Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Söyleşiler » Mustafa Ergin KILIÇ ile söyleşi



Söyleşi: Onur Zafer CEYLAN

Mustafa Ergin KILIÇ ile söyleşi...

"Yalın anlaşılır bir dille anlaşılmayanı yazmak istiyorum."

Öncelikle edebiyatımıza ve şiirimize genç bir ses olarak hoş geldiniz diyorum...

Teşekkürler. 1995 yılından beri şiirin, 2000'den beri de dergiciliğin ve dergilerin içerisindeyim. Dergilerde ilk görünmem 2000-2001 yıllarında başladı. Daha sonra belli aralıklarla şiirlerimi yayınladım ama hep yazdım. 2005 yılı ile birlikte kayalara sıkıştırdığım fitilieri birer birer ateşlemeye başladım. Zira on yıldır büyüttüğü m şiirlerim artık ellerini uzatmaya başlamışlardı tutmam için. Ki hayat sürekli yol geçmekse.

İlk kitabınız "Lalfabe" ve hemen ardından "Beş Duyum". Ama gözlemlediğim şu ki sanki ilk kitabınız bir şairin ilk kitabı için hayli pişmiş, hayli çalışılmış.

Tespitiniz tamamen doğru. Lalfabe benim üçüncü kitabı ma denk düşecek bir kitaptı. Ondan önce hazırlanan 4-5 dosyam daha vardı. Beş duyum da bunlardan biridir. Lalfabe şiir tekniği açısından ve içerik açısından benim şiir serüvenimde farklı bir yere düşer. Biraz daha mistik öğeler içeren, biraz daha söz işçiliği ağır.,.- adeta bir mühendis hassasiyetiyle çalışılmış bir kitaptır. Anlamdaki derinliğe ve sözcükteki zarafete iner. Kısaca şiir biraz yo(ğ)rulmuştur. Şairin doğası da budur. Önce şiirini bir silkelemeli, sözcüğünü tanımalı, dildeki ehemmiyeti kavramalı. Sonra şiiri nihayetine vardırmalıdır. Zira ilk kitabın isminden de anlaşılacağı gibi sözcüğün kökeninde harf temel alınmıştır. A'dan Z'ye çalışılmıştır. insanın, doğanın ve yaşamın tüm katmanları işlenmeye çalışılmıştır. Mesela dini motifler Arap alfabesinde işlenirken, Kiril alfabesinde sözcüğün ruhuna inilmiştir ve derdi sorulmuştur. Dil ve akıl iyiden iyice zorlanmıştır. Anlam katmanları yaratılmıştır. Ses ve anlam bütünlüğü içinde yeni formlarda şiirler denenmiştir.

Akabinde "Beş Duyum"da dil biraz daha sadeleşmiştir. Ama aynı ironi aynı imge düşkünlüğü ve şiirin olmazsa olmazı yaratıcılık korunmuştur. Her şiir başlı başına bir kitaptır, yeni bir izlektir, yeni bir soluktur. Aynı şairin kaleminden çıktığı bellidir ama her şiirin kendi özgünlüğü vardır. Benim de şiirde aradığım budur. Her şiirin de ayrı bir derdi olmalıdır. Aynı dert birçok şiirde sürdürülüp, şiiri kanser etmek benden uzaktır. Çünkü şiirin alt yapısını iyi atamazsanız, çabuk hastalanmaya yatkın bir tavır sergiler. Kısa zamanda tüketir kendini. Bunun da dayanağı yeni sözcükler, yeni kullanımlar, anlamda ve seste daima özgünlük aramaktan geçer.

Ben giriş yapıp sizi biraz tanıyalım diyecektim ama siz girişi yaptınız. Belki hep aynı sorular soruluyor ama okuyucuyu da bilgilendirmek açısından şiirinizin altyapısını kimler attı? Kimler kaleminize mürekkep, belleğinize imge, sesinize çağrışım kattı?

Aslında önemli bir sorudur. Şair soyağacını çıkarmasını, köklerinin çıkış ve gövdesinin gelişim sürecini iyi bilmelidir. Suyunu nereden aldığını, yapraklanmasını nasıl tamamladığını.

Çünkü bazı ağaçlar yaprak dökmek için büyür. Gövdesi eğridir. Kısa ömürlüdür. Burada amaç; bir kayın kökü atabilmektir şiire, bir çam duruşuyla birlikte. Diğer taraftan şair yaprak duyarlılığını da kaybetmemek durumundadır. Düşmek anlamında değil ama ufacık bir meltemi de hissetmelidir. Toplumsal duyarlılığı buradan gelmelidir. Evet, şairin duyargaları gelişmiş, beyni ve kalbi tetiklenmeye hazır olmalıdır. Ya da poyraza karşı nasıl duracağını bilmelidir.

Şiirimin altyapısına kimlerin attığına gelince; Piraye'nin adını hapishanede saatinin kordonuna kazıyan bir Nazım Hikmet'i en başta tutarım. Şiirimin temel kaynakları 10 yıl öncesinde Şükrü Erbaş, Yılmaz Odabaşı, Müslim Çelik, Tuğrul Keskin, Hicri İzgören, Nevzat Çelik gibi şairlere dayalıydı. Doğu kültürü ve 80 şiiri bende en büyük ve eskimeyen bir imge olmuştu. Bunların kötü birer örneği olmaya çalıştım diyebilirim. Ama o yıllarda özellikle ikinci Yeniyi, zaman zaman Tanzimat ve Divan Şiirini de iyi tahlil ettiğim dönemler oldu. Sonraları yelpazeyi açmaya başladım. 90'11 yılların ortalarına doğru ilhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Gülten Akın ve Arif Damar gibi koca çınarların gölgesinde durmaya başladım. 95 yıllarında Ülkü Tamer, Hilmi Yavuz derken Abdülkadir Budak, Veysel Çolak, Salih Bolat, Ahmet Erhan, Haydar Ergülen, Enis Batur şiiri üzerinde çok çalıştım. 90’lı yılların sonunda Betül Tarıman, Birhan Keskin, Altay Öktem, Ali Cengizkan, Akgün Akova, Didem Madak, küçük İskender, Nuri Demirci gibi isimleri sayabilirim. Şiirde önemsediğim şey farklı biçemleri ve biçimleri özümseyip bir araya getirmek. Belki seçici ve kendine yakın şairleri okumak gerekir ama bende ki şiir tutkusu öyle büyük ki, her isim yeni bir merak. Var oluşumu tamamlama süreci. Her yazılan şiirin boy aynasında ne kadar kaldığıma bakma olgusu. insanın şiirinin gelişmesinin temeli de buna dayanır.

Mallerme "şiir sözcükler dinidir" der ya, benim şiirim de bunu kendine ilke aldı ve dinamiklerini iyi kurmaya çalıştı. Oruç Arıoba'dan, Sina Akyol'dan, Süreya Berfe'den, Serdar Ünver'den sözcükten yola çıkıp şiire varmayı öğrendi (burada şair değil kısa öykücü olarak bilinse bile Ferit Edgü'yü de saymak isterim). Ancak şairin en önemli öğelerinden birisi de, iyi bir öykü ve roman okuyucusu olabilmesidir. Ben çok dallı olmamı, çabuk yeşermemi, dinamik şiir yazmamı ve kendini sürekli yenileyen, toprağını sürekli havalarından ölü hücrelerden arındıran, tekrardan kaçmaya çalışan bir şiir yazmamı buna bağlıyorum. Bu noktada Herman Hesse, Albert Camus, Kafka, Hemingway, Nietzche, Octavia Paz ve Rus Edebiyatını komple saymak gerekir. Bu yazarlar, şairi felsefi açıdan da geliştirip, damarlarını zaman zaman iyice açarak; insanın beynine ve kalbine giden kanın azlığından şikayet etmesini sağlar. Varlığını sorgulaması için beynine parantezler açar. Bu şu demektir; daha çok okumak, hayatın verdiğini almak yerine hayata bir şeyler vermeyi öğrenmek. Bununla da kalmaz şiir. Dünya şiirinin de elinden tutmak gerekir. Dünya şiirini elinden tutturmak. insanların acılarını bölüşmek, ülkelerin toplumsal sıkıntılarına kulak açmak. Küba'ya gitmek, Tayland'a gitmek.· Hemen yakınımızdaki İran Edebiyatına bakmak, Suriye'yi dinlemek, Lübnan'a gitmek gerekir. Bu arada Eluard, Kavafis, Cibran, Brecht, Neruda, Rilke gibi isimleri de saymak gerekecektir. Kısaca şair beslenme kaynaklarını yerel tutmamalıdır. Acılarını fazla ulusallaştırmamalıdır. Uluslararası edebiyatlarla da iç içe geçmesini bilmelidir. Çünkü dünyadaki belki de tek ortak şey acıdır. Ben insanda kalıcı olanı sayıyorum .. Aşk sevgi mutluluk da hayatın parçası ama yeryüzünün başat geçici olan öğeleridir.


"Şiiriniz bende yağmurdan çok dolu çağrışımı yaptı. Şiirlerinizde birikiminizi paylaşma isteği egemen. Aynca dizelerinizi derin bir sezgi ve güçlü gözlemlerle temellendiriyorsunuz. Bu saptamalara ek olarak şiirinizi nasıl tanımlarsınız?

Dinamik şiir derim, "önce kendini ehlileştirir hayatı anlamak için, sonra hayatı ehlileştirir kendini anlatmak için ... " Önce şiir ince bir zeka ve buluş içermelidir. imge şiirin atasıdır. Şiirdeki yelpazenin renklerini çıkarır ortaya. Ben şiirimi dinamik şiir olarak nitelendiriyorum ve bununla ilgili yazınsal çalışmalar da sürdürüyorum. Şiir değişken olmalıdır, şiir devrim niteliğinde olmalıdır, şiir kendini ve okuyucuyu zorlamalıdır, şiir okuyucuyu şaşırtmalıdır. Şunu söylemeye çalışıyorum; hep derler ya ilhan Berk şiirimizin delikanlısıdır diye, buradaki ironi şiirinin gençliğindendir. Şiiri genç kılan ve uzun ömürlü yaşamasını sağlayan dinamiklerinin iyi kurulması, sözcüğün içerik ve anlam aranması bakımından yenilikler barındırmasıdır. Bir şairin şiir dili sürekli gelişmeli ve değişmelidir. Birbirini tekrar eden şiirlerden ziyade birbirinin önünü açan şiirler yazmalıdır.

Dinamik şiirin altyapısı her sözcüğün şiirde anahtar olma eğilimidir.
Dize içerisindeki sözcükler kendi anlam ve içeriğini zorlayarak şiire bir doğurganlık getirir. Burada amaç; her sözcüğün başlı başına bir şiirin yapı taşı olduğunu sergilemek ve bir sözcüğün bünyesinde barındırdığı nitelikleri ortaya çıkarabilmektir. Sözcüğün şiirdeki etkisini ve yaratıcılığını vurgulamaktır. insanın hücre yapısının önemi gibidir. Uzun vadeli yaşamak için (bir şiirin kalıcılığı ile bağdaşır) nasıl hücrelerinin kendini yenilemesi gerekirse, şiirde de hücre sözcüktür. Hep kendini yenileyen anlam olarak büyüyen bir boyut kazandırmalıdır. Her okunduğunda yaptığı yeni çağrışımlarla belleği zorlamalıdır. imge şiirin kalıtsalıdır. Şiir her okunduğunda farklı bir anlamla bizleri selamlamalıdır.

Dinamik şiirin derdi etkidir, yüksek derece etkidir. Duygusal ve etkisel bir doz aşımı yaşatmaktır. Duyguda iz bırakmaktır. İnsanın hafızasına bir söz bırakmaktır. Bu yüzden dinamik şiir yarayla kardeştir. Yaşayabilmek için, kendine iyileşmeyen yaraları merkez edinir.

Peki şiir sizde nasıl olgunlaşır ve gelişir?

Yukarıda bahsettiğim üzere, önce şiirin bir derdi olmalıdır hayatta, şairin de tabi. Siz şiiri kovalamadan şiir sizi yakalayıp bulmalıdır. Siz şiiri yazayım derken şiir sizi yazmalıdır. Şiir oturup yazılası bir şey değildir, ama Cemal Süreya'nın söylediği gibi şiire de birikmek gerekmemektedir. Şairinde kendi uç veren şiirler bence daha başarılır. Bahçeye fide olarak diktiğiniz kirazı ilerde kulaklarınız tartmayabilir. Ya da bir tutam sarmaşık bütün duvarın soğukluğunu aylar sonra alabilir. Ama bir de taşta biten otu düşünün, kayalarda yeşeren yosunu, hatta kınayı. Biraz sancılı, biraz zor olmalıdır şiirin evresi, ama gelmesi beklenmelidir. Onu getirici koşullar sağlanmalıdır, aranmalıdır şiir. Bir solukta, bir dudakta, bir mürdümde, b;r dalga kıranın gövdesinde. Çünkü şiir yaşam mekanizmasını işleten yegane unsurdur. Çünkü şiir bir çocuğun elleridir, tutulmalıdır. Çünkü şiir bir somun ekmektir, bölünmelidir. Çünkü şiir yalnızdır, şair yazdıkça yalnızlaşır.

Bugün Türk şiirinin geldiği noktada sizin şiire katacağınız yenilik nedir?

Soru kolay ama cevabı zor olacak. Çünkü bu zamanın elindedir. Ama çok modern bir şiir yazdığımı düşünüyorum ve en büyük kazancım genç şairleri çok iyi irdelemiş olmam. Son beş yılda 30 yaş altında çıkan her sairin kitabını okumuş durumdayım ve kendi dönemimin şairlerini iyi tanıyorum. Şiirlerindeki kırılma ve kapanma noktalarını, dar geçitlerini, tünellerini iyi biliyorum. Kısaca geleceğin temelini atacak bu şiirdeki eksikliği iyi analiz ettiğimi düşünüyorum ve kendin olabilmenin mücadelesini veriyorum.

Çünkü bir şairin en zor görevi kendi dönemini irdelemesidir. Çünkü geçmiş hakkında elinizde bolca referans noktası ve veri vardır. inşanın üzerine tuğlalar koyarsınız. Ama kendi döneminizi incelerken kendi yargılarınızı kendiniz şekillendirirsiniz. Temeli siz atarsınız. Boşluğun nerede olduğunu, şairin nerede yetersiz kaldığını, hangi taşları yerine koyamadığını görüyorsunuz. Burada yapacağınız her hamle Türk şiirine bir katkı olacaktır işte. Yanlış anlaşılmasın sakın, kendi şiirinizi bırakıp yazılanlara göre kendinizi yönlendirmiyorsunuz. Yazılmayanı bulup çıkarıyorsunuz. Yeni, yenilikçi şiiri işleyebilmeniz ve kendi biçeminizi bulmanız için günümüz edebiyatını iyi özümsemiş ve incelemiş olmanız gerekiyor (geçmişi iyice sindirdikten sonra) Çam ormanına bir kayın dikmeniz gerekiyor. yaz günü yağmanız gerekiyor, herkes yanarken sizin üşümeniz gerekiyor ya da herkes yaşarken sizin ölmeniz, Çimenin yeşil olduğunu bilmek yetmiyor. Pigmentlerine inmek, fotosentezini gözlemlemek, Işığı neden depoladığını görmek ve gece neden yeniden insanlarla beraber normal solunum yaptığını anlamak gerekiyor. Kısaca önce sentezlemek, sonra yazarken şiirdeki duruşunu belirlemek. en sonunda da oturmuş şiir kimliğini yoğun emekle örmek gerekiyor. Çünkü şiir kalıplardan sıyrılmışı, özgürlüğü ve özgünlüğü sever. Dile hakimiyeti, dilin içine girmeyi, dile sinmeyi ve dili sindirmeyi gerektirir. Algılarını açık tutmayı, özümsemeyi, sabretmeyi, dinlendirmeyi önemser.

Şimdi netice olarak ben, Türk şiirine çerçevesi çizilemeyen ama altı kalın kontörlerle çizilen, ufku geniş, kimyası oturmuş, kendi kişiliğini bulmuş şiirler bırakmak istiyorum. Yetiştirilen üzümlerden hep şarap yapıldı. Ben biraz pestil. biraz pekmez yapmak istiyorum ya da bazen bırakmak istiyorum üzümü kendi haline. Asma yapraklarının avuçlarına, kuşların yalnızlığına. zamanın uzun susuşlarına. Yoğun olarak insanın kendi açmazlarını, doğanın insanın merkezi olduğunu, toplumun açmazlarını vurgulamak istiyorum. Yalın sade anlaşılır bir dille anlaşılmayanı yazmak istiyorum.

Günümüzşiiri ve "genç şiir" üzerindeki düşünceleriniz neler?

PATiKA'da bu yıl yaptığım genç şair dosyası ilgi gördü. Şimdi ikincisini hazırlıyorum. Her dönem aynı tartışmaları görmüştür şiir tarihi. ikinci Yeni de 80 şiiri de hep bir genç şair kaygısına düşmüştür. o kadar verimli dönemler olmasına rağmen. Bugün eleştirmenlerimizin vardığı noktanın akabinde ben şunu söylemiştim; Bu şiir ve şair ölülerini yeryüzü bile almayacak. Sanırım haklıyım, çünkü o kadar çok öldürüp o kadar çok var ettiler ki.

Ben o dosya kapsamında genç şiirle ilgili şunları söylemiştim: Genç şairi 100 metrekoşucusu değil maraton koşucusu haline getirmek olmalıdır. çağ da insan da yalnız olsa, şiir yalnız değildir, genç şair de.

Hep aynı şeyleri konuşmak sıkıcı olacaktır. Ancak bugün genç şair diye nitelenen ve beğenilmeyen arkadaşlardır edebiyat dergilerini dolduran, şiir ödülleri alan, adına methiyeler düzülen. Bunları yapanlar da değerli şair üstatlarımız. Şunu da unutmamak gerekir ki, zamanın çırağı bugün usa olmuştur, bugünün çırağı da yarının ustası olacaktır.

Ben genç şiir konusunda aksine çok iyimserim. Zira biraz şiirden anlıyorsam, bugün gözlemlediğim birçok isim, 20 yıl sonra şiirimizin temel direkleri olacak şairlerdir. Çünkü şiir emek işidir, sarraf inceliğinde çalışma işidir. Ben birçok genç şairin altın tozu yutmuş olduğunu ve incelikli şiirler yazdığını görüyorum.

Böyle olgun şiirler yazan bir ozanla biraz geç mi tantştık yoksa? 

 Bu soruya RAINER MARIA RILKE cevap versin benim yerime: "Sanatçı olmak, hesap kitaplardan ve sayılardan el çekmek. öz sularını aceleye getirmeyen ve baharın rüzgarlı fırtınalı havalarında istifini bozmaksızın ayakta duran bir ağaç gibi olgunlaşma sürecinden geçmektir. Ya baharın ardından gelmezse yaz, diye bir korkuya kaptırmaz kendini ağaç; yaz gelir hep çünkü ama önlerinde bir sonsuzluk bulunuyormuş gibi öylesine tasasız bir suskunluk, öylesine bir enginlik içinde bekleyen sabırlıları gelir bulur ancak. Her gün öğrendiğim, Tanrının her günü şükranla bağra basılan acılar içinde öğrendiğim bir şey var: Sabır her şeydir. "

Sona yaklaşırken size "şair" desem:

Lâlfabe'den birkaç dizeyle cevap veririm:
"her bahar yatırır kuruyan kabuğunu kadın suyuna başlatmak için yeni bir yalnızlığı! "

Ek olarak:

"boş çerçevede resmi 
resimde boş çerçeveyi görür" derim.

Size "aşk" desem:

Yine aynı kitaptan "us" şiirimden birkaç dize söylerim
"şu yazlık bakışın su azlık şu aşka esin sesin su esen her kesikten bir şiir  her kapıdan bir eşik edinen"

insan desem: 

 "fark ettim yaşadığını fark edince ölüyor insan"
Birde bana "yaşam dersen" şunları söylerim sana: yaşam demiştim akan yerlerinde insanın"
teşekkü rederim

içinize dökülen sonbahar yapraklan hiç süpürülmesin.  Çünkü insanı ayakta tutan güz rengidir. Çürüyen yapraklardır insanın toprağını yenileyen ve besleyen

MÜHÜR / Sayı 14

***
 
 


 Mustafa Ergin KILIÇ ile söyleşi

1) Sevgili, Mustafa Ergin Kılıç;Edebiyat dünyasına mensup kişiler arasında çirkinlikler son dönemlerde sıklıkla yaşanmakta. Birbirinin arkasından konuşmalar, çekememezlikler, ikiyüzlülükler... Özellikle internetin bu alana girmesi ve sanal dünyada “rahatlığından ve serbestliğinden” ileri gelen “dik başlılık, sorumsuzluk, dışa vurum” gibi tutum ve davranışlar, daha çok sergilenir, alenen yapılır ve çok kısa sürede yayılır oldu diye düşünüyorum.

Hiç şüphesiz aynı ortamı paylaştığımız bu dünyanın böylesine kirli olmasının, önce bireylere, sonra da edebiyatımıza çok ciddi darbeler vurduğuna inanan biri olarak, şunları sormak istiyorum:

Sizce bu kirlilikten söz etmek mümkün mü, böyle bir tablo var diyor musunuz siz de? Bu pencereden baktığımızda, sizi mutsuz kılan neler var? Nedir Türkiye’de edebiyatı çirkinleştiren, kimlerdir ya da? Oysa edebiyat, hem sözcük, hem de anlam bakımından, başlı başına bir güzellik…

Şimdi her daim söylediğim bir şey vardır. Hayatın her noktasında olduğu gibi edebiyat alanında da insanı ele almak gerekir. İşte hayatın zorluğu da burada. Ben hep insanın mayasıyla ilgilendim bugüne kadar. Çünkü yeryüzünün ve doğanın altyapısını atan bunu temellendiren insan mayasıdır. Bazen hamur ekşiyebiliyor. Hâlbuki annelerimiz yoğurduktan sonra mayalanması için hamurları sıcacık sararlardı. İşte bozuluyor demek. Sonradan ne oldu PAKmayalar çıktı. Hazır mayalar. Hazırlanamayan mayalar hayata ve insana! Kirliliği yaratan insan egosu ve insanın yenilmezliğidir. Oysa ne demiş Max Jacob “Şair Olmak İçin Öncelikle Bir İnsan, Sonra Şair Bir İnsan Olmak Gerekir”

Sanatın her dalında olduğu gibi edebiyat özellikle şiir bir rehabilitasyon merkezidir insan için. Ki tüm bu sıkıntıları çıkaran edebiyatçılar dolayısıyla şairlerse, bu incelikli dizeleri yazan, adeta yeniden yaşanılır kılınacak hayatlar üretmeye çalışan; hayat mühendislerinin sorumsuzca davranıp birbirlerini yıpratma politikalarını onaylamak olanaksızdır. İşte söz yeniden her şeyin temeli insandır kavramına gelip dayanıyor. Şimdi zamanımızı bu gibi lüzumsuz şeylerle meşgul edeceğimize bir çiçeğin bunca global iklim değişikliklerine, bunca sıcaklık farklarına, bunca zamansız düşen kırağıya rağmen direnip; insana bir ders verircesine açmasında bir anlam arasak diyorum. Dağların altında madenler arayacağımıza içimize verilen insan cevherini çıkarsak, bunu işlesek diyorum. Yapa ve yalpayalnız nesiller yetiştireceğimize biraz daha tutsak birbirimizin elinden. Bakınız camın pervazına sofra bezinden döktüğünüz üç beş parça kırıntıyı nasılda beş güvercin paylaşıyor. Bizler insan olarak somunların peşine düşmüşüz. Hem de bir edebiyat dünyasında! Oysa insanı ve şiiri kırmak yerine, kucağımıza istiflemek istediğimiz ve kalbimizde körüklediğimiz ego sorunundan kırsak biraz, suların nasıl daha berrak
ve potansiyelini kinetiğe çevirerek heybetli aktığını görürüz o vakit.


Buradaki ana sorun, bireyden başlayan egoizm ve benmerkezcilik. Bu toplumları da direk etkiliyor dolayısıyla. Toplumsal tehlikelere ön ayak oluyor. Dünya haritaları çıkıyor, reserv yerleri belirleniyor ve ülkeler bölüşülmeye başlanıyor. Bugün Amerika’nın tutumu önüne geçilemez bir üst ego, sahip olma dürtüsü ve yaparsam olur yaklaşımından başka nedir ki. İşte dünya insanları olarak bu tip modellerin temelini çoktan atmışız bile. İşte şiir ve edebiyat ve sanat burada devreye girip ve şair olarak bizler kendimizi ehlileştirmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü edebiyatın çirkinliği insanın çirkinliğidir. Ham maddeden başlamalı değişim. Yoksa ürün daima kötü olacaktır. Nesiller boyu bunun önüne geçilemeyecektir.

Şöyle demiştim 20’li yaşlarda ilk şiirlerim yayınlanmaya başladığında “önce kendimi ehlileştirdim hayatı anlamak için, sonra hayatı ehlileştirdim kendimi anlatmak için”

2) Neler yapılmalı Türk Edebiyatı’nın geleceği için? Yeni kuşaklar nasıl bilmeli, nasıl öğrenmeli edebiyatı?

Edebiyat bir birikim işidir. Bir donanım. Öğrenmek istemekle de öğrenilesi bir şey değildir. İnsanın DNA sarmalında olması gereken, genlerine işlenmiş bir veridir. Tabiî ki buna aile, çevre ve eğitim çok etken olacaktır. Ancak temeli okumaya dayanan bir sosyal bilimin, aşısının çocukken yapılması gerekmektedir. Bir insan gençlik yıllarda tamamen kendini popüler kültürün ellerine teslim etmişse; Tanzimat’ı, Cumhuriyet Edebiyatını, İkinci Yeni’yi bilmiyorsa; James Joyse (Ulysses), Kafka’yı (Yabancı), Hesse’yi (Siderta), Dostoyevski (Karamozov Kardeşleri), Paz’ı, Çehov’u dünya edebiyatını özellikle Rus edebiyatını bilmesini bekleyemezsiniz. Diğer bir yandan edebiyat şiirden de ibaret değildir. Bugün yeni nesilden kaçı Hasan Ali Toptaş’ı, Cemil Kavukçu’yu, Selim İleri’yi, Nedim Gürsel’i, Burhan Günel’i, Vecihi Timuroğlu’nu biliyor.

Bugün PATİKA’nın toplantılarına dışarıdan davet ettiğimiz arkadaşlara hangi edebiyatçıları okuyorsunuz diye sorduğumuz da Yılmaz Erdoğan, İbrahim Sadri, İclal Aydın, Yaşar (sanatçı olan), Güler Kazmacı cevabını alıyoruz ( Oysa Enis Batur’a İclal Aydın’ı sorduklarında “Böyle bir yazar mı var Türkiye’de. Yok. Olsa önce ben bilirdim” dediği gibi. O vakit siz koskoca Haşim’i, Nazım’ı, Süreyya’yı, Ayhan’ı, Uyar’ı, Berk’i, Berfe’yi, Anday’ı nereye koyacaksınız ve ne diye tanıtacaksınız.

Dolayısıyla birileri bir takım kütüphanelerden çekip çekip kitapları yalnızca göz dolgunluğu için daha çocuk yaşta belli başlı eserleri çevremize koymalı. Sobanın kenarındaki minderin yanında, kaloriferin üstünde, cam kenarında, mutfak masalarında. Ve dolayısıyla ilk bellekte bilinçlenme ve beyinde kabullenme süreci başlamalı. Tabi hepsinden önce toplum olarak bu kültür seviyesine erişmemiz gerekmekte. Onlarda haklı aslında hangi yazarı takip edeceklerini şaşırıyorlar. Her yeni gün beş on tane kültür mantarı beliriyor çevremizde! Toplum bir kültür şizofreni geçirmeye başlamış!

3) Genç şairlere (ki sizi de aslında bu sınıfa koymak mümkün) baktığınızda, onların şiir anlayışlarında ve poetik duruşları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kendine nasıl bir izlek belirleyen ve neler yapan gençler Türk şiirinin geleceğinin temellerini oluşturacak?

Bu sorunun cevabını PATİKA genç şair soruşturmasında da vermiştim. Ancak oraya geçmeden önce şunları belirtmek gerekmekte. Bugün Türkiye’de 30 yaş altı çok başarılı birçok şair sayabilirim size. Her şeyden önce genç arkadaşlarımız yazdıkları yenilikçi şiirlerin yanında, bir sinerji yaratarak farklı tarzlarda şiir anlayışlarıyla da edebiyattaki yelpazeyi genişletmekteler. Bugün Türkiye’de var olan somut şiir diye bir kavramı kimse yadsıyamaz. Yine divan şiirinin peşinden giden, bunun çok modern ve başarılı örneklerini veren genç arkadaşlarımızı kimse yok sayamaz. Yine kendi içlerinde toplumcu imgeci şiirin başarılı örneklerini veren (ki bende bu konuda öncü şiirler yazdığımı düşünmekteyim) Şiire daha yenilikçi bakan, sürekli ivmelenmesi ve devinim halinde olması gerektiğini söyleyen ben ve benim gibi birçok arkadaşım şiir bayrağını bir yerlere taşıma derdindeyiz. Yine Lacivertsanat oluşumunda bulunan birçok genç şair arkadaşın şiir konusunda ne kadar emek sarf ettiğini yalnızca bir şair değil dergici olarak da gözlemlemek de ve yakından takip edebilmekteyim.

Ben kendi şiirimin dinamiklerini nelerin oluşturduğunu MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR BİLDİRGESİ adı altında sunacağım yakında. Aşağıda genel duruşu ile ilgili açıklamalarda mevcut. “Bir bahçe hep aynı kalmamalıdır. Geçen bahar begonvilse bu bahar çitlembik açmalıdır. Şimdi buna iklim ve toprak müsaade eder mi diyeceksiniz. Burada Pavese’nin yine şu sözleri cevap olabilir: “Şiirin başlıca temeli, daha şiir başlamadan şairin imgeleme yetisinde tohum olarak yaşayan o duygudaşlık bağlarının, o biyolojik saplantıların önemini bilinçaltı bir duyarlıkla sezmektir”. Dinamik şiirin dinamizmini tetikleyen de budur işte. Bir tarla pamuk ve pirinçten sonra, tütün de verebilmelidir. Dinamik şiirin temel ilkesi çeşitliliktir. Anlamda, kavramlarda, dilde, şiir yapısında,imge örgüsünde, seste çok çeşitliliktir. Dinamik şiir yaşayan bir şeydir”Şunu söylemek istiyorum benim üzerinde çalıştığım bu şiirin geleceğin şiiri olacağı konusunda hiç tereddüdüm yok. Bu konuda yenilikçi davranan arkadaşların da 2000’li yılların şiirinde öncü olacağı kanaatini taşımaktayım. Çünkü bu sıradan kalıpları kırmadıkça, imge de özgünleşemedikçe, şiirin kalıpları zorlayıcı, yıkıcı yeniden yapıcı, yıkıcı yeniden yapıcı olduğunu kabullenmedikçe, şiir meşalesini gençler olarak bir yere taşımak olanaksızlaşacaktır.

4) Şiirin o kutsal sularına yelken açalım ve şiiri tanımlayalım dilerseniz. Nedir şiir sizin için?

Şiir bir iç kanamadır. Şiir yalnızlığınıza örttüğünüz bir örtüdür. Şiir bir başkalaşımdır. Şiir insanın karanlığıdır. Işık aldıkça fenalaştığı, soludukça kendinden sızdığı ve yavaş yavaş eksildiği bir yanıdır. Şiir aslında evrensel kümedir.

Şair gözünden bazen şiir boş kümedir! Sen eksilirsin o tamamlanır. Sen bölünürsün o çoğalır. Sen kısalırsın o uzar. Ve yekun aldığında bir çift göz çıkar ortaya. Kalbine iliklediğin bir çift söz. Ama şiiri doyuran okuyucudur. Bu da bu ülkede mümkün olmadığı için şairin yalnızlığını şiiri de çeker!

5)Şiirlerinizde yer yer toplumcu imgeci tutumlar, yer yer modern şiirinde kalıplarından sıyrılarak farklı bir izlek sürmektesiniz. Şiirde sözcüğün ne kadar da önemli bir yer teşkil ettiğini, şiirin ahengi ve mihengi olduğunu gösterme çabası sezmekteyim.  Sözcük de, dize yapısında ve bir bütün olarak şiirlerinizde yenilikçilik gözlenmekte. Neler söylemek istersiniz bu konuda? Neler anlatır şiirleriniz?

Tespitlerinizde tamamen haklısınız. İşte tüm bunlar dinamik şiirin dinamikleridir.Modern Elit Dinamik şiirin altyapısı her sözcüğün şiirde anahtar olma eğilimidir. Dize içerisindeki sözcükler kendi anlam ve içeriğini zorlayarak şiire bir doğurganlık getirir. Burada amaç her sözcüğün başlı başına bir şiirin yapı taşı olduğunu sergilemek ve bir sözcüğün bünyesinde barındırdığı nitelikleri ortaya çıkarabilmektir. Sözcüğün şiirdeki etkisini ve yaratıcılığını vurgulamaktır. İnsanın hücre yapısının önemi gibidir. Uzun vadeli yaşamak için (bir şiirin kalıcılığı ile bağdaşır) nasıl hücrelerinin kendini yenilemesi gerekirse, şiirde de hücre sözcüktür. Hep kendini yenileyen anlam olarak büyüyen bir boyut kazandırmalıdır. Her okunulduğunda yaptığı yeni çağrışımlarla belleği zorlamalıdır. İmde şiirin kalıtsalıdır. Şiir her okunduğunda farklı bir anlamla bizleri selamlamaktadır.Dinamik şiirin derdi insana her dizeyi motif motif işlemektir.

İğneyi batırmaktır. Renk renk ipliklerle farklılığını insan belleğinde kayıt altına almaktır. Dinamik şiir kendi içerisinde dizeler arası ve sözcükler arası göndermeler yapar. Böylece şiiri daha akıcı, sözcükleri daha kalıcı ve şiiri de bütünsellik açısından akılcı kılar. Şaşırtıcılığı da buradan gelir. Şiir her dize de yenilikçiliğiyle yaratıcı imgeleriyle, anlamdaki çok çeşitliliğiyle ön plana çıkar. Aslında ben şiirimi çok geniş bir perspektiften ele alırım. Şiirim yeryüzünün bir yansımadır. Şiirim hüznün bir yansımasıdır.

Şiirim yalnız başına ama çok gür insanın insanda akmasıdır. Şiirimin temelini aşk, insan ve toplumdur. Çünkü duyarsızlıktır hayatta beni çıldırtan. Eğer insansanız ve eğer bu yeryüzünde yaşıyorsanız, dünyadaki her olaya kulak vermek zorundasınız. Bakınız Damar’ın Ocak 2007 sayısında yayınlanan Bağdat Bağdat’ karşı şiirim nasıl bitiyor fışkırmak için yarık beklemezken su güneşe bükmezken ay çiçeği boynunu çocukların gazozu sökerken iliğini duruyor insanlık ölüm(ün) saatini kuruyor Ve yine “hangi çocukluk” isimli bir şiirimin son kısmını burada sizinle paylaşmak istiyorum:

X
Türk bir çocuk Kürt / Kürt bir çocuk Türk aynı / harflerden yapılmış / doğada saf bulanan / ve birleşik ve bütün / 119 derecede eriyen  /  444 derecede kaynayan kükürt / çocuk yaşamın dudağında uçuk  / ikindinin dudağında büyüyen morluk / akşamın kucağında  / kauçuk yürekli / ve bir misket gibi  / yuvarlayan dünyayı!

Şimdi şunu söylüyorum bugün yeryüzünün dengeleri değiştirilemeye çalışılırken siz bir şair olarak buna sessiz kalırsanız, tüm toplumun vicdanın sesi olmayı başaramazsanız bu içinizde yara olarak büyüyecektir. Çünkü sanatçı topluma nefer olmalıdır. Topluma önder. Gönderi bayrağa çekmek sanatçının, bayrağı dalgalandırmak ise toplumun görevidir (tabi sanatçının da) Şiirimin bir yanı aşka ve doğaya diğer yanı toplumun dinamiklerine dayanır.  Dinamik şiirin temeli doğaya bağladır ve doğadan beslenir. Doğadaki süreğenlik ve akıcılık dinamik şiirin merkezini oluşturur. Bu hareketlilik doğanın temel bir yansıması olarak şiirin içinde belirir. Temel öğeleri doğanın içerisinde bulunan sözcüklerdir. Şiirin inşasını bu sözcükler teşkil eder. (bir dalın salınması, bir kuşun devinimi, uzun vadede de olsa bir toprağın usul usul kayması, bir nehrin doğanın rehberliğini üstlenip yeryüzünü gezmesi yine denizin kendi içerisindeki anafor gibi, yağmur tanelerindeki irili ufaklı ifadeler dinamik şiirin meşguliyetidir.

6) “Şiirde arayışı çok severim” diyorsunuz. Bu arayış nedir? Ne olmalıdır size göre, açabilir misiniz?

Genç şiirin dinamizmidir. Yazılabildiği iddiasıdır. Eskiyenleri atmak ya da yamalamak değildir amaç. Yenisini dikebilmeyi bilmektir. Farklı formlarda ve modellerde her insanın ruhuna oturabilecek şiir beklentisidir. Her rengi kullanmayı bilmektir. Renkler arası geçişleri ve renkleri karıştırarak yeni yapıları elde etmeyi becerebilmektir. Amaç toplumun doygunluğu değildir. Ama beslenme ve şiirdeki çıkış noktası hayat ve toplumsa, toplumun şiirsel açlığına yanıt bulmasını bilmek gerekmektedir. Bir şair gökkuşağındaki tüm renkleri bünyesinde barındırabilir. Çok çeşitlilikteki kasıt şairin şiirini tüketmemesidir. Dinamik şiir geleceğe kalmak için çabalar. Bünyesinde hep bir soru işareti barındırır. Bir çözümsüzlük ve bir çıkışsızlık içerir. Dil ve anlamda hep yeni olanı dener. Çünkü var olanı tekrarlamak ve tekrar olanı var etmeye çalışmak, değişik formlarda sunmak günlük edebiyatın beklentilerini karşılayabilir. Şiir şairinin geleceğe bırakacağı en büyük yengi olmalıdır. Dinamik şiir buluşöğesini şiir ve sözcük temelinde çok önemser. Şiire sürekli bir katkı ve sürekli bir çağrışımlar bombardımanı sağlamayı ilke edinir. Anlam örgüsünü, bütünlük yetisini ve imge tütsüsünü şiirde yakmayı unutmadan, en ince zekayı işlemeye gayret eder.  Bu yüzden geniş bir perspektifi olan ve üzerinde çalışıldıkça kendini ele veren bir şiir ortaya koymaya çalışır. Duyargaları sonuna kadar açılmış, toplumsal izlekleri içinde barındırmaktan korkmaz. Bir ressamın doğanının renklerini hassasiyetle işleyişini, bir heykel traşın her darbede yeni bir buluşa çığır açışını, bir sanatçının sesini çok çeşitli kullanışını, bir bahçıvanın gülü yeniden var etmek için budayışını kendine izlek edinir. Sözünü İlhan Berk’in “Şiir duvarcının elinden düşürdüğü tuğlanın yere düşmesinde değildir/ havada asılı kalmasındadır” dizelerindeki yalvaçlığıyla, dinamik şiirde de neyi aradığını vurgulamak ister.

7) “Şair, bana yağmurdan bahsetme, yağdır!” diyor Victor Hugo. Ne demiş olmalı sizce?

İşte şiirin gizemi ve efsunu da buradan gelmekte. Şiir anlatılmaz yazılır.  Mallerme’nin dediği gibi “şiir sözcükler dinidir” . Şiir çatılır, ortaya çıkarılır ve doğum geçekleşir. Artık bu çocuğu her okuyucu kendinde farklı besler, büyütür ve benimsetir. Kimi yıllar sonra Yılmaz Odabaşı’nın Feridesi olur. Kimi yıllar sonra Nazım’ın Hürriyet Kavgası. Kimi Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı.  Kimi Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ı. Kimi Atilla İlhan’ın Ben Sana Mecburum Bilemezsin’i. Kimi Orhan Veli’nin İstanbul’u. Bakınız herkes farklı sahiplenir ve farklı solur şiiri kendinde. Ve şiir şairinin önüne geçer. Ondan çıkar, bizim olur.

Demek ki şiir yazılır ve sahibine teslim edilir. Artık üzerinde düşünmesi gereken üzerinde yazması gereken okuyucudur. Şair annelik görevini tamamlamış ve şiirini doğurmuştur. Şimdi sıra okuyucudaki büyütme işlemindedir. Oğuz Atay’ın dediği gibi “Ben buradayım sevgili okuyucu, sen nerdesin”

8) “Şiirde mühendislik gerektiğinin farkında. Salt ilhamın bir olumluluk içermediğini kanıtlıyor, Mustafa Ergin Kılıç” demiş, Hüseyin Avni Cinozoğlu. Evet, salt ilham şiirin doğması, oluşması ve tamamlanması için tek başına yeterli bir öğe değil! Sanırım bu tanıma sadece tuğlalardan örülmüş bir evi örnek göstermek yanlış olmayacaktır. Her halukârda ev örülmüş, fakat tamamlanmamıştır, öyle değil mi?

Şiirdeki bu mühendislik kavramını açabilir miyiz? Nedir mühendislik? Gençler nasıl birer mühendis olabilirler? Bakınız aslında Cinozoğlu hocamla ile çok geniş şiir söylemlerimiz, şiir üzerine çalışmalarımız olmadı. Yalnız ne kadar gerçek bir şair olduğunu benim şiirlerimi okuduğunda anladım. Şiirimi benden daha iyi analiz eden biriyle karşı karşıyaydım. Burada söylenmek istenen ilhamla şiir yazılmayacağıdır. Şiirin bir söz işçiliği, dize bekçiliği, zaman törpüsü, ömür eskisi olduğudur. Çünkü insana bir sevinç, bir aşk, bir ölüm şiir yazdırabilir. Ancak bu iç döküşten, kişisel bir günlükten öteye geçemez. Şiiri şiir kılan yazıldığından sonra üzerinde çalışılan süreçtir. Mühendislik konusu da buradan gelir. Temelinde şiir bir proje ve plan doğrultusunda yazılmazmış gibi gelse de, kaba hat çıktıktan sonra, taş taş örülür. İç aksesuarları ve cephe aksesuarları yerleştirilir. Mesela şiirde isim başlı başına bir iştir. Tüm bu detaylar da bir mühendislik inceliği, bir hesap duyarlılığı gerektirir. Şiiri yazdıran duygular değildir. Bugün olduğunu kabul ettiğiniz bir şiiri üç ay sonra elinize aldığınızda şaşırabiliyorsunuz. Bu da her zaman şiirin hep bir süreç işi olduğunu göstermez. Bazen doğru bileşenlerin ve parametrelerin olduğu bir ortamda on dakika çıkan şiir yüzyıllık olabilir. Ancak şiirin bir bilim olduğu muhakkak. Buradaki mühendislik mecaz. O hassasiyet ve yaklaşım gerekmekte. Bakınız şiir insandır. Bugün by pass ameliyatına giren bir kişiyi hayata döndüren nasıl 3-4 damarının değişimiyse, sizin de şiir diye yazdığınız şeyi, 1 yıl sonra elinize aldığınızda hayata döndüren 3-4 sözcük değişimi ola-bilir. Sonra şiir şiirliğini soluduğunu ve yeni bir yaşama başladığını fark eder. İşte şair de burada kalemini neşter gibi kullanabilendir. Ben çok şiirimi yıllar sonra dize dize silip geriye birkaç sözcük bıraktığımı bilirim.

9) 2006 Eylül ayında çıkan ilk kitabınız “Lâlfabe” nin ardından Kasım 2006’da “Beş Duyum”u çıkardınız. Biraz da kitaplarınızdan bahsedelim şimdi de.

Konuyla ilgi değerli üstatlarımızın görüşleri kısa kısa vermekte fayda görmekteyim.
İronik bir dille hayatın değişik koordinatlarını içeren imgeleri, kendine özgü bir buluş tekniğiyle başarıyor.  HÜSEYİN AVNİ CİNOZOĞLU ”küçük harf kırgınlığı var bende” dizesiyle anımsayacağım şair, çağrışımlar getiren dizelere daha çok düşkün. Şiir yolunun başında, kararlı adımlarla yürüyen şaire selam olsun.  AHMET UYSAL  “geçmişimi topladı sular bir kıyıya / düz ovada patika bulan kaygıya // küçük harf  kırgınlığı var bende / büyüsem de bir cümleye başlasam / kendine yetmediğini anlatsam noktaya” (z), yüzündeki alfabeden kalanlar, lâlfabe... Ne güzel bitmiş şiir (ya da ne güzel başlıyor yeniden). Eline, yüreğine sağlık.  Anlaşılan o ki, daha pek çok kez ellerimin arasına bir gül gibi konuverecek kitabın.  AZİZ KEMAL HIZIROĞLU Oldukça duyarlı, nesnel bir adamın feryadı gibi. Hem benim uzağında olmadığım bir şiir. TUĞRUL KESKİN “Mustafa Ergin Kılıç’ın kitaplarından önce şiir dosyalarını okumuştum. Her dosyasıyla ilgimi çeken bir şair oldu. Galiba en sevdiği dil, şiir dili. Kelimelerle halvetinin hiç bitmemesi, onlardaki anlamı iyice açığa çıkarma çabasının yanı sıra, onlara yeni anlamlar yükleme isteği de özellikle dikkat çekici. Kelimelerle ne zaman sevişip ne zaman savaştığımızı ayırt etmek doğrusu pek kolay değildir. Zaten Kılıç'ın şiirleri de bunu kolaylaştırmak için yazılan türden değil. Şiirin kelimelerle yazıldığını bilen bir şairle karşı karşıyayız. Hem kelimelerin büyüsüne kapılmayan bir şiir de yeterince çalışkan bir şiir sayılmaz. Mustafa Ergin Kılıç'ta bu çalışkanlığı gördüm. Bu özenli tutumunu sürdürdüğü sürece onu hep iyi bir şair olarak okuyacağımıza inanıyorum."  HAYDAR ERGÜLEN Ne mutlu. Yeni şiirin yazılmakta olduğunu lâlfabe ve Beş Duyum’la bir kere aha gördüm.YAVUZ ÖZDEM Ancak genel anlamda lâlfabe benim şiirimin üst düzey kitaplarından birisidir. Olgunluğunu çoktan tamamlamış, şiirin altyapısı iyi atılmış bir kitap. Bu kitabın ilk bölümünde sözcüğün şiir üzerindeki baskınlığı ve merkezciliği üzerine denemeler yapılmış, şiiri şairden daha çok sözcüğün yazdığı gösterilmiştir. Sözcüğün içindeki anlam türevleri çıkarılmış, sözcükler doğurganlaştırılmıştır. Diğer kısımlarda da uzun soluklu, iç dengeleri ve dize yapıları iyi kurulmuş, imge zenginlikli şiirler bulunmaktadır. Ancak hepsi farklı dinamikler, yaklaşımlar, şaşırtıcı kurgu ve şiir yapıları içerir. Beş duyum’da ise toplumcu yüzümü birkaç şiirde öne çıkardım. Genel de kısa örgülü şiirlerden oluşmuş, az sözcükle derin anlam yakalama ve şiirde sadeleşme yolu seçilmiştir. Bu kitapta imgenin özgünlüğü uç noktalara taşınmıştır. Benim şiirimde son yıllarda özellikle su imgesi çok ağır basmaktadır. Beş duyum’da da su önemli bir araçtır şiirlerde. şimdi suyun ağladığını kendinden başka kim anlar!

10) Patika’dan da söz edelim isterim. Nasıl bir dergidir Patika? Amacı nedir? Patika ile ilişkinizi anlatır mısınız bize?

PATİKA dergisi tamamen amatör ruhla 16 yıl önce kurulmuş. Başlangıçta edebiyatın uzağında duran daha sonra merkezine doğru yerleşmeye başlayan ve 50. sayısından sonra yeniden yapılanmasıyla, bana göre Türkiye’de önde gelen edebiyat dergilerinden birisi. Çünkü bu edebiyat ortamında son

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa