Regülatör
1
Kaçırmıştım… Önce kavuniçi yanaştı, bu o değildi. Uzakta bir mavilik göründü, bu o olabilirdi! Ama ama önünü diğerleri kesiverdi, o, makasta, gözden yitmişti. Durağa giremeyen maviyi kaçırdığımı fark eden kavuniçi “gel abla” dedi, bir şey sormadım, bindim. “Kadın el kaldırmazsa yetişiriz” dedi. Mantolu bir kadın el kaldırdı, kavuniçi durağa girdi. Mavi yine yitmişti. Gecikmiştim. Bir sonraki mavi, yirmi dakika sonraydı, üstelik onu da yakalayamayabilirdim. Ondan sonra yetişmem gereken kırmızı, kırmızıyı kaçırdığımdaysa, bir sonra gelecek olanı, iki saat sonraydı. Bu, diğer yolu, Regülatör Köprü’yü kullanmam gerekir anlamındaydı. O yol, iki ayrı otobüse binmek, iki durak yürümek, demekti. Muavin nerden bilsin, yine de muavin, muavin, hayıflandı cık cık cık biraz mahcup! Cebimde hazır ettiğim bir lirayı uzattım, yirmi beş kuruşunu geri verdi. Bir saygı, ağırlığı. Şoför, sürekli maviyi kontrol ediyordu, birini solladı, birini daha, yol darlaşınca âni bir sıkışma, fren, debriyaj, vites, dikiz aynası, direksiyon, ağzının içi tükürük dolu, hafif kırdı, kırdı kırdı şangırtı, yok yok neyse sıyırdı, ilerledi gaza bastı, gaz gaz tek gazda ışığa vardı, öndeydi.
Mavi, kırmızıdaydı, en önde. Sarıda. Daha yeşil yanmadan gaza bastı, yitirdik. Kapıda, hâlâ bir umut, direğe asılıyım, birileri itip kalksa da yerimi koruyorum. Bir kadın, bir adam, bir öğrenci, bir yaşlı kadın, “ben ineyim” dedi “in” dedim. Şoför “bir arabaya veririz seni” dedi. Muavin başını öne salladı. Başımı salladım.
Verdiler.
Bir başka maviyle. Gittim. Hastaneyi geçtim, iki durak yürüdüm. Durakta, omzunda çantası, bir adam, etrafa bir bakış attı, bana baktı, ilerledi, yanaştı. Yabancıydı. Sığındı. Bakmadım. Boynumu hafif doğrulttum. Yolun her iki tarafında kırık dökük evler. Penceresiz. Evlerden sıyrılıp yükselen, geniş araziye, köşeye, Seyhan’ın kıyısına kurulu Hiltonsa. Hiltonsa terasında şemsiyeler, şemsiyelerin ardında, yalnızca Torosların karlı silueti. Arabalar. Bir bir yanaştı. Solaklı. Tuzla. Karataş. Önünde Şimşek yazan, içinde işçi bulunmayan, işçi servisi yoldan kıvrıldı. Jip, jip, jip, sıralı, çiftlik yolunda şapkalar, dönemeci kavrayıp hızla geçti. Beklediğim. Durağa girdi. Bindim. Geride, yabancı, yabancılığıyla kaldı. Arkada, sonda bir kişilik yer. Sıkışsam! Aralarına sıkışıverdim. Sağımdaki adam dirseğinden, alt bedeninden kımıldandı, yerinden, yanımdan kalktı. Bana sürtünmek istemedi. Ona sürtünmemi istemedi. Oturdum. Koltuk genişlemişti, bu defa solumdakiyle de birbirimize sürtmedik. Biri “beni tanıdın mı “ dedi “yok” dedim “Deniz’in annesiyim” dedi. “İyi” dedim.
Yumdum ağzımı. Sıkı sıkı. Eski, Alman fabrikasını geçtik. Sağlı sollu fabrikalar. Kitabı açıp bir iki paragraf okudum, midemde bulantı, dilim, dilim pas, kitabı kapattım. İçimde. İçimden güldüm, güldüm, kahkahalar yükseldi, solda Organize Tarım Sanayi’nin, sağda Pioneer Üretim Tesisleri’nin işçilerine, ustalarına, ustabaşlarına, kısım şeflerine, mühendislerine, patrona sıçradı. Kahkahalar daha da yükseldi. Yolun her iki yanında uzanan araziye, yayıla yayıla ilçe geride kaldı, beldedeyiz. Jandarmalıkta herkes indi. Kalan, yeşil kart çocuklu bir iki kadın. Onlar da sağlık ocağına. Ben de ocağın bitiminde, hemen yanında, yolun sonunda, demir kapıda kendimi atıverdim. Harley’imde vırç vırç sesler. Çamur. Çamur yatağında, milin içinde mıknatıs, kuvvetiyle beni dibe çekmekte, yine de geçip içeriye girebilmiştim, işte tam da o ân, zil, zil çalıverdi, kulağımda, demir kapıda,
2
Uyanıverdim. Belimden yukarısı ter, yastığı alıp duvara çarptım, mavi, kavuniçi, kırmızı kuştüyleri havada uçuşup çarpıştı. Fabrikalar, hastane, jandarmalık, sağlık ocağı iç içe girdi; kornalar, düdükler, sirenler, ziller, çanlar, borular, birbirine karıştı. Belimden yukarısı ter. Yastığı bir daha duvara çarptım, birkaç kuştüyü daha havalandı. Uyku sersemliği başımı duvara, çıkıntısına, köşesine vurmuşum, kaşımda bir morarma, kalktım yüzümü yıkadım. Üzerime, parfümü terimin üzerine boşalttım. Çıktım, dışarı, yola, durağa. İki taraf açık, cereyan, mantoma sarındım. Elimi kaldırdım, kavuniçi durağa girip, aldı beni. Avcumda, yumduğum bir lirayı uzattım, yirmi beş kuruşunu geri verdi.
Saba KIRER