler. Çünkü onlara benzer olmuşlardır. Böyle, onun oynadığı gelip geçici şakalar değil, kalıcı, tesirli, hayat değiştirici nice sonuçlar almak mümkündür. Tenis topunu Japon usulü kocanın kafasının ortasına nişanlayıp, orada zıplamadan döndüren ve onun hayatını değiştiren kim olabilirdi?

 

(*)Fikret Ürgüp, Van, Kısa Lodos Hikâyeleri, Gece Yayınları, Ankara 1991

 


Fikret ÜRGÜP

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa