![]() |
Uzun Koşu
Sana yeni ulaşan şimdi eski bir bakışdan gelmedir. Onun gözü senden öncedir, bir yalnız kalıştan gelmedir. Senin şimdi duyduğun sıcak ve yaşamını onaran ses Çok ölümlü savaşlar kadar zorlu bir yarıştan gelmedir. Özdemir Asaf |
ESKİ SOKAK
Küçük ahşap bir dizi evlerdi, On yıl önce o sokak. Sonra geniş caddelere çıktık, Apartman, sizden uzak. Çocuklar orda büyüdü. Orda okula gitti. Komşunuzduk ama görüşemedik, Hiç vakit yoktu ki! Sizdendik, yalnız biraz okumuş, İki kadın, bir erkek, iki çocuk. Uykulu, acele bir karı koca: Bizdik geçen önünüzden başları eğik. Akşamları çanta, file.. yorgun, ağır Dönerdik eve. -Bir hamal bile tutmaz, cimriler! Diye düşünürdünüz her halde. Bilmezdik, siz (Hiçbir şey paylaşılamazdı) Çarşılardan neler getirirdiniz (Herkese kendi telaşı) . Girer miydi evinize, yer miydi Turfanda bir meyva, iyi bir besin? Kalın kağıtlarda çöplerimiz -- Çocuklar görüp imrenmesin! Açılan kapıyı hemen kapatmak Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri. Gelip gidenimiz olurdu ya Gülüşmeler bizden değildi. Kimi günler evdeydim Masada kağıtlara kapanarak. Ne de çok çocuk Sesleriyle dolardı sokak. Bir cami avlusunda kuşlarca Bunun sekiz, onun on - - duyardım. Ürküp kaçmasınlar, pencereden Yavaşça bakardım. Hani ben çok sigara - - öksürükler, Hele çalışırken. Ya gece yarısı, göğsü parçalanırdı O kadın, iki ev öteden. Bilmezdik kaç nüfus her hane, Duyulurdu sertçe sesi bir kapının: Bağıran bir erkek boşluğa karşı Ağlayan bir genç kadın. Kimdin sen, karşımızdaki ev, Sarı ampul söner onbire doğru. Eğilirdim, havasız sokak - - Camlar kararırdı. Bitmezdi makinede dikişin, Kimdin sen, bitişik komşu? Üç yavrunla kalmışsın, Bir tanıdık söylemişti. Kimsin sen - - sorsaydım hepinize, Gelirdi aynı yankı hepinizden: Sana mı kaldı, işine bak, Kimsin sen? Bilinmedi, ne çare, sizdendik, Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli. Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç Düşündükçe o sokağı, o evleri. BEHÇET NECATİGİL |
Esrik Gemi
Çığırtan Kızılderililer çarmıha germiş, Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi; Kendimi özgür Irmaklara kapıp koyvermiş, Gidiyorum...sular alıp götürüyor beni. Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu, Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı. Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu, Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı. Geçen kış öfke ile çalkalanırken sular, Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben, Öyle koştum durdum ki Yarımadalar Bu yılmamıştı büyük gürültülerden. Sabah uyanışımı fırtınalar kutsadı, Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım, Ölüm kervanı sular beni durduramadı, Fenerlerin budala gözlerine bakmadım. Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa, Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su, Alıp gitti her şeyi; dümen, kanca, ne varsa, Ne kusmuk kaldı ne de mavi şarap tortusu. Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan, Denizin Şiirinde yunduğum günden beri. Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran Boşluğuna bazen dalgın bir ölü inerdi. Orada mavilikler, coşkular ve güneşin Parıltısı, ezgiler bir sönüp bir yanıyor, Telli sazlardan büyük, alkolden daha etkin, Aşkın acı kızıllıkları mayalanıyor! Bilirim nasıl döver kıyıları dalgalar, Şafağın güvercinler gibi coştuğu anı, Akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar, Ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı. Gizemli korkularla yüzünde benek benek, Güneşi gördüm, uzun, mor buzlarla ışıldayan, Ve dalgalar gördüm usta oyunculara denk, Ürpertilerini çok uzaklara yansıtan. Denizin gözlerine yükselen bir öpücük Yeşil geceyi gördüm o büyülü karlarla Nice besi suları ve sarının, mavinin Uyanışını gördüm şarkıcı fosforlarla! Aylarca, isterik bir hayvan sürüsü gibi Sığ kayalara binen çalkantıyı izledim, Götürsün diye azgın suları, Meryemlerin Nurlu ayaklarından bir yardım beklemedim! Biliyor musunuz, Florida’ya bindirdim, Deri panter gözler karışmıştı çiçeklere, Ve ebemkuşakları denizlerin ufkunda Dizginlerini çekmişti yeşil sürülere. Kaynayıp mayalanan dev bataklıklar gördüm, Çürümüştü içinde sazlarla Leviathan! Ortalık sütlimanken yarılan sular gördüm. Nice burgaçlar gördüm enginlikleri yutan! Buzlar, gümüş güneşler, kor gökler, sedef sular.. Derken dalgalar beni bir körfeze savurdu, Tahtakurularının kemirdiği yılanlar Kara kokularıyla dallardan sarkıyordu! Görsün isterdim, görsün çocuklar altın pullu Gümüş balıkların o mavi dalgaların! -Salladı beni beyaz köpükler çiçek dilli, Kanadına takıldım tarifsiz rüzgârların. Kutbun ve karaların yorgun kurbanı deniz Hıçkırınca bazen, tatlı tatlı salınırdım, Ve sundukça sarı dilli çiçeklerini, diz Çökmüş bir kadın gibi öyle kalakalırdım... Sallanan bir adayım, gidiyorum, bordama Ela gözlü, kavgacı, cırlak kuşlar konuyor, Ölüler var takılmış iplerin arasına, Uykuya yatmak için dalgalara iniyor! Kasırganın kuş uçmaz enginlere attığı Ben, koyların saçları altında yitik gemi, Bulamaz ne zırhlılar, ne Hans kadırgaları Esrik su kemiğine dönen iskeletimi; Duvar gibi kızaran gökyüzünün damını Bendim özgür, tüterek, sisler içinde oyan, Tanınmış ozanlara mavilik yosunları, Ve güneş likenleri, cins reçeller taşıyan. Denizötesi gökleri sopalarla temmuz Kızgın hunilerin içine çökerttiği an, Üstümde elektrikli aylar, bütün bir yaz, Bendim denizaygırlarıyla çılgınca koşan. Nasıl da titriyordum elli mil ötelerden Korkunç Canavarları duyumsatınca deniz, Mavi durgunlukların palamarcısıyım ben, O eski Avrupa’yı ne özledim bilseniz! Göklerinin kapısı yelkenlere açılan Takımadalar gördüm, yıldız yıldız adalar, Dipsiz gecelerde mi, ey geleceğin Gücü, Uyur, göç edersiniz, ey milyonlarca kuşlar?- Akşamlar ağlatıyor, ağladım, çok ağladım! Ay ışığı insafsız, güneşler acımasız: Buruk aşklar elinde uyuşup esrik kaldım, Yeter, yarılsın teknem! Alsın beni bu deniz! Avrupa’da sevdiğim tek su var: kara, soğuk Akıyor yarıklardan, burcu burcu tan vakti Yüzdürüyor diz çökmüş hüzün dolu bir çocuk Kelebek kadar narin kağıttan gemisini. Acılarda çalkalanıp güçsüz düştüm dalgalar! Pamuk tüccarlarına hayır diyor dümenim, Artık benim için ne bayrak ne bandıra var, Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim. Arthur Rimbaud Çeviri: Erdoğan Alkan Bütün Şiirleri s. 110 |
KİLİT
Yitiriyor belleğini dünya İnsanda Sonsuzluk özlemi uyandıran Zaman gibi Ah aşk Göğsüme vurulan kilit - Seslen bana sığınaklardan Sevdiğim kadınları anlat Düşlerinde güneş gören çocukları Ve onların karda kalan ayak izlerini Beyaz bir yemeni bağla boğazıma Parçalasın gırtlağımda biriken lekeyi Seslerden yarattım sessizliği. Metin Güven |
UZAYDAKİ ODA
Sağnak boşandı boşanacak bir havada yaban güvercininin ötüşü gibi -yağmurla, yeniden açan güneşle toz toz oluyor hava-, yunmuş yıkanmış olarak uyanıyorum,kalkarken eriyip bitiyorum; tazecik göğün üzümlerini deriyorum. Sana yaslanıp uzanmışım, içindeki özgürlüğü kıpırdatıyorum senin. Çiçeğini isteyen bir toprak yığınıyım ben. Yontulup biçilmiş bir boğaz var mı seninkinden daha ışıltılı? Sormak ölmek demektir! Senin iç çekişinin kanadı yumuşacık bir tüy bırakıyor yapraklara. Sevgimin ışını kapatıyor meyveni, emip içiyor onu. Karanlıklarımın sevinçle kapladığı o yüzünün güzelliğindeyim ben. Bana senin suskunluğunu veren şu çığlığın ne güzeldir! Rene Char Çeviri : Tahsin Saraç |
KUŞ MİTİNGİ
Sonbahardan sonra ağaçlar Hep duman açar Ankara'da Saksılarda yeşil bir yalnızlık Uzayıp gider ev tutsaklığında Kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz Ne gün kalır güneşin yüreğinde Ne şafak ne sabah Kar altında dilsiz ve sessiz Bir tohum gibi bekler baharı Taş üstünde topraksız çaresiz Sonbahardan sonra Ankara'ya dair Hep aynı sözler söylenir Ama yağmur Yine utanır yağarken Kar yine yağmadan kirlenir Sonbaharda sonra Ankara'da Yalnızca kuşların isyanı vardır Bakarsınız bir akşamüstü Bütün ağaçlar kuş açmıştır Ve gökyüzü meydanında Kuş dilinde bir miting başlamıştır Bir çığlıktır artık yaşanan Sözcükler yetmez anlatmaya Notalar fırçalar susar Çünkü mitingden sonra kuşlar Kırıp kanatlarını Ankara'ya ölüm bırakırlar Adnan YÜCEL |
DÜŞMAN
İçinden parlak güneşler geçse de yer yer, Gençliğim hep karanlık bir fırtına oldu; Öyle yakıp yıktı ki, yağmurlar, şimşekler, Bahçemde tek tük kızarmış meyve kaldı. İşte, dokundum güzüne düşüncelerin, Sular mezar açar gibi oymuş her yanı, Kazmayla, kürekle, yeni bir hasat için İşleyip alt üst etmeli batak toprağı. Kimbilir, düşlediğim o yeni çiçekler Belki bu yunmuş toprakta yeşerecekler Gizemli, gürbüz besini buldukları an? -Ey acı! ey acı! Zaman yaşamı yiyor, Yüreğimizi kemiren karanlık Düşman Yitirdiğimiz kanla semirip güçleniyor! CHARLES BAUDELAIRE / Kötülük Çiçekleri, Varlık Yayınları S.34 Türkçesi: Erdoğan Alkan |
Ceza
göğü unut tek başına ölmüş bir karanlık ol banliyö trenlerinin camından bakan yenilgi gibi bak, denizi nasıl denetliyor martılar uzaklaşıp git, kendinde eri, çözül değil mi ki orda yoktun. gemi enkazlarının dibindeki katranla hesaplaş limandaki halatların arasına sıkışmış yengeç gibi çaresizliği incele, bir sonuca var yalnızlığından hani ilk rüzgârla düşen yapraklar vardır onlara oy ver, yaşamıyor olmayı seç değil mi ki söylemedin. çalışkanlığın haritasını çizen karıncaları gözet ağaçlara koş, köklere yalvar kiminse kumdaki ayak izleri, onu bul, tartış takip edilen bir pars gibi geceyle arandaki boşluğu ölç değil mi ki göremedin. Salih Bolat Varlık, 1207, Nisan |
BİR KENTİ AĞLIYORUM
Dün gece uyuyamadım bir kenti ağlıyorum gözlerimden kaçgın görüntüleri dökülüyor dilini yitiren kent söyle bir yaşamı güzellemeyi sana kim yasakladı şiirlerden yaşama taşınmış insanı arıyorum sen insana tıkanan yollara... akmayan sulara gizledin bir çocuk babasını öldürdü bir kadın bedenini bir adam böbreğini sattı söyle... kocamış kent düşlerimi nereye bıraktın Sevgilim... bu kent beni hırpalıyor bir gün... söyle... dilini yitiren kent sana konuşmayı öğretirsem düşlerimi kapatan örtüyü kaldıracak mısın insana gülecek misin. Berrin TAŞ |
KARA KEDİ
- Arap için Uyukluyor yağ tenekelerinin ortasında kara kedi - Uyan, aç mercan gözlerini Kabuklanıyor bıçağı bile delerek geçen zaman Ve külleniyor can çekişen uğursuz dünya Düşlerinde beyaz bir mendil, uyukluyor kara kedi. Metin GÜVEN (Geriye Söz Kalır s.17) |
Sabah
Yarı açık pencere bir yüzü içeriyor engin denizin üzerinde. Güzel saçlar eşlik ediyor yumuşak ritmine denizin. Anılar yok bu yüzde. Yalnızca kaçak bir gölge, bulutlarınki gibi. Gölge nemli ve tatlı, kumu gibi el değmemiş bir mağaranın, günbatımında. Anılar yok. Yalnızca bir fısıltı - anıya dönüşen denizin sesi. Günbatımında yumuşak suyu şafağın, ışığı emen, yüzünü aydınlatıyor. Her gün, zamansız bir mucize, güneşin altında: Tuzlu bir ışık dolduruyor onu ve deniz canlılarının kokusu. Anı yok bu yüzde. Onu içerecek sözcük yok ya da geçmişe bağlanacak. Dün, kısa pencereden yok oldu, tıpkı birazdan yok olacağı gibi, hüzün olmadan ve insan sözü, engin denizin üzerinde. (9-18 Ağustos 1940) Cesare Pavese Çeviren: Kemal Atakay |
Kaçak
Işıkları bir yakıp söndürme Kaptan beni korkutamazsın Beni kimse korkutamaz artık durduramaz bu yerlerde Çünkü aklıma koydum, çünkü kaçacağım Karanlık kişiler yolları tutmuş sürekli bekliyorlar Yakalasalar bir - yengeç kollarıyla - hesap tamam Ola ki bir şeyler yapmadım bir şeyler beklemedim onlardan Kendimce yaşamak istedim salt-bırakmadılar. Mutluluk yalanlarına inanmadımsa Neden suçlarlar beni sorumlu kendileri aslında. Sen de gezemezsen sokaklarda sere serpe Yedi rengin yokluğunda evden hiç çıkmasan Sesli düşünürken kırılsa ortasından kalemin Kendini dinleyip dinleyip de kahretsen her şeye Bu çıldırtıcı yalnızlıkta boğulduğum yetmez gibi Kanına ekmek doğrasalar üç öğün - dediler kodularla Böylesine kavga, böylesine insanlık, böylesine anlayış Tasarladığım yaşantıyı tasalı sonlandırsa ilk baştan Üstelik parsları utandıran bir bakışla Kaptan Kasap çengelindeki ete değil sana baksalar İşte o zaman - asıl o zaman - başlardı yıkıntın Bunalmışlığımın nedenini anlardım Bu güne dek nasıl direndimse yine direnmek mümkündü ama Ne olduysa seni gördükten sonra oldu Ambarıyla güvertesiyle gemini gördükten sonra hem Falımda uzun yollar çıkıyor o günden beri Bir başka sesleniyor tuttuğum şarkılar hep Unutmak için her şeyleri kaçıp kurtulmak için her şeylerden Alınmış sabahların uykusuz rüyalarınca Görmediğim ülkelerin isterik çağrısına koşuyorum şimdi. Bırak Kaptan rahat bırak ışıklar yansın Ben de bilmiyorum kimliğimi sorma bana Nerede ineceğimi hele hiç Yalan söyleyemem diyorum yorgunum diyorum sorma başka şeyler Suçsuzum, parasızım, kaçağım bütün bildiğim bu - beni anla Anla artık uyuyacağım yeri göster. Türkan İldeniz |
Kesilmiş Üç Ağaç
Üç idiler. (Baltalarıyla geldi gün) İki idiler. (Sürüklenen gümüş kanatlar) Bir idi. Hiç oldu. (Su çırılçıplak duruldu.) Federico Garcia Lorca Seçme Şiirler s. 64 Türkçesi: Adnan Özer |
BİLİ
Kime sorsan, Evinde bir oda eksik. Özdemir Asaf / Bir Kapı Önünde s.29 |
DEV AYNASI
Boşuna uğraşma Büyüklüğünü göremezsin Bu dünyada Sana göre ayna yok. Ümit Yaşar Oğuzcan Akıllı Maymunlar s. 89 |
ATOM DEVRİ
İnsanlığın üç devri: Taş devri Tunç devri Utanç devri Ümit Yaşar Oğuzcan Akıllı Maymunlar s.53 |
İstemeden Askere Giden Bir Askere Şiir
Korkmaktan korkarak gitti oraya (Aman tanrım, köyümde bıraktım kadınımı...) Utanarak gitti oraya. (Aman Tanrım, belki de bir çocuk öldüreceğim, benim de iki yavrum...) Oraya gitti başkası istedi diye. Oraya gitti ama ne cesareti onundu ne de nefreti-hiç onun olmamıştı ya Başkasının öfkesi bulaşınca ona o da öldürdü, öldürdü. Ta ki bir gün -bir hakaret gibi gelen tam güneşi varken, umudu varken kadını varken oğulları anası ve mektubu her şey varken tepesine düşene dek gagası sarı kuyruğu kırmızı korkunç bir kahkaha ile el bombaları. Rui Nogar Türkçesi: Gürhan Uçkan |
YANAN BİR SİGARA
Bu küçük kara çocuk paketten bir sigara çeker gibi geldi dünyaya ve yakıldı. Bakar yükselen, kıvrılan, dağılan duman olmuş umutlarına sonra, Hiç. Büyür sigaranın külleri gibi büyür, hem uysal, hem savunmasız. Ve ezilip söndürülür. Mongane Wally Serote Türkçesi: Eray Canberk |
Durdurun Yalanları
İsterim hep, Umutsuzluk çığlıklarını değil Özünü duymanı sözcüklerin, Çatık kaşlarımdan okunan. Bir yeni sesin Haykırışlarını taşıyor çünkü gövdem. Dursun istiyorum yalanlar. Bırakın yoksulları beslediğinizi anlatmayı Çünkü siz çıkardınız açlığı Altın çukuruna akıttığınız kanımı. Dursun istiyorum yalanlar. Bırakın kurduğunuz okulları saymayı, Çünkü siz çıkarttınız cahilliği Yalnızca bana göre bir eğitim kurarak. Dursun istiyorum yalanlar. Bırakın göstermeyi hastanelerinizi, Çünkü siz çıkardınız hastalıkları Emeğime açlık ücreti ödeyerek. İsterim hep, Beni gözün abartmaları ile değil Tanrı'nın yarattığı gibi görmeni, Varlığının nesnelliğinde somutlanan. Çünkü yere basıyorum ayağımı sıkıca Evrendeki tüm insanlar gibi. Sipho Sepanla Türkçesi: Engin Koparan |
SESSİZ ŞEHİR
Bir şehir vadinin içinde Solgun bir gün geçip gitmede Ne yıldız, ne de ay, çok geçmeden Gece belirecek gök ülkesinde. Sisler iner bütün dağlardan Uyuyan şehrin üstüne Ne bir ev, ne bir dam, ne de bir çatı Ne bir ses yükselir dumanlardan Ne köprü belirir, ne kule. Gene de yolcu korkuya düşünce Küçücük bir ışık parıldar derinde Dumanlar içinden, sisler içinden Bir övgü şarkısı yükselir göğe Bir çocuk ağzından. Stefan George Türkçesi: Selahattin Batu |
Peter Skryznecki
kimdir o gölgeler düşlerde üzerinize üzerinize eğilen sakallı, yüzleri seçilmeyen o omuz omuza kişiler? ne gizler fısıldar karanlıklara neden hiç kapanmaz gözleri? çevrende çember olup nereyi, nereyi gösterir parmakları ayak izleri hangi yıldızlara varır, uzanır? arkalarında dağlar bir ırmak sesi ay ışığında ova çayır ve kumlar boyu neden konuşmazlar hiç – ne kadar sürecek bekleyiş, bekleyişleri? neden belirginleşirken yüzleri tam belirginleşirken uyanırsın dilin kavrulmuş çamur gibi kupkuru? kumun ve çayırın kıpraşmadığı ovalardan gelen ovalardan kopup gelen rüzgâr kan kokmaktadır Türkçesi: G. Gencer-N. Ziyalan |
Yakarı
Kafalar ver bize ateş olsun kor olsun Göksel yıldırımlarla yanmış kafalar Uyanık kafalar adamakıllı gerçek kafalar Yansıyarak senin varlığından gelsin İç’in göklerinden doğurt bizleri Sağnaklı uçurumlarla delik deşik Ve bir esrime dolaşsın içimizi Bir cırnakla akkor halindeki Açız işte açız doyur bizi Yıldızlar arası sarsıntılarla N’olur göksel lavlar aksın Kan yerine damarlarımızda Ayır bizi böl parçala bizi Ateşten ellerinin keskin yanıyla Ölünen o yeri ölümün de uzağında Aç işte üstümüze o alev kubbeleri Silkele beynimiz sarsılsın O senin görgün ve yordamın içre Yeni bir tufanın pençeleriyle Bozulsun zekamız alt üst olsun Antonin Artaud Çeviri: Cemal Süreya |
DÜNYANIN AVARELERİ
I Söyle bana, yıldız, kanatları nurdan, Göster, uçuşunla ateş saçaraktan, Gecenin hangi tarafında mağaran? Kanadını nerde kapatacaksın? II Ey saz benizli yolcu, ay, söyle bana, Kuş uçmaz kervan geçmez sema yolunda; Gündüzün, gecenin hangi kovuğunda Dinlenmek için gidip yatacaksın? III Macera peşinde sürten yorgun rüzgâr, Bir serserisin ki her yerden koğarlar, Sığınacağın gizli bir yuvan mı var, Üzerinde bir dalın, bir dalganın? Percy Bysshe Shelley Türkçesi: Orhan Veli |
DENİZ HUMMASI
Gene denizlere dönmeliyim, ıssız deniz, semaya Bütün istediğim bir gemi ve yolunu gösteren yıldız Çark vursun, rüzgâr söylesin, beyaz yelkenler çarpsın havaya Ve denizde sisli bir fecir, bir fecir istediğim yalnız. Gene denizlere dönmeliyim, dalgaların çağrışına Öyle hoyrat, öyle saf bir çağrış ki karşı durulmaz buna Bütün istediğim rüzgârlı bir gün, bulutların yarışı, Savrulan köpükler, serpintiler, martıların haykırışı. Gene denizlere dönmeliyim, serserilik hayatına Martılarla, balinalarla o keskin rüzgârlı yollarda Bütün istediğim yolculuğun sonunda bıkıncaya dek, Uyumak, rüya görmek ve bir gemici masalı dinlemek. JOHN MASEFIELD Çeviri: Melih Cevdet Anday |
GELECEK ÖLÜM - GÖZLERİ GÖZLERİN OLACAK
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak sabahtan akşama dek, gözünü kırpmadan, sağırcasına, eski bir vicdan acısı gibi saçma bir alışkanlık gibi ardımızdan kovalayan bu ölüm gelecek bir gün Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah, suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak. Ey sevgili umut, o gün biz de bileceğiz hem yaşam hem hiçsin sen bile, ey sevgili umut! Herkese birdir bakışı ölümün Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak bir alışkıyı bırakırcasına ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada kenetli bir dudağı dinlercesine sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca. Cesare PAVESE Çeviri : Bedrettin Cömert |
Ölüm gelecek ve gözleri gözlerin olacak-
bu ölüm, bize eşlik eden sabahtan akşama uykusuz, sağır, eski bir pişmanlık gibi ya da saçma bir alışkanlık. Gözlerin boş bir söz olacak, bastırılmış bir çığlık, bir sessizlik. Böyle görüyorsun onları her sabah tek başına kendi üzerine eğilirken aynada. Ey sevgili umut, o gün bileceğiz biz de yaşam olduğunu ve hiçlik. Ölümün bir bakışı var herkese. Ölüm gelecek ve gözleri gözlerin olacak . Kötü bir alışkanlığı bırakmak gibi olacak, görmek gibi aynada yeniden belirdiğini ölü bir yüzün, dinlemek gibi kapalı bir dudağı. İneceğiz burgaca, suskun. (22 Mart 1950) Cesare Pavese Çeviren: Kemal Atakay |
DÖRTLÜK I
Soruyorsan, göğsün içindeki gönül ne demek Soruna yanıtım şudur: Gönül aklın tutuşmasıdır ve acı çeken yürek Bunlarsız o sadece çamurdur Muhammed İKBAL Çeviri: Ataol BEHRAMOĞLU |
YÖNELİM
Elim bazen yüreğimin üzerinde durur İşte oradadır vatanım benim. Anna Pardi Türkçesi: Özdemir İnce |
TAŞ
Ey taş! Ey zavallı taş! Ne zamandır uyuyorsun böyle, hangi çağdan bu yana. Niçin yaşadın kendi içinde? Ey taş! Ey zavallı taş! Bekleyip duruyorum yeni bir adımın beklenen gününü, uzun uykundan silkineceğin günü. Ne güzel olacak o gün seni görmek. O anda sen, ayaklarını kımıldatıp yavaşça, kaldıracaksın başını şaşırmış insanlara karşı ve başlayacaksın sürünmeye yerde. Luis Vidales |
MEZAR YAZITI
Dağılmış acıların elinden kaptı götürdü onu kuş, Bir sevi uğraşı için ormanlara bıraktı. Rêne Char |
Yaşadığım yerde
İnsandan daha çok Korkuluk var Chasei |
Dünyanın Hâli
Batıdan esince rüzgâr doğuya yığılıyor dökülen yapraklar. Taniguçi Buson |
Unutma
Unutma, cehennemde yürüyoruz çiçeklere bakarak. Kobayaşi İssa |
şu Anki Saat: 04:53 |
Powered by vBulletin
Şiir Akademisi Forum