Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Kadriye BAKŞİ
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

ATLIKARINCA


“Danziger Sokak, Karosel Bar. Sallanma Ayten, atla bir taksiye hemen gel, herifler paralı beklemezler bak!”
Ay, telefonu ne çabuk kapattı Anika!
Son beş avromu Dodi’ye kaptırdım az önce, borcum varmış. Neyle bineceğim taksiye?
Tuh! Şanze Park’ına girdim galiba yol uzayacak. Kar tozları yüzümü fena kamçılıyor, gözlerimi açamıyorum ki.
Karanlığa birileri gizlenmiş sanki, karlara sarıp sarıp taş atıyorlar sırtıma. Canım yanıyor, sendeliyorum ikide bir. Bedenim bir torba cam kırığı, kımıldadıkça kendine batan.
Şişe kırılmış, ruhum uçmuş. Harmanım.
Yılanlı kuyuların dibindeyim, ejderhanın kolları boynumda, boğazımda. Çaresiz zavallılıkta, buzlar içindeyim çırılçıplak, terler içinde cayır cayır.
Bir gram kokainim yok.
Bu kuzey rüzgarı da nereden çıkıp geldiyse? Yürüyemem artık, gitti kanım dermanım.
Ulan Dodi ne cehennemdesin? Karlarda boğul, canın çıksın! Bir parça krek verseydin hiç değilse.
Danziger Sokak: cehennemin dibi. Nasıl gitmeli?
Parkın kenarından tren yolu boyunca; Dammtor, Alster, Kenndybrücke, Sant Georg, nerden baksan bir saat ister.
Güzel şeyler düşünsem bacaklarıma kuvvet gelecek belki, ama aklım emrimde değil ki.
Puslu gece manzaraları ayaklanıyor uzaklardan, üstüme yürüyor. Gri duvarlı evler, gri bacalarından dumanlar salıyor göğsüme kurşun gibi. Hüzünden kaskatı evler panzer yalnızlığında; bahçesiz, balkonsuz, acımasız. Fersiz gözleri kalın perdelerle örtük, çığlıkları ses olmadan boğulmuş.
Çocukluğum geliyor üstüme.
Havada kömür isi kokusu. Kırık dökük eşyaların arasında ellerimi uzattığım taş soba soğuk. Beynimin aynası parça parça.
Çocukluğum.
Wilhemsburg’u hatırlamak; İki oda bir mutfak.
Annemin bitmez tükenmez bedduaları geceler boyu. Babamın alüminyum tozlarıyla fabrikayı kusan, kapkara öksürükleri duvarlarda.
“Gebersin dinsiz! Paralarını Alman karısına yedirdi. Ev bile tutmuştu orospuya. Hani? Posası benim başıma kaldı bak! Kansermiş, kötüler uzun yaşar, hâlâ bilmem nesinin keyfinde görmüyor musun?”
“Bu kız sigara içiyor.”
“Kız da değilmiş zaten, Cafer onu almaz artık.”
“Kimmiş bu Stefan, kimmiş?” “Okul mokul yok tamam mı? Oradan öğreniyorsun her bir bokluğu.”
“Babasına çekmiş valla, illa gavurlarla düşüp kalkacak işte! Kıracak ağabeysi kemiklerini.”
“İbret olsun bak, sokaklara düşünce neye döndü o güzelim kız!”


Hortlağa döndüm. Olsun. Evlerinizi bir türlü sevemedim.
“Bu şehir yaşamıyor çoktan ölmüş aslında, geceleri hortlayıp dolaşıyor,” demişti ya Anika. İşte o hortlak benim. Uğultusunda gecenin, cankurtaran çığlıklarıyla çağırdığınız kalp sektenizim, pat diye önünüze, arkanıza, caddeye düşen. Kırk iki kilo üç yüz gram, gölgesi karanlıkta uzayan, hepatit, AİDS, frengi, herkesi birbirinin dengi yapanım. Hemşehrinizim.
Bir de isim bulsam kendime Karosel Bara varmadan...

“...Hey, sen! bir şey sorsam.”
“...”
“Bu gece adım ne olsun, kim olayım bu gece ben?”
“Hadi sana Sabrina diyelim tatlım. Bende günlük bilet var bir avroya alır mısın? Yürümezsin hem.”
“Saat on bir otuz iki, bugün neredeyse bitti. Hadi ver şu bileti!”
“Sen bittin orospu sen bittin.”
Bittim.
Çarşaflar gibi solmuş benzimi aynada gördüm her sabah, ‘vazgeçeceğim’ dedim, geçemedim. Kalktım, yine gittiğim yerlere gittim.
Çaresi yok mu bunun?

Karosel Barın ışıkları atlı karınca. Mavi, sarı, yeşil. Ha babam yan, sön, dön.
Cam kenarı bir masada Anika, kokain çantasında, yüzü patiska. Kırmızı ruju tazelenmiş, kumral saçları pelerininde. Gözleri kendi hayalini seyreder gibi ıslak caddede. Karşısında iki erkek.
“Ralf’,” diyor biri içeriye girince.
Elini sıkmıyorum. Ürkek kızı oynuyorum ona çekingen gülüp.
“Sabrina,” diyorum.
“Hani ‘Ayten’ demiştiniz, Türk kızı değil miydi gelecek olan?” diyor öbürü. Solaryum yanığı yüzü, narsis, marazlı, adı Davit’miş; çıkışıyor Anika’ya.
“Ayten’in işi çıktı,” diyorum. “Benim de babam Türk’müş.” Ona elimi veriyorum. Sadist olan bu herhalde.
Ralf Mazoşist olanı. Gözlerini kaçırırken, başını silkeleyip yağlı saçlarını arkaya savuruyor durmadan. Eli sımsıkı Anika’nın avucuna teslim. Heyecandan sıkışıyor tuvalete gidiyor beş dakikada bir. Sol bacağı kısa. Bankacıymış. Otuz yedi yaşında.

Hiç bir erkek yalnız değil burada. Baygın, çiçek kokulu parfümler sıkarız fıs fıs. Gelir, terden pırıltılı solgun tenlerimiz, hayranlıkla parlayan gözlerimizle sarıp sarmalarız hepsini. Uzun, ince parmaklarımız saçların arasında teselli. Sigara isi, küf, magi sosu kokulu, açık mutfak- salon bekâr odalarında; ter, kir ve meni yapışkanlı, renkleri birbirine bulanmış çarşaflara yayarız incecik gövdelerimizi.

Kaçıncı viskisi bilmiyorum, dikliyor. Barın, dumanlara gömülmüş puslu sarı aydınlığında elini garsona sallıyor Davit.

Kar iyice kalınlaşmış dışarıda, camda uçuşan tanelerin arasından bir öpücük gönderiyor bana giderken Anika. İnce öksürüklerini duyuyorum peşi sıra.
“Evin uzaksa,” diyorum Davit’e, “hani istersen arabada...”
“Olmaz,” diyor. İki yüz avroyu çorabıma yerleştirirken boka bakar gibi bakıyor bana. Bir kaşı havada, lacivert atkısı boynunda.

Kaşarlanmış orospu, esrarengiz kadın, tecrübesiz kız, günahkar dişi... Hangi maskeyi taksam sökmeyecek anlaşılan. Korkuyorum bu Davit’ten açıkçası.
Yok mu bunun bir çaresi?
Kapıdan girer girmez, patır patır koparıyor yün hırkamın düğmelerini. Pantolonumu kendim çıkarıyorum.
“Keçi gibi kokuyorsun, git yıkan önce” diyor, karnıma bir tekme yerleştirip.

Suyu açıyorum. Anika’nın verdiği kokaini vuracağım önce. Allah’ın cezası bir damarı bulamıyorum, kasığımı fena kanatıyorum. Durmadan akıyor kan.
Bir çare arıyorum.

Yıkanmadan, bulduğum bir bornoza sarıldığım gibi banyo penceresinden çöp bidonuna, oradan caddeye... Gözünü seveyim kokain senin, tüy gibiyim.

Davit’in kahverengi cüzdanı ellerimde yumuşacık. Yılan derisi değil belli, içini boşaltıp atmalı. Dört yüz on beş avro, biraz da bozuk para sayıyorum.

Bayılırım takside yalan atmaya. Dilediğimce bir dünya kurup anlatırım hemen. Ben filanca, babam falanca olur, şurada çalışır, burada yaşarız. Şoför de hikayeye uygun bir müzik ayarlar. Işıklar içinde, düşler içinde taksinin penceresinden güzel olur gece yollar.
“Acele Atlantik Otele lütfen, kocamın başına bir şey gelmiş de...”

Yatak muhteşem. Pembe örtüsünü açıp uzanıyorum.
İçinizdeki çocuklar gibi uyuyacağım yine. Karanlık bodrumdaki cezası bitmiş, ağlaya ağlaya yorulmuş bırakacağım kendimi çağırdığım bir rüyanın kucağına.

Böyle ölümle uyku arası bir yerde uyanırım hep.
Yorgun, bıkkın öğle saatlerinde.
“Hâlâ yirmi dört yaşında mısın? Hayat ne kadar uzunmuş kızım Ayten,” derim kendime her gün, “hayat ne kadar uzun.”
Bir çaresi yok mu bunun?


Şubat 2009 Hannover

 


Kadriye BAKŞİ

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa