![]() |
ÜZÜME BOYANIRKEN YERYÜZÜ Salkım saçını topladı bağ Eylül'ün aynasında Suyunu soyundu Tanrı'nın damak atları kadar sabırsızdım Şişelere örüldü sıcaklık Karıştık mahzen çiçeklerine Yoldum aklındaki mantarı Bir şelale kendini şaşırdı dökülüşünle Çalkaladım harflerimi Çemberimi genişletip hızlandıran kokun Küstürdü çam ağaçlarını, nergisleri... Bir kadının metal çizgilerinden Dilimde kalan yuvarlak notalarla Yoğun bir şarkıya başladı rüzgâr Dik açılarla geldin iliklerime Kızarıp içine çekildi gölgemin boyu Ardışık ormanlar kurdun evin bağrına Buzulunu öptün damarların Çağ atlattın yüreğimdeki bahçeye Gökyüzü boyunca serpilmenin ipiyle Çekildim bir tenin asma yaprağına Özkan Satılmış / Dize, Ekim 2007 |
Bellek ile Ölüm Bellek durduğunda unutuş tırmalar kapıları aynı sözler tekrar yine tekrar kapandır, kısılıp dönülür beynin içinde ağız söylüyormuş bunu bilmiyordum "hayır" diyormuşum durmadan olumsuzlanan o dar alandan çıkıp kurtulmak istiyor-muşum denetle, çöz, boya, sıraya diz senden mi geçmişti, salınır hayata sözcükler, yalan özgürlüğümüz, sahte tansık dökülür foya kafamızın içindeki yumruk kadar nesne sendelediğinde yaş dondurur usul usul, hüzün dirhem atar duyarlı teraziye kin hırpalar öfke yerinden uğratır sarsılır eski makina söyleyen kim aynı sözleri bir daha bir daha ben mi ben değilim o başka ama yakınlar duyarlar yoklar ölüm bizden önce Gülten Akın / Uzak Bir Kıyıda (Sonra İşte Yaşlandım) s. 74 |
GELMEDİN Kırılmış bir cama döndü gök evsiz barksızların konakladığı eski bir handa Kalakaldı ruhumdan koşan atlar Her sabah gülümseyerek baktığım ufuk Koparmışlar dillerini çanların bütün ampulleri kırmışlar Kurtlar bile ulumuyor, nasıl bulsam yönümü Gelmedin, bütün kitaplar yarım Kent bir halı eskisi aşkla dokunan desenler solmuş o delifişek sevişmeler, koşturmacası karanfillerin unutulmuş. Kim hangi şarkıda dinler beni İşte gözlerimi bağlıyorum sevin ey yeryüzü! kökü çürümüş bir difenbahya kalbim Mahzun DOĞAN |
dünebakan Attar okudum, üstüm başım baharat tanrı'dan gömlek isteyen biri vardı yanımda <DIV align=left>ruhu rüzgâr alan yaralı bir gül <DIV align=left>gezdiren karnında <DIV align=left>bir yoksulluk sesi almış yürümüş evde <DIV align=left>üç ağız iç içe girmiş, kim kırmış bu kadını <DIV align=left>bahar için bunca sözü dal yapan toprak nerde? <DIV align=left> <DIV align=left>Ağzıdır herkesin yurdu ve avuntunun <DIV align=left>sarı kâğıtları... Attar okudum <DIV align=left>üstüm başım baharat <DIV align=left>taş yutmuş <DIV align=left>gibi siyah <DIV align=left>doğu <DIV align=left>nun <DIV align=left>ağıtları <DIV align=left> <DIV align=left>Şimdi yağan yağmursa göğün küfrüdür bize <DIV align=left>dikenleşir düne batmış hüzünlü filikalar <DIV align=left>kim kırmış bunca kadını gözünü bulan ağlar <DIV align=left>göz bir uçurumdur, yarı yeşil yarı toprak <DIV align=left>düşenlerin sesi yatar benim çakıllı derimde <DIV align=left>Attar okudum dün gece <DIV align=left>tanrı uyumuş kalmış üzerimde <DIV align=left> <DIV align=left>şErEf biLsEL / mEcNûn dALı - s.13 |
KISA ŞİİR / on altı Genişleyip yükseliyor biz susa susa kirli bir sese hükümlüyüz Gülten Akın / Uzak Bir Kıyıda (Sonra İşte Yaşlandım) s. 76 |
UÇURUMA DÜŞEN NEHİR Sende bu yükseklik korkusu, boşluğunun kıyısından geçmişe baktığın gün mü başladı oturduğun yerden seyrettiğin kuşlar bile ürpertiyor içini. İçin ki uğultulu bir orman. Ruhunu çizen, kanatan dallar ve rüzgâr... - Ah! kalbin sürgün günlerinden kalma hüzün diyorsun yüzünde güzden gölgelerle karşılarken akşamı kucağında yalnızlığına sürtünen kedin. Tanımlamak gerekirse bir imgeyle seni uçuruma düşen nehir... Oysa şehir aşağıdan seni çağırıyor. Oya Uysal Varlık Şiirleri Antolojisi- Enver Ercan s.292 ( Sayı 1073, Şubta 1997 ) |
GİBİ'LER I. Gündoğumunda- ki bir denizkaplumbağası gibi bak- ıyorsun aşkım içimdeki sulara. II. Teknem yol alıyor haritası çizilmemiş kıyılarda. Ters akıntılar yokmuş gibi ilerliyoruz aşkın ılıman sularında. III. Aşk yorgunu gibi garip konuğum. Gider gibi oturduğu yerde. IV. Çocuklar gibi tasasız eğlendik o gün ırmağın kıyısında. Çok sonra çöktü hüzün. Karşı kıyıdakileri düşündükten sonra. Solan bir gül gibi dağıldık batan günle. Yaz başlangıcındaki O güz fırtınasında. V. Bir çırpıntı gibidir yüreğim- de yazılı adın. Yüreğimle ansır gibiyim yalnız yüreğimle bir süredir yaşamımı. VI. Bir türkü gibi- sin bende. Ezgisi dudaklarımda Sözcükleri unutulmuş. VII. Sözcükler gibi Kıyıdaki kum taneleri Dalgaların kayalardan kopardığı Zamanın aşındırdığı. VIII. Bir gölge gibi izliyorum gölgeni Karanlık ormanlarında düşlerimin- düşüşlerimin. IX. Ardıç kuşlarının gözleri senin dudakların gibi gülüyor. X. Nicedir yaşamayı unutmuş gibi yaşıyorum. XI. Yok gibi uzun kumsalda Yürüyüşün bıraktığı izler. (Öylesine biliyorsun yürümeyi.) Bense ardında bıraktığın aşkınla izliyorum seni yorgun adım. XII. Sen öyle varsın ki Ben yok gibiyim. Ferit Edgü |
Seher Açık pencerelerinden Seheri bir top gibi fırlatan bu kente şimdi hangi rüzgâr uğrar hangi yağmur siler gecelerini Seher öldü ölmüş çiçekleri de yalnız iki dal hercai menekşe ve düşlerindeki kum zambağı herkes döndü teleğinde uzun ve hüzün kışları taşıyanlar yenilenler konuşanlar susarak aşanlar kanlı tezgâhları kurtlar döndü ayakları beyaz boyalı yeni bir şenliğe bellekler temizlendi ekranlar temizlendi sayfalar temizlendi orda öylecene durdu çocuk yüzüyle kanayan bir Seherin gölgesi Gülten Akın / Uzak Bir Kıyıda (Sonra İşte Yaşlandım) s. 76 |
ÇÖL Ne zaman bir masa başına otursam sana birşeyler yazmak için, çocukluğumda seyrettiğim cambazlar geliyor aklıma, elimdeki kalem birden o sırık terazi gibi uzuyor ve ben çok geçmeden o usta cambazdan uzak acemi bir palyonço gibi boşluğa yuvarlanıyor ve hoplamaya başlıyorum düşlerin yaylanan ağında. Sonra, görünmeyen seyircilerimin kahkahaları çınlarken kulaklarımda, kulaç atmaya çalışıyorum kurumuş bir gözyaşı denizinde Cevat Çapan / Bana Düşlerini Anlat s. 109 |
ÜÇ KİŞİ suskun üç kişi biri gözlüğünü siliyor öteki gözlerini üçüncüsü tabutta dışarı baktı biri öteki onun baktığına üçüncüsü önce görmüş biri saati sordu öteki üçüncünün yaşını üçüncüsü yanıt olmuş saatini düzeltti biri öteki yaşını üçüncüsü bir yanlışı biri kendine med öteki kendinden cezir deniz olmuş üçüncüsü Celal Soycan Varlık Şiirleri Antolojisi- Enver Ercan s.416 ( Sayı 1147, Nisan 2003 ) |
<B style="mso-bidi-font-weight: normal">[/B]</PRE><B style="mso-bidi-font-weight: normal">[/B]</PRE><B style="mso-bidi-font-weight: normal">Kestim Kara Saçlarımı[/B]</PRE><?:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /></PRE>Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön</PRE>Yasaktı yasaydı töreydi dön</PRE>İçinde dışında yanında değilim</PRE>İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi</PRE>Bu nasıl yaşamaydı dön</PRE></PRE>Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti</PRE></PRE>Tutsak ve kibirli -ne gülünç- </PRE>Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez</PRE>İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı</PRE>Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum</PRE></PRE>Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi</PRE>Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen - </PRE>Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım</PRE>Günaydın kaysıyı sallayan yele</PRE>Kurtulan dirilen kişiye günaydın</PRE></PRE>Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi</PRE>Bir yaşantı ile karşılayanlara</PRE>Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum</PRE></PRE><B style="mso-bidi-font-weight: normal"> Gülten Akın [/B]</PRE><B style="mso-bidi-font-weight: normal">[/B]</PRE><B style="mso-bidi-font-weight: normal">[/B]</PRE>
|
...
İstanbul bir Dişi Orospudur Yağmalanmış ol tarihin Lanetli anne sütü Becerilmekten yorgun tenlerin O yasaklı sevdası; hiç tanımamış ki aşk***8217;ı bin isim aramış anası ona bin güzellik biçip durduğu bu dayanılmaz rüzgarına Asya***8217;dan gelip Avrupa***8217;ya dil çıkaran Ağırbaşlı çocuk değil ki o felsefe okusun Yunus gibi yare yare içinden geçeni Gören görmüş Kendi kör Şiire benzer en çok kocaman gözleri kuşkusuz hüzünlü Şems***8217;in en parlak anı o Bir utanmaz ermiş bu yüzden ama Erenleri reddeder İstanbul bir masal diyorlar, Yalandır zinhar Masallar büyümez ki çocuklarla Masallar çocuk kalır Oysa bin kez ihanete uğramış nüfus kağıdı tarihten dönen çok babalı bu çocuk bir garip annenin kızıdır dokunuldukça teni acır vahşi büyüdü üstünden geçen tramvay dizelerinden korkulu artık şairlere bile utanarak yaklaşır geceyi koyununda değil içinde taşır Masal yazdırır tarihe saçlarını kesip kesip dilek tutan bir deli acımasız gerçeğiyle kimsesiz kalmış. Deniz kokusuna dondurma yalayan pembe dudaklı dile düşkün bu edepsiz İstanbul, Demek istediğim kısaca şudur; İstanbul, bir dişi orospudur Beyoğlu altın dişi... Diyorum ki itirazı olan varsa Bu çocuğun babası olmalıdır... Yelda Karataş |
UYKULU YAĞMUR eşikte uykulu bir yağmur dinlenmesi için içeri aldığım akşam kendini ayrı tutan anlam ses gecenin ağustosböceği bahçe evi dışarı taşıyan sessizlik cam kırıkları duvar ortada ışıyan taş ot ve deniz kokusu yaralı ayağı köpeğin serin unutultukça büyüyen kadının yüzü yalnızlık sokağın tek kedisinden öğrendiğim dallarda bekletilmiş bir yığın ay uzaklar nar içimizden geçen nehirleri suluyoruz herşey kendi uzağıyla bir incire uzanıyor biri yerini değiştiriyor renk aşk kuşların yağmura yuva yapma telaşı diyor ağaç gece bir yol uykunun ve düşün yemişi ışıyan ve mırıldanan ışıyan ve mırıldanan. Doğan Ergül |
Sana Dokunmak Dilimin Amentüsüdür Adın Düşüncemin tarihçesidir Sana dokunmak Dilimin amentüsü Sana Dokunmak Ateşi Dokumak Demektir Gözlerin içinde, ışık işçiliği -ateşi dokur- Betimsiz bir ten vakti Örgüsünü giyinir gözler, hep bir elden Işık tarlasından dönerken güneş Bir dönüm daha gebe Hasat çocuklarına Sana Dokunmak Teni Soyunmaktır Yokluğa Rüzgâra astığın şeffaf yanılgılar, yapıştığında tenine Kir gibi akıtamazsın içini Her öyküde bir durak ıssız bekler yolcularını Dilimde aceleyle söylenmiş bir küfür tadı Islık sesleri kesmez kalabalık yolları Velur dokunuşların yüklemsiz girişleri midir zamirin öbeğine / bu yabansılık? Oysa isyanı alınmış bir duygudur yaşamak O en çok sevdiğin küfürden Sana dokunmak teni soyunmaktır yokluğa Tan ağarırken giyinmek kalabalık şehirleri Rütbesiz acıların kan kaybıyla vurulmak Sana dokunmak biraz da aşka benzer Destanlar vurulur sırtından Aşığın sazı kırılır; şairin sözü S.Aylin AntmenEdited by: merâl özcan |
KUTSAL LEKE hışırtıdan fazlasını arzulayarak durdum dehşetime baktım ağaç dallarından göğün merdivenlerinden tenimden yolun bitmeyeceğine, seslerin varlığımı tanımayı reddetmesinden sonrayı bilmemekle parçası olmamak arasında küçük bir bilinmezlik olarak yaşamak yaşamayı sevmek yerine pencere, kapı gözleri ağaç dalları rüzgâr! gidişimin en acı fark edilişi çekirdeği düşündüm bardaktan taşan suyu izledim, yazdım fazlalaşmanın çaresizliğinden sakınmalıyım kapı pencere kapanmalı kalem kâğıt neyse o aramızdaki kör edici ışık kâğıt mürekkep ve kutsal leke karanlığımı az da bıraktım kök topraktan suyunu emerken duyar beni güneş doğduğunda herkesçe görülürüm uzun konuşuyorum yokluğumla gidişimin en acı fark edilişi Andız Dergisi Sayı: 8 - Güz 2006 S.Aylin Antmen |
DENGE Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Tanrınız büyük amenna Şiiriniz adamakıllı şiir Dumanı da caba Bütün ağaçlarla uyuşmuşum Kalabalık ha olmuş ha olmamış Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum Ama sokaklar şöyleymiş Ağaçlar böyleymiş Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim diz boyu sulara Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle dövüşemem Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız TURGUT UYAR |
Birinci Tabut göbeğinden zımbalı sıfır iki nüshayım suretim aslım kayıp borca batak bilançoyum kaç poşet panik her akşam kapı önünde göl ölür yırtılır gök özlem yıldırımı düşer kalbimin meşesine sesinle doldururum içimdeki boşluğu hayat arabasını taşır aheste Fitnat Hanım Nigâr Hanım Leyla Hanım aç çağım aç çağım aç çağım gömerim cesedimi ağzıma kan bulaşır ağzıma ekmek götürürüm burnu havuç süpürgesi hayal kardan kadın kartopuyum lapa kırık hayali oynarım mat ağında boş salona gurbet treniyim yüküm ateş tuğlası sılam şiir yalancı akasya parçalanır gözyaşı şişem ölü buzda ölü buzda ölü buzda Türkan Yeşilyurt Varlık Şiirleri Antolojisi- Enver Ercan s.336 (Sayı 1096, Ocak 1999) |
Wıttgensteın İçimin içime sığmaması Canevimde çırpınan Küçücük bir kuş Olmasından mıdır aklın? Cevat Çapan / Bana Düşlerini Anlat s. 42 Edited by: Burcu Yalkın |
HOŞ GELDİN HÜZÜN Seine Irmağı kıyısında çılgın bir ağaç Aşıklar Köprüsü esrik gemiler Tuilleries Parkı'nda o akşam üstü Ne denli yalnızdım ne denli Düşlerime girmiyor artık Ne Boğaz ne gelincikler ne de sen O elâ gözleri ben nerde unuttum Nereye gizlendiniz anılar Bu karlı kışı da kim saldı başıma Nasıl aşarım dağları Nasıl ulaşırım sana sevdam Uyku girmiyor gözüme Nerdesin şimdi Hangi uzak eldesin Ben kime canım derim sevgili Söyle hangi gönüllerdesin Ellerin yine ince usul mu Sesini unuttum diye Yüreğim de seni unutsun mu Karlı dağların ardında İstanbul Elim ayağım iki gözüm Burada ben yapayalnız Hoş geldin hüzün Paris Elif Su Alkan Türk Dili Dergisi/Ekim 2002 Kitap : Mayıs Sevgili |
MUTLULUĞUN RESMİ Bugün; bütün ağaçlar yüreğimdeydi. Bütün çiçekler gözlerimde. Güneş, ışıklarını dudaklarıma kondurmuştu. Neydi kanımı kaynatan bu güzelliğin adı? Mutluluk muydu? Bugün, Ne varsa hüzünden yana denize fırlattım az önce. Sanki beklermiş gibi hepsini, hop hop hoplatıverdi dalgalarında. En güzel maviliğiyle oynaşıp durdu. 'Bak' dedi 'fırlattığın hüzünlerine... İşte; onların bendeki hükmü sadece bu! ' Sonra, şakalaşırcasına bir kaç tuzlu damlasını sıçratıverdi yüzüme. Gülümsedim mahcup mahcup, onun bu neşesine... Duruldu. Bir deniz yıldızı bıraktı avuçlarıma. Yoksa mutluluk bu muydu? Herkes kalabalıkken, içimdeki yalnızlığı alıp, gidiverdi sihirbaz martılar! Bir de arkasından o bildik şen kahkahalı bağırışmalar! Hiç bu kadar güzelini görmemiştim. Beyazmış meğerse beni, onlarla bütünleştiren mucize! Kanat çırpa çırpa, yüreğimdeki isyanları uçurdular... Yaşamaktan aldığım tad; işte buydu! Yoksa mutluluk bu muydu? 'Sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin? ' Evet... Adım İNSAN... Ya, tabii ki, çizerim! Az önce; ağaç oldum, çiçek oldum, güneş oldum, deniz oldum, martı oldum, ölümsüzleştim... Meğerse, hep yanıbaşımdaymış bu güzel resim! Ben çizdim. Adı umudum'du! Yoksa tüm umutlarım beni hiç terketmeyen mutluluğum muydu? Mutluluk, hepimize sadece kendi çizdiğimiz resimler ve uzaklıklar kadar yakındır! Nedret Türer |
GÜNLER SÜPÜRÜYOR AĞITLARI Bir bomba gibi düşüyor sözcükler usuma ve bir infilâk Rüzgâr çıkarsa dökülür yapraklarım Her şiir yeni bir sancıdır Bir balerin, çiçek kadar yumuşak adımlarıyla Okşayıp gidiyor yüreğimi Günler süpürüyor ağıtları Kara bir asker botunun altında çiğnenmiş papatya artığı İyi ki gökyüzüne basamıyor ayaklarımız Gonca ÖZMEN |
SEV BENİ sana geldim uzun yollardan trensiz garlarda beklemelerden içimin tünellerinde yitirip yitirmeler felaketini hiç gitmediğin ülkeler gibi uzak uğramadığın şehirler gibi yaban ve tanıdık bir anne ninnisi kadar sıcak sımsıcak sana geldim göğsümde binicisiz atları hayaletlerin görünmeyen ölümün çıngırağı çünkü uzaktan geldim, bilinmeyen ülkeden yürüdüm acı dolu öpüşlerle kirletip an***8217;ı sana geldim yemişlerle doldurup ağzımın ormanını alnımda sıcak bir el gibi gezen saydam günle, sonsuz gül imgesiyle bana geldin senden geldim bir kelebek ömründen yağmur çiçeklerinden kuraklığın düğün evine çünkü uzaktan geldim, daralmış bir ışıktan göç yolunda bir kuşun kanatlarından geldin bana yorgunum, karanlığım ağırla beni n***8217;olur, bir şafak imgesiyle imgesiyle tükenmemiş aşkların yalansız kardeşliğin babasız bir çocuğum itilmiş, örselenmiş suskuyu bilmiş susmayı bilememiş annesiz bir çocuğum bağışla bir sıcak ekmek imgesiyle sesini bana ellerini bağışla yoksulluğuma adını adıma kat okşa usul ellerinle saçımı bir anne imgesiyle ölümüne dek ölümsüz bir imgenin sev beni Ayten Mutlu |
ÖLÜM BÖYLE BİTER 1. sırlı göl Bedenimin içinde bir uzak yer arzusu derinde saklı iç çeken sırlı göller 2. incik aşk Denizle danseden ikimizin felaketi küçük kıpırtıların uçan çarşafı düşmüş ağlamış incik aşk 3. ipek arzular İçimin gölgesinde öpücük acımış kırılgan gövde ipek arzularında tutuşmuş 4. mavi sızı Gözlerin derinde mavi sızı uykuların gölünde düşsü su 5. deniz şehri Dokununca suların yolculuğu deniz şehrine içimizin akışı öylesine 6. ışık göl Yitişin bulut merdiveni fısıltılar içinde Sevişirken uçtuğumuz gül kanat düştüğümüz Işık göl 7. ikimizin düşü Tapınakta yanan mum ikimizin düşünü anımsar tükendikçe incinen sevdalı alev 8. oda Dalgın gölgeler ikimizin kavuştuğu yer saçımı unuttuğum oda uzakta toynakları ayrılığa koşan günün 9. ayak izi Taşın ağladığı yerde ayak izi ikimizin Ölüm böyle biter. Neşe Yaşın |
Uzun Korkuların boyu sevgilerden uzun Ondan bunca karanlık orman Ayrıl!.. At!.. Ayağına çakılan nalı tanır Çak!.. Bir çivi, bir tane daha Kaç çekiç darbesi acıları bastırır Sesi kısık harflerle hecelediğin sözcük Bir kuşkunun boynunda kuruyacak sarmaşık Üzüncü sokak sokak dolaştırırken rüzgâr Ezberlediği isimleri bir bir... Zamanı geldi de geçiyor unutmanın Atın ayağına kaybolmuş bir bellekle çakılmaktasın. Ayrılık öpüyorken kasıklarını Bırak düşerse düşsün Etinle kurduğun köprü Başka bahara yeşil Su başka okyanusa Daha uzaklara yol Uzan güneşe, İyi niyetli bir elma daha kızarsın Hülya Deniz Ünal / Dize, Aylık Şiir Seçkisi - Şubat 2008 |
Ay'ya Yarımsın; ama tam karşımdasın Tam karşımdasın; ve yarımsın... Oruç Aruoba |
KALIT cemal süreya'nın öldüğü yaşı da geçtim öldü sevdiğim şairlerin çoğu yağmura indirgediğim söz ve bir ince rüzgâr kaldı bana onlardan Ahmet UYSAL |
SAATLERDİR YAĞIYOR EYLÜL saatlerdir yağıyor eylül bulutun mavi uçurumun yaşamak gibi ağır damlalarıyla iniyor toprağa saatlerdir yağıyor eylül çılgınca toprağı demleyecek birazdan o ıslak kokacak saçların her gün gibi yenibaştan saatlerdir yağıyor eylül düşüyoruz utanmadan sonra iğrenmeden üşüyoruz ırmak kabarıyor ölüm açıyor ekmek gibi bölüşüyoruz saatlerdir yağıyor eylül seni diyorum kendime denklediğim aydınlık bir sokak gibi içime işlediğim gün uyuduğunda filiz unuttuğunda büyümeyi vurgun yemiş bir bacak gibi inatla kendime eklediğim seni düşünmek kalbimin dört odasında ülke büyütmek saatlerdir yağıyor eylül saatlerdir omuzlayarak bütün yalnızlığımı ıslanalım diyorum yaprağa tarla kuşuna toprağa biraz eksik biraz tortu biraz kül saatlerdir yağıyor çünkü bulutun mavi uçurumun yaşamak gibi ağır damlalarıyla eylül Azad Ziya EREN |
KUM RESMİ Rilke'ye Hayatları boş odalardaki saat'tir Ölümleri hazır giysi Mezarları derin çamur örtüler Ve kırık yazılı alıntaşlarından Kum resmi Boş bırakılmış bir yalnızlık uyar herkese Hor görülmüş itilmiş ve hadım Yaşamak da ağır edilirse Sorgu sual ve yaklaşan her adım Korku resimleri çizer kalbine Kağan KÖK |
ALIŞKANLIKLAR DA DEĞİŞİR Kapını dışında birtakım adlar okuyorlardı listeden. Adını duyan hemen hazırlanıyordu -- yırtık bir bavul, bir çıkın -- kendilerine gerekmeyen ne varsa, bırakıyorlardı. Yavaş yavaş boşalıyor, daralıyordu bulundukları yer. Kalanlar birbirlerine sokuldular. Unutulmuş bir çalar saati, belli bir sessizlik ve tören havası içinde, koğuşun üst köşelerinden birine koydular. Ondan sonra, her akşam, sırayla biri kurdu saati ve sessizce beklediler ertesi sabah altı on beşte saatin çalmasını, dışarı çıkıp yüzlerini yıkamak miçin. Bir gün gece yarısında çaldı saat. Kalktılar, yıkandılar (ay vardı), sonra çevresine oturup saatin birer cıgara yaktılar. Yannis Ritsos ( Çn. Cevat Çapan ) |
Mesafe
Sapa iki ada arasında derin bir mesafe var. Mesafe...birahane ve buğday tarlası arasında. İdam mahkumu her palyaçonun ölmeden son gece küçük kızına yazdığı ıslak satırlar arasında da... İki kuru gün arasında daha da uzun bir mesafe var. Mesafe...iskele ve doğumevi arasında. Dün gece uykusunda ölüveren otel katibi Sabri Bey ve babasından miras kalan sumeni arasında da... Yıprandıktan sonra bir kenara atılan traktör lastikleri mi... Yalnız orkestranın çala çala tükettiği naif senfonileri mi... Sarımtırak renkli ayrı tokaların hüzünlü hikayesi mi... Hangisi anlatılsa ki daha daha başka? Çocuğu gibi sevdiği kedisinin kaybolduğu haberini aldığı andaki şaşkınlığı mı, Lades Hanım***8217;ın? Nasıl anlatılsa ki...? İki yakın insan arasında geniş bir mesafe var. Var gerçeğin farkında olan pek azı da. Mesafe...her sevgilinin bencilce gömdüğü arka bahçesine... Sakladığı o her insanın gizli çekmecesinde. (19.12.2003 / Mecidiyeköy / İSTANBUL) (Dergah Dergisi / Sayı:185) Ozan Öztepe |
Su Masalı Aldatılmış bir kumsaldır zaman parmaklarımı sayıp döktüğüm. Herkes ölecek yaştadır orada toprağı ayaklandıran bir yağmur altında dağlara doğru süpürülmüş barakalar ve hüzün, en eski kavuştağımız, kendi hâlinde bir dağ Aldatılmış bir kumsaldır zaman sesimi yanağına düşürdüğüm. Herkes ağlayacak yaştadır orda işlek çarşılardan kovulmuş terazilerin bir kefesinde gözyaşı diğer kefesinde kum ve şehir ve Leheb ve yenilginin kokusu kendi hâlinde bir sis Aldatılmış bir kumsaldır zaman kalbimi çevirip okuduğum. Herkes boğulacak yaştadır orda herkesin koynunda ıslak bir dal ve aşk: parlak dalgaların gelip vurduğu kendi hâlinde bir sandal Şeref Bilsel |
</PRE></PRE>Kanama
Kumunu yitirmiş bir çölün hüznü Önemlidir bir düş'ün depreminden ölümün sevinci her silah sesi kalbimde çalkalanır bir deniz bunu bilmekten. Yüzünü yerinde kullanmıyor sevgilim dalgınlığını da, onda bir geyiğin dağlar kadar korkusu kanı görünüyor bir avcının dürbününden toplardamarında doğurgan bir acı inciniyor zamansız gökyüzünden. Sessizlikten öğrenmiş tutkuyu ayrılıkla şakalaşmaktan aşkı bir şarkıya uğramış durmuş taş sözcüğünü duyunca kırılan cam gibi paramparça bir bakıma göz ağrısı. Çam kokulu dudakları değince ağzıma kar diner, çiçek açar kasığındaki sudan. Onu durmadan anımsamak bir kanama mı? Nereme dokunsanız gül tadında bir sancı.</PRE></PRE>Veysel Çolak</PRE></PRE></PRE> |
sonrası sığınmadan önce unutmanın büyüsüne yaldızlıyorduk yalnızlığımıza konan kuşları yeniyetmeliğimizi büyütüyorduk birbirimizin elinde ardına bakmamalıydı kadın çağlayan olup akmalıydı uçurumundan nasıl sınanırdı yoksa o çok korunmaktan kabuk tutan duygular varsın ustalıkla alçılanmış kırık bir ayrılık olsun sonrası. Aslı Durak - Sır |
GİZ / Veysel ÇOLAK
Hızla çıktım içinizden, deriniz oldum yüzünüz gibi değişe değişe maskeler edinen eskiler edinirken bir Akdeniz günlüğü suya yazıldığı için sönen ateşten sevgililer... Kanım bitti, ayrıldım kendimden. Buluştum nedense korku ve merak, birdenbire karanlık. Ayrıldım kendimden, anladım tenin verdiği sözü sonra uzaklıklar ve gökyüzü mağaralar, yukarı Fırat kolu kaos ve delta... Vuruldum, bütün şairlerde ihaneti gördüm büyük yalanı. Bildim her günün sıkılmak olduğunu bildim bir ölüm unutmadı doğacak olanı. Hızla çıktım içinizden, deriniz oldum eskittiniz birbirinize sürte sürte beni bölündüm, kimse bilmiyor o kocaman yalnızlıkta dili kesiktim, bir azınlıktım kendime <BLOCKQUOTE><a href="http://www.siir.gen.tr/siir/v/veysel_colak/index.html" target="_blank"> </A> </PRE></BLOCKQUOTE></PRE> |
Kalkıp Bir Dosta Gitsem kıyıları baştan başa dolaşsam ayağım değmedik kum gözüm değmedik mavi kalmasa çakılların üstüne oturup şehri seyretsem gürültüsünden uzak deniz taşlarını birbirine vursam duysam çırılçıplak sesini taşların***8230; uzanarak kumlara seyretsem derinliklerini gökyüzünün bulutların şekilden şekile girişlerini izlesem köpükler sıçrasa üstüme çeksem ciğerlerime olanca tuzunu dalgaların yorgun akan ırmak gibi duysam serinliğini alnımda bir uçurumun***8230; doğrulup bir kaya gibi ufka baksam saatler gelip geçseler habersiz martıları seyretsem akşamlara dek avdan dönen balıkçı motorlarının kütürtüsünü dinlesem yeşil bir yaprağın damarlarını beneklerini seyretsem saatlerce***8230; bir balıkçı kahvesine uğrasam hoş beş etsem orda kalın bıyıklarını seyretsem yaşlı denizcilerin av yorgunu, tuz yanığı yüzlerini***8230; sonra kalkıp bir dosta gitsem sarılsam boynuna açar açmaz kapıyı kardeşim desem/ kardeşim dünya güzellikler içinde***8230; Ergül Çetin (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.431 ) |
Aksata Günle kaplanmış bir akvaryumda öyle yüzdüm öyle yüzdüm kendi gözümden düştüm bunca yıl üstümden silkelediğim dünya karışıyor baktım aşkla da aramıza bu yoktan ilinti , şeylerin çekimi ne zaman girdi hayatıma ne işim var ne işim var alınır satınır olanla ey uğruları uzun yolumun saklı cevheri diriltmeye yeter mi attığım safra eski yalnızlığım geri döner mi yine ıssızlığım içinde bul bağrıma dadan evimi dolaş suyumu biriktir hüznümün tüccarı Gülten Akın / Uzak Bir Kıyıda (Sonra İşte Yaşlandım) s. 75 |
Sinem<?:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" />
yüzünün üzülmeye çalışmış yerlerinden bahsediliyor güya gövdenin ve sesinin başına su gelmiş, inanmazdım herkesle hançersin de kendinle adın çıkmış sanki, kalbini özenle kırmışsın bütün eşyanın, ummazdım incirin öte hatrı suyun kuşkusuz fikriyle üzgünüm dilemiştim ki en çok kar yağmasın bu kış bu kış kalp suyumla ıslanmasın yastık! dilemiştim ki yoktur aşk bu mutlak hasar bu mükemmel hata bu belki mümkün bir kusurdur sinemdeki ama ödü varsa umru da var insanın ayarı gibi anladım sanki:devlet neden şarap kullanmaz neden en uzun suya en sessiz uzanır yüzün neden en çok üzülmüş üzümün adı şaraba çıkar sonra madem insan kal adında bir beladır insan dalgın bir belgedir kendiyle hayat arasında neden eve dönmekten ibarettir hayat neden bazen simsiyah bir doğruyla denilir, devletin ve allah***8217;ın en iyi fikridir kış bütün evlerin en mükemmel hatasıdır baba başka incirin yarasını başka incir de bilmez gibi talandır bu herkesle herkes olmak kopan umur ufalan ödün adıyla iki lekenin birbirine dağılmasına sadece aşk mı denir diğer zeytinin diğer zeytine fethi gibi dilerim herkesin vaktiyle adı sinem olan uzun bir yasa değer eli sinem! o kadar , o denli Seyyidhan Kömürcü |
İYİ Kİ BU DÜŞTESİN</span></span> </span></span> I nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/ iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin***8230; II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/</span></span> Yılmaz Odabaşı Edited by: Hüseyin Korkmaz |
Soru hangi renktir yalnızlık? sevdalar ne renk? ille de kırmızı mıdır aşk? belki de mavi kanadında uçurduğu için uçuk mavi ya renksiz bırakılmış boya kitabıysa yaşam? Aslı Durak - Sır |
BİR MASALDAN DOĞURDUM SENİ* Bir masaldan doğurdum Seni oğlum Bu yüzden Gündüzleri güneşe Geceleri ay ışığına Yaslanacak kadar Yakışıklısın Bir masaldan doğurdum Seni oğlum Camdan çamlara düşen bin pırıltıda Gözlerin efkarlı ve şahane kara Bir esmer bir ok kirpikli Yüzünde gördüm Sevdiğim bütün Alileri Bir masaldan doğurdum Seni oğlum Canıma canın bin pırıltıyla düştü İki yanağında iki lirik gamze Küller içinde sahipsiz O masaldan hediye Bir masaldan doğurdum Seni oğlum Kuytuda açmış, gücenik Bir gülgillerden aldın adını Yağmurda, ağzında Dalgın ıslıklar gezen Rüzgârlar oldu Kalbinin en yakın arkadaşı Bir masaldan doğurdum Seni oğlum Gece çimenlerde yanan üzgün yakamozlar adaşı Hangi albümde saklamalı hangi Sabaha doğru koşarak Kucağında getirdiğin şafağı Bir masaldan doğurdum Seni oğlum Seninle karanlığın içinde Sevinçli bir dolunay gibi ışıdım -Öyle güzel öyle masumdu ki masal- Bağışladı diye bana bu aşkı Eğildim öptüm yüzünde Bütün Alileri ALİ ASKER BARUT, Kitaplık, sayı 111, 2007 *Bence, yılın en güzel birkaç şiirinden biriydi bu şiir. Beş adet yıllıkta da ıskalandı. Bırakın şiiri, Ali Asker Barut ismi (Şiir Teknesi almış bir tek, o da farklı bir şiiri...) ıskalandı bu yıl... Edited by: arslan yılmaz |
şu Anki Saat: 06:24 |
Powered by vBulletin
Şiir Akademisi Forum