![]() |
AŞK ONARIR söylediğin yalanlara dönerse bir gün söyleyemediğin bütün sevgiler kırılırsa incecik dallar gibi yarınlara ertelediğin düşler aşk onarır kalbindeki günlerin çan kulesi yıkılmışsa aldanışın fırtınasında rüzgarın savurduğu kum taneleri gibi kanarsa zaman avuçlarında aşk onarır konukları kendisini sevmeyen bir otel odası gibiyse yalnızlığın çıkıp gidemiyorsan çivilenmiş gölgenden paslanmışsa kilidi sığındığın anların aşk onarır geçtiğin yollardaki bütün ay perileri terk ettiğin kendinin şarkısını söylerse ve hayat birdenbire bir veda resmi gibi yırttığın albümlerden çıkıp geliverirse aşk onarır kanındaki ateşler tenini yakmıyorsa unuttuysan şarabi gecelerin rengini sevişmenin elması artık parlamıyorsa elinde kırılmışsa dokunuşun kadehi aşk onarır aynalarda bıraktığın suretine benzerse içindeki delinin bütün yüzleri her gidişin bir dönüşün eviyse o varmayan yolları, o yaralı deliyi sadece aşk onarır Ayten Mutlu |
ÇOCUK VE AKŞAM işte akşam, tül, bakır ve yas havada kuş tüyleri, ıssızlık ay şimdi sularda gizli bir veda kumdan kalelerine ağlarken çocuk ruhta köpüklenen o kızıl yara doğunun akşam faslı bu eprimiş gün isli lamba, misk kokusu, hüzün ve siyanür tanrıya diz çöken vaha çocuk rüyalarında denize benzer kuşlar kanatsız düşler gibi halkbilgisi hep kırık çocuk-kuşlar yansıtan buğulu aynalarda dans bu, fonda garip bir arya sözcükleri yitiren sesin boğuk tınısı tül, ıssızlık ve daracık odalarda anka uçuran ruhun gizemli dansı akşam işte, araftaki âmâ kuş halkbilgisi hep zayıf çocuk düşleri gibi masum ve suçlu darağacında ah akşam, lirik bir bağbozumu şimdi yakutun alacada rengini yitirdiği Ayten Mutlu |
SAKLAMBAÇ ebenin gözleri doğuştan kördü sobelemek isterken mavi Tansık Kuşu'nu açıldı gözleri ölümü gördü Ayten MUTLU |
KAR TANELERİ ellerinden yağardı en güzel yalanından dünyanın bedenimde titreyen kar taneleri hangi sevişme bir vedadan daha uzundur nedir ki aşk çağımızda bir merhabadan başka? demiştin ya, aşk kış yorgunluğu gibi yürürken aramızda bir merhaba yeterdi güneşi ısıtmaya gecenin gömdüğü gümüş bir yıldız gibi mermer bir unutuşun mücevherine bağışladım kar sesini yüreğinde donup kalmış kışın merhametine kurudu bir içdeniz, güneş çekildi bir mevsim gözlerini bırakıp gitti kar kokan bir rüzgârı çıkarıp sandığından derken bir "merhaba" sildi kendini içimdeki ülkelerin haritasından gecenin gömdüğü gümüş bir yıldız gibi öyle sevdim ki, unuttum sevmeyi bağışlamaz beni artık hiçbir hatıra Ayten Mutlu |
ÖLÜM GİBİ işte sevişmek bitti ölüm gibi devam ediyor gece aşk henüz gidilmemiş bir ülkedir, diyorsun ne kadar uzak gitsen çıkamazsın teninden kendinden çıkamazsın ne kadar yakın gelsen sessizce dinliyorum gecenin çanlarını açık bir yara gibi çalıyor çanlar vuruluyor sesinde çanların hayvanları çıkamıyorum senden ne kadar uzak gitsem sana varamıyorum ne kadar yakın gelsem gözlerinde acının ürperen tenini okşuyorum nereye akar, hangi ölü denize istiridyeden koparılan incinin kanı biliyorum ölüm gibi devam ediyor gece susamış bir yangını söndürerek kalbimde çekiyorum körelmiş bir ateşin bayrağını sesindeki çanların en yüksek kulesine kapanıyor gecenin ağır kapısı sonsuz mavi bir cam kırılıyor içimde öpüyorum öper gibi gözlerini son defa ölüm gibi bir aşkın gözyaşlarını Ayten Mutlu |
GİTMEK gün gelir insan anlayıverir tek başına yaşlanan bir ağaç olduğunu o yüzden kederi yazmak isteyebilir rüzgarın gövdesinde açtığı yaralara sonbaharda şaşarak öğrenirsin yaprakların rengine inanmamayı ve zamanın o müthiş yalanını o müthiş yalanını tutkunun, ihtirasın anların, anıların, çılgın bir nehir gibi kör koşularda yaşadıklarının ve yaşayamadıklarının dağlarda, odalarda, avunmalarda çoğaldın sandığın azalmalarda ışığını yitirmiş o ölü yıldızlarda düşen bir yaprağın son gülüşünde açan yankısız çığlıklarda şaşarak öğrenirsin zamanın ve hayatın büyük sırrını gök sadece yağmura anlatır sonsuzluğu oysa unutur damla toprağa değer değmez yağmurun da kederli bir ülke olduğunu unutmaktan başka güz yokmuş gibi ve hayattan daha gerçek bir yalan toprağa ne söyler yağmurun sesi bir şarkı mı, bir şiir mi, bir güz hikayesi mi yaşlı bir ağaç olsan, çırılçıplak bir ağaç ne söylerdin, kalbinde esip duran rüzgara? "beni terk et içimde sonbahardan başka bahar kalmadı" belki de gitmektir aşk, sadece gitmek avare bir kederi sarıp yaralarına rüzgarın devirdiği bir ağaç gibi köklerini sessizce bırakarak toprağa Ayten Mutlu |
VEDA Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım Aklımı boğacak o selleri Ben kendi damarlarımda yarattım Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam Tek kişilik bu oyunda rol alabilir Gitti bütün seyirciler boşaldı salon Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir Eli naylon güllü o dostlukların Bir tek anısı ve sızısı yok içimde Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Kendimi kazandım bir başka biçimde... Ahmet Erhan |
Kar Çığlıkları ben yürürken gökyüzü dağılıyor yorgun çınarlar seriliyor önüme martılar denizi bırakıyor sevincine sığınıyor çocuklar sesim kuşanıyor hayatı. karlar savruluyor ışıklar içinden dallarda aydınlığın çığlığı buğulu gökyüzü çiziliyor ufkuma sular üşüyor. yolları tutuyor karlar/ yola çıkanları kiraz çiçekleri görmemiş/ dağ gülleri ve çocuk seslerini yitirmiş çayırlar koynuna dolduruyor gecenin sesini. düşlerimizi yıkayan köpüklü sular bir dinamit sessizliği dağıtıyor dünyaya durdurmak istiyorum günleri/bindiğim trenleri hiç yaşlanmasın istiyorum okuduğum şiir. bağlanan bir sayfada çözülen sözlerim yaralı kuşlar gibi indiler geceye denizler kurudu dizelerimde/ yıldırımlar düştü habersiz kaldı mevsimler dışarıda kar bir bıçak oluyor yaranın yüreğine. Ahmet Özer |
SÖYLE YÜZÜM TANIĞIMSIN aşk eskidi/yollar uzun bir dalga kırıldı yüzümde kar sesinde uçan çiçek yüreğimde gülüşündür sevgi bitmez/düş yaşatır. bir gün olur gurbet başlar saat durur/deniz biter sesim aranır yılları ömrümüz bir yangın yeri çiçek solar/bulut kaynar. söyle yüzüm/tanığımsın kaç bahara göğüs gerdin bir çocuğun sevincini gidişini bir babanın tarih yazar/dünya okur. şiirim bir atardamar yaşıyorum dizelerde gömleğimde bin bir nakış bir ağlama/uykuya dur kuşlar gider/sonbahardır. Ahmet ÖZER |
HÂLÂ KOYNUMDA RESMİN Sımsıcak konuşurdun konuşunca ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki çiğdemler güller mor menevşeler açardı Sımsıcak konuşurdun konuşunca Hâlâ koynumda resmin Dağları anlatırdın ve dostluğu bir ceylan gibi sekerdi kelimeler Sesini duymasam çölleşirdi dünya dağlar yarılır ırmaklar kururdu bulutlar çökerdi yüreğime Hâlâ koynumda resmin Gün akşam olur elinde kitaplar ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin bir kez bile unutmadın "merhaba" demeyi ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin bir dostun vurulduğu gün Hâlâ koynumda resmin Kaç mevsim kırlara çıkıp çiçekler topladık mezarlar için Belki ürküttük tarla kuşlarını belki kurdu kuşu ürküttük ama aşkı ürkütmedik hiç Hâlâ koynumda resmin Ve hâlâ sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin Ahmet Telli |
Sıyrılıp gelen Soluk bir ay dolanıyor kentin üstünde her gece Her gece bilge bir gezgin tavrıyla adımlıyor yolunu Güz yanığı bir durgun sessizlikle örtülü her şey ve yırtılmış bir tül gibi savrulup duruyor zaman Suların sesini dinle şimdi ormanın fısıldayışlarını usulca yarılıyor dağların göğsü bir aşkı dinlendirmek için Ve gözleri uzak yamaçlarda aranıp dururken bir şeyleri sessiz ve sakin beklemekte bekledikçe bileylenen yürek Belli ki dağların, denizlerin ve göllerin üzerinden sıyrılıp gelmektedir seher Belli ki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat Ahmet Telli |
Karda İzler Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni,vursunlar Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan Şairler vurulmalıdır,hayat yakışmıyor onlara Ahmet Telli |
Yosunlu Bir Yürektiniz Evlerimizde matlaşmış güncel bir kederdim sonrasız bir hastanın yayılırken iniltisi sıtmalı akşamlara ellerimi emeğimi götürdünüz alın yalnızlığımı da! sesinizi yanlış yere park ettiniz bir trenin kalkış saatinde durmadan yön değiştirdi elleriniz ve define aradınız gül satarken yakalanan emeklinin güz düşmüş gözlerinde bile şimdi benden çaldığınız günlerden bir saray yapıyorsunuz öyle mi işçi evlerine sığmayan hüznümden gözlerimi sesimi götürdünüz alın intiharımı da! Arzu K. Ayçiçek |
UZAK Herkesin bir yağmuru vardır ve bir rüzgârı Aşk biraz ıslanmaktır Al götür beni o uzak yağmurlara Herkesin bir şiiri vardır ve bir şarkısı Aşk biraz çoğalmaktır Al götür beni o uzak şarkılara Herkesin bir akşamı vardır ve bir masalı Aşk biraz yorulmaktır Al götür beni o uzak akşamlara A. Hicri İZGÖREN |
ZEYL Soluğu rüzgârlardan derlendi Yollar o çingeneden bulaştı bana Tek gerçek düşlerimdi belki de Bir masaldan aldım rengimi Tutku yaşından büyük gösteriyorsa Sağır ve dilsiz geceler sorumludur Gözlerin Ve şer iklimi A. Hicri İZGÖREN |
HÜSRAN SOKAĞI Sonunda ketum bir tarihe göçebe oldum Adressiz kaldım bu yüzden bir rüzgâr gibi Takıldım hiç büyümemiş bir çocuğun ardına Vizem yok kimliğim sahte yollar mayın döşeli Bir ömürde kaç sokak izi kalır geriye Saçlarımın ıslaklığından anlıyorum Orda bir çocukluğun yağmuruna varılır Yarpuz kokusu uğurlar sizi görmezsiniz Her sokak aslında bir patikadır Yüzümde bir yama gibi duruyor zaman**** Bütün aşkların kan grubu aynı olsa da Ayrıdır çıkmazları son sözleri farklı Gözlerinin rengine uymaz intiharları Zaten hep gönüllüydü yanlışı yazgısına bulaştı Küçük sevinçlerin büyük kederlerin sahibi Güneşsiz bir gölge kansız bir yara oldu Hüsran sokağında bir aşk daha vurdu kendini A. Hicri İZGÖREN |
ISLAK GÜL Seninle paylaşmak uykularda en büyük günahları Seninle uyanmak nice çılgın gecelerden sonra. Alır, götürür beni kokun uzaklara, en uzaklara Ağzın; dudaklarımda ıslak bir güldür sabahları Tenin çekiyor beni, tenin tutmuş saçlarımdan Afrikalı kölenim senin, esirinim, mecburunum Gözlerin değmese gözlerime kahrolurum Ölürüm, çekersen ellerini avuçlarımdan Dönsün başım, tutuşsun damarlarımda kanım Gel, otur yanı başıma, erişilmez kadınım Yum iri gözlerini, devir kirpiklerini Ser önüme, bir hazine gibi güzelliklerini Sana en muhtaç olduğum şu anda gel. Yaşamak olsan da gel, ölüm olsan da gel... Ümit Yaşar OĞUZCAN |
GÜL KOKUYORSUN
gül kokuyorsun bir de amansız, acımasız kokuyorsun gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun hırçın hırçın, pembe pembe öfkeli öfkeli gül gül kokuyorsun nefes nefese. gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle sen koktukça düşümde görüyorum onu düşümde, yani her yerde yüzü sararmış, titriyor dudakları şakakları ter içinde tam alnının altında masmavi iki ateş iki su iki deniz bazan bazan iki damla yaz yağmuru mermerini emerek dağlarının şiirler söylüyor gene ölümünden bu yana yazdığı şiirler kızaraktan birtakım şiirlere büyük sular büyük gemileri sever çünkü ve odur ki büyüklük şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse o zaman ölünce de şiirler yazar insan ölünce de yazdıklarını okutur elbet ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi yaşamanın herbir yerinde. gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun bu koku dünyayı tutacak nerdeyse gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün herkes, hep bir ağızdan: gül! ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek saçların, alınların, göğüslerin üstüne yüreklerin üstüne bembeyaz kemiklerin mezarsız ölülerin üstüne kurumuş gözyaşlarının titreyen kirpiklerin üstüne kenetlenmiş çenelerin ağarmış dudakların unutulmuş çığlıkların üstüne kederlerin, yasların, sevinçlerin ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek. bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül yıllarca esecek belki ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah göreceğiz ki biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha geceyi, gündüzü, yıldızları görmemişiz hiç tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla. öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları bu umutsuzlukları bırakın kardeşler göreceksiniz nasıl güller güller güller dolusu nasıl gül kokacağız birlikte amansız, acımasız kokacağız dayanılmaz kokacağız nefes nefese. EDİP CANSEVER |
Ağır Suç Kan kaybından ölüyorken görmüşler Sözünü sözlükle sınırlayan ozanı Sonunda tükenişin konağına sığınan İç cebine koymuştu incecik kitabını (Yapay esen yelin çıkarttığı hışırtı Doyurur mu kişilikli yaprağı) Yine de önemseyin çiçekler atın üstüne Ne de olsa ozandı güzelliğin yaşıtı Gelecek kuşaklara yararlı olsun diye Aşağıdaki tümceleri taşısın mezar taşı (Kuş sözcüğünü kuştan fazla sevmişti Suçu şuydu: çift kanatla yetindi) Abdülkadir Budak |
Serpintiler boğuk seslerle sarsıyorsa ağaçları kış serpintileri yorgun kar taneleridir gergeflerde nakış serpintileri uzaklar boyu kervanlar kızıl bir çölü sürükler ardlarında kalan kadın gözlerinde bakış serpintileri yani bir avuntudur rüzgâr akşam kızaran güllerle bülbül çekip gider, susar dallarında bırakış serpintileri bir çocuk kendini içerir ne kadar inkâr edersek edelim saldıkça bilye şimşekleri sokak taşlarına karış serpintileri belki çok uzaklardadır şimdi sıla, neredeyse yitik sanırsın yüklü trenlerde perde perde tükenir kalkış serpintileri artık umut bile grisini terk etmiştir çıldıran lodosun güz sonu, ıslak yollara dağılır tekdüze kargış serpintileri Ali Günvar |
Ele Vermiyorlar Bedenimi
Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni! gidip saklandığım anlamlarda hoş bir yan yok! Belki de ölümü biraz teşvik etmeli! Suya eğiliyorum. Su da bana eğiliyor gibi. Adımı söylüyorum. Su da adını söylüyor sanki. Bu tuhaf adamların bilmeceleri çözmeleri imkansız! birer harf gibi duruyor kentler haritanın ortasında düzden de okusan, tersten de okusan hayat değişmeyecek besbelli! Satın alınmayacak bir gazete adeta içimdeki buzul dağ, köşeyazarı bir ırmak akıyor boğuyor cesur bir okura benzeyen ilk halimi! Taklitlerinden sakınılan bir 'gece' yatıyor uzayda sereserpe özgür, özgür ama serseri! galiba cismim yıldız yağmurunda rüya şemsiyesini açan casus gemi! Evet! Ne idüğü belirsiz kelimeler takip ediyor beni! her dakika yaklaşsalarda ele vermiyorlar bedenimi! Küçük İskender Edited by: gul ugur |
TAŞ DA ÇÜRÜR Böyle dedi kaya mezarını temizleyen Rüstem Usta. Taş da çürür. İncir kokuşlu dar sokakları aştınsa, görmüşsündür Kıyıda, küçük bir çocuk taş atıyor suya Taş da çürür. Eğil biraz, paslanmış kıyı babasına tutunarak sark Suyla rıhtımın birleştiği yerlere bak Taş da çürür. Kumsalda, çam tahtasını astarlıyor sandalcı baba Çocuk büyümüş; yüzmeyi biliyor, denizle oynamasını da Yüreğim çürümez; gözyaşları işlemez, kurşunlarınız da Taş çürüsün. Ali Cengizkan ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.300 ) Edited by: Burcu Yalkın |
Basınç Kalbim günlerdir bir yolculukta, yönünü bilmediğim Ömrüm su değil oysa, kıyıları; ulaşamaz her yere Unutulmaz bir yaz gibi uzak yüzler İnsan kokuları- an'lar kalır geriye- Yok oluşun ince fısıltıları - hemen silinir - Irmaklar,trenler; herkes bir şeye uzak! Her insan bir yıldız ; tepeden tırnağa ışık ama uzakta Her ses bir kuş inceliğinde uçucu Her aşk biraz uçurum ki ürpertir Her dönüş, harman yeri Kalbim durup kalkılan bir alan Sıcak, tozlu, dağınık. Ve açık pek çok yöne ! Belki de bir sağanak başlayabilir Serin, suskun odalara girince. Adil İzci ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.321 ) |
Ertelenen kalbinle gözlerinin arasına sıkışmış huysuz çocuklar var avutamadığın kulaklarının inkâr ettiği bir ses dilinin ucuna kafesler koymuşsun hiç ötmeyen iki muhabbet kuşu çöz gözlerinin ipekkuşağını yosun yeşili ışıltılarını salıver koşarak gelsin bana gelen sokaklarda yorulsun onarsın tüm yenilgilerimin kırıklarını fesleğen kokan soluğun Aydın Öztürk ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s. 356 ) |
PARÇALANMIŞ ZAMANLAR 1 unuturum akıp gittiğin yüzünü unuturum geceye yaslanırım yaslanırım ince uzak bir sese senin sesin o alır beni bilirim her şiirle birlikte senin adın alır beni bilirim senin kumral susuşun senin kırık susuşun kime varsam geceler kimi sevsem yine seni yine seni severim unuturum akıp gittiğin artık yeni bir pusuda beklenirim Adnan Azar ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s. 362 ) |
MERMER ADASINA VEDA Ayrılsam mı kavuşsam mı şaşırdım bu iskelede. Kararsızlığın ortasında ihbar ediyorum belleğimi. Tekrar ediyorum insanlığımı habire. Bir anda binip gemilere uzak denizlerdeki mezarıma gidiyorum. Bir anda vuruyorum rıhtıma (Beyazlar giyindim; ipeğin ardında kırmızı patlamış bir güneş akıyor etlerimden) . Kışın anıları ve bu denizin dalgaları saklı saçlarımın uzayışında. Söyle bana, yaşatmaya yazgılı mısın bu adayı; beslemeye beyaz evleri ve bir beton yengece benzeyen rıhtımı... yitirilişlerinle... Ah, yitiriyorsun beni. Tutamıyorum mermerin güvenliğinde. Yitiriyorum seni. Kalbim bir ada olmaz mıydı sana? Gecikmiş zaman akşamı telaşla kaldırıyor sulardan. Hızlı yunuslardan son bir tören. Atıyorum kendimi gecenin kaplanına. Parçalanışıma duyuyorum, bir türlü evcilleştiremediğim sevdam seriyor etlerimi kayalar üstüne... Ben bu kıyıda uyuyan kaplanım, üzdük sizi; artık elveda! Adnan Özer ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.416 ) |
Kendi Halinde Gece şarkılar söylesin yalnızlığıma gel ben beklerim güz değimiş olsa da küllerin ve ateşlerin sesini sonra ne zaman kırsam zincirini kendi halinde bir aşkın salkım saçak yağmurların altındayımdır "dokunsam ağlayacak gökyüzü dağılacak etim bin parça" kaçınılmaz yine sesler olacak çatıda haylazın biri olacak sesin sese değdiği yerde unuttuğum çok renli kuşum yarım kalmış bir sabah başlangıcın ve öznesi olduğum aşkı unutmak yaşamayı unutmaktır.... Aydın Şimşek ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.512 ) |
Aşk ve Kuyrukluyıldız gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler söz birliği etmişcesine "aşk hastalığıdır bunun adı ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra" oysa ne yalan söyliyeyim, ben yalnızca bir kuyrukluyıldıza çarptığımı sanmıştım yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken yüreğim bir patlamayla aydınlanınca Akgün Akova ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.547 ) |
Yağmurdan Sonraki Güneş (LİRİK TEZLER) III/ Bulanık Aşk, Yarım Tümce... Bu benim esrik yazım durmadan yalpalıyor derinliği bulandıran kıpkızıl mürekkebim çağırır gibi sessiz bir gülümseyişle bir şeyler mırıldanıyor anlamıyorum Sanki gelme diyor, sanki gel diyor varınca kapısından kovuyor beni umudunu kesme diyor falıma bakan teyze başka türlü düşünüyor kalbin telvesi Bulanık aşk, yarım tümce, böyle de iyi keskin ışıklara sırtını dönmüş ayna geri çeviriyor saygıyla sunulan giysileri yapyalnız, çırçıplak bir belirsizlik Bir şeyler görünüyor yine de çift taraflı aynada bir yüzünde ergimiş ruhun ötekine aktığı ne demektir bu, hayra yoramıyorum bir yüzünde ellerimi bıraktığını IV/ Kavuşmak Gibi Ayrılmak da... Kıyıya set çeken kayaların üstünde yırtıcı bir hayvanın kanlı ayak izleri vurmuş da biri; biri yarasına sarmış da gibi takılıp kalmış acılı bakışları geriye Ve kızgınhançer ürpertisi ipeğin yüreğinde bir zamanlar dağlandığımı anımsatıyor bana geriniyor kendini içimde unutmuş pençe hayli karışık rüya sona eriyor Gerçi bir an olsun aklımdan geçirmedim neye varır diye bu işin sonu yenildiğim için pişman değilim yerlere serdiğim için gururumu Biraz üzgün biraz kırgınım ama kavuşmak gibi ayrılmak da senin eserin sormasın mı, yakınmaya da mı hakkı olmasın korkusunu saklayan kör cesaretin Aşkım... aşkım... niçin beni bıraktın. (...) Adnan Satıcı ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.566 ) |
Ay Işığının Beyazı Gözlerinde üşümüş bir güz portakalı Bir çırağın gizli gizli kirlendiği Duraklarda kararır ay ışığının beyazı Hüzün: Dede evinde büyümüş Üzgün bir çocuk yüzü: Camlarda sararır ay ışığının beyazı Uzakta, çok uzakta bir mandolin sesi; Bir mandolin sesine gömülür sessizce, Annelerle yaz bahçeleri Şımarık bir yağmur yağıyor Bir kalbin kırık dökük şarkısına İçlenir tenhada solgun bir gül Ara yerlerde kederlenir ay ışığının beyazı Kimsesizliğimdir diyor bir yalnız Dönüp çocukluğunu aradığı Arka bahçelerde dalgınlaşır ay ışığının beyazı Ali Asker Barut ( Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.592 ) |
Aşkın Sonu Var Kalbim Ne Yapsın sen o sevdiğim çocukları koştur yüzünde hepsi birden taş atsınlar dalgınlığıma sabırsızı, soruları en çok olan dalıp çıksın halkalanan yalnızlığıma saklı sözlerin şiir işli örtüsü sonunda açtım seni bir ucundan belki beni de çizer bakışlarına bir gidip bir yüzüne bakan zaman kötü şeyler öğrendim, biliyorum damlamaya hazır bekler soruların imi telaşla sana veriyorum o zaman düşlerinden bile soyunmuş çıplak dilimi sen o sevdiğim çocukları güldür yüzünde çekip kaçırsınlar üstümüzden şiir işli örtüyü bir durup bir esen sıcak rüzgarlar yatağımızda saf bir gelgit kokusu Zeynep UZUNBAY Damar , Aralık 1997 |
Yağmur Çisentisi <?:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" />
gözlerime bakarken : bir yağmur çisentisi seni unuturum dedi ***8211; unutmak yazgıymış gibi ***8211; yeni bir dağ bulacaktı kendine, yeni kır çiçekleri yeni bir gökyüzü, yeni kuşlar, ötüşler yeni betonlar bulacaktı, yeni yüzler yeni ses tonları, yeni saç biçimleri yeni bir yer bulacaktı yani yeni bir yer varmış gibi eski suçlarından arınabilirmiş gibi insan silkip atabilirmiş gibi geçmişti gözlerime bakarken, öyle : bir yağmur çisentisi sanki eski bir yer kalmış gibi en eski yüzüyle bakıyor şimdi bana. en eski dolgunluğuyla dudaklarının, en eski kıvrımlarıyla gözlerime bakarken : ölüm mavi bir yelkenliyi açılıyor denize ... sanki eskimemiş bir bakış varmış gibi bir mart denizine bakıp susuyoruz. ölüyoruz hiç ölünmemiş bir geceyi ay ışığı... dalgalar... savrulan kum taneleri - ne kadar savrulabilir ki bir kum tanesi ***8211; her şey bittiğinde yeni bir şey başlamalıydı oysa - yoksa biz mi yanlış yorumladık kendimizi ***8211; koynumuzda, hala kutsal bir kitap gibi saklıyoruz o geceyi saklamak yaşamak sanki. Altay Öktem (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.603 ) |
Tren rayların daralıp katarı sırtından attığından beri, üç gün-dört gece tünelde beni hep yanlış anladınız şarkısı çalmıştı trenin gecikmiş gelen numarasız vagonundan ardından ısrarla bağıran bir çocuktu her istasyon, sabah haykırmaları saklarken... kimsesiz bir kazaydı tren ölüleri birbirini beklerken yaşamın numarasız vagonundan Ayhan Bozkurt (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.636 ) |
KARASEVDA ak bir yaban güvercini gibiydin aşk vişnelere bulaştın kirlendi beyazın. takılamayan telli duvak verilemeyen mendil düşlerde kaldın. al üstüne mor giymiş körkuyularda körkuyularda sevdadan delirmiş. ah yüzüne bütün kapılar kapanmış senin ıtır ve yasemin kokulu günah. çıkılamayan yıldız gidilemeyen iklim kimbilir hangi limanda hangi gemiye yüklenmiş. al üstüne mor giymiş körkuyularda körkuyularda sevdadan delirmiş. düşlerde kaldın. Behçet Aysan (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.182 ) |
Ayna kırılınca bir büyük ayna şarkılar da yarım kaldı büyü bozuldu, durdu saatler suda suretimiz asılı kaldı. yoktu, şehirler gezdim ülkeler düşlerim sahipsiz kaldı ve şimdi kim bilir nerdeler gül güle değdi solmuş kaldı. anıları öğütür değirmenler bir aşk söyleyin ki bana daha başlarken ölmedeler. kırılınca bir büyük ayna aşk bitti şarkılar yarım. Behçet Aysan (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.185 ) |
Beyaz Bir Gemidir Ölüm sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde olurum kötü geçen bir güzü ve umutsuz bir aşkı anlatan rüzgarla savrulan kağıt parçalarına yazılmış dağıtılmamış bildiriler gibi uzun bir yolculuğa hazırlanan yalnız bir yolculuğa. çünkü beyaz bir gemidir ölüm siyah denizlerin hep çağırdığı batık bir gemi sönmüş yıldızlar gibidir yitik adreslere benzer ölüm yanık otlar gibi. Sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde ölürüm. Behçet Aysan (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.186 ) |
Perdeler Kapandı Öykülere Benim adımdan öyküler yaz demiştin sarnıcın sesine konuyordu serçeler kanatlarında ne çok su türküsüyle öyle kendimden dağlara akan bir sen seliydi kalbim. Benim adımdan öyküler yaz demiştin yitik korkularımı topla anız yangınlarından incirin ballanışı,kumsalın ışımasını anlat ibibiklere savaşlar için sus, açlıklar için, kan kokan enkazlar için anlat mavi sevinçler içtiğimizi gece yarılarına dek berkitilmiş hazlara çıkışımızı gök merdivenlerden. Benim adımdan öyküler yaz demiştin açıp kapısını yaylım ateşlerin avcı önünden kaçan karacanın yürek seğirtmeleriyle ney'de neyzenin, telde mızrabın kavrulmasıyla eski mühürlerin kan kokulu ağzından çalarak doğruları. Şöyle şimdi: Yılların çöreklenmiş yılanı kalbim Bu şiltenin yüzü müyüm astarı mı? Bir akrebin kendini sokmasına bir alevin kendini yakmasına heveslendirip yüzümün arka sokaklarına düşer artmış bir öpüşme korkusu. Öyküler sahnesidir yaşamın yüzü demiştin Ömürden kalma bir şarhoşluğu oynuyor kalbim. Bilsen Başaran (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.299 ) |
Ağlayan Harfler uzaklarda, çok uzaklarda bir'i var; hayatına teğet geçtiğim söylemek mümkün, susmak ikimiz içinde en iyisi pantolonumun ceplerinde ünsüz harfler var bana bir şey olursa aralarına sesli harfler koyun haritalar değişiyor coğrafyalarımda şimdi faylar dikiyorum, aralarından sen damlıyorsun gözlerin değiyor, cennete seni pay ediyor tanrı -zuhal'e oturtuyor- hayatına teğet geçtiğim bir'i var; söylemek mümkün, affet tanrım! gün, uzanırken gecenin kollarına açılsın dilinin pervazları, umudu kaşıkla cümlelerin bağı çözülsün, sürgün versin dünya eline masum muyuz yeni hayatlar kuracak kadar? başkalarının eskiyen hayatları, belki de hayat dediğimiz. hayatına teğet geçtiğim bir'i var; söylesem günahkâr olacağım, yoksun kolay değil biliyorum baştan başlamak uzun vadeli senetler yapmadım hayata kısır döngü bu; adına dünya dedikleri yüreğimin sesi olsaydı kömürleşirdi her şey. hayatına teğet geçtiğim bir'i var; söylesem cehenneme gideceğim, hüzün, sana giden en kestirme yol harfler ağlaşıyor çaresizliğine hayatına saplandığım biri var. Alper Akdeniz |
Bulantı/ şiir ''Yağmurla aktı yüzün camın iğreti teninde Dönüp dolaşıp kaybolmalar gibiydin Nasıl da direngen bir denizdin ellerimde Gelinciğin boynu eskiden ince, kırılgan Şimdi bir çınarla değiştir gövdeni Kimin krallığına kar yağmadı ki çingenelerden sonra? İmlasız yazılıyor artık büzün sözcükler Ve unutuşun o dağınık nostaljisi Ne tuhaf seni boşluğa söyledim de Deştim tenimin buğday artıklarını Boynumun ikliminde açmadı hiçbir çiçek yeryüzü çığlık çığlığa bir ceninsin hadi kıpırda içimde, yar gövdenin gizini en çığırtkan çağ bu aşk bunaldı gürültüden Caddeler, vapurlar, otobüsler koşar adım Serçelerin başı dönmüş saçaklarında Bir orman ürküsü verir kentin uğultusu İçe kapanık yatak odalarında Freud'su kokular Ve her an düşmek korkusu gölgenin zindanına Düşmek ve ağırlaştırmak göğün dibini Kalbimde sartre biraz sancı, F tipi bir sıkıntı Ölüm zambaklar topluyorum Yeniden açılmak için sabaha Bilmiyorsunuz rutubetimi kusuyorum yıllardır.'' Gonca Özmen |
Bir Kenti Ağlıyorum Dün gece uyuyamadım bir kenti ağlıyorum gözlerimden kaçgın görüntüleri dökülüyor dilini yitiren kent söyle bir yaşamı güzellemeyi sana kim yasakladı şiirlerden yaşama taşınmış insanı arıyordum sen insanı tıkanan yollara... akmayan sulara gizledin bir çocuk babasını öldürdü bir kadın bedenini bir adam böbreğini sattı söyle...kocamış kent düşlerimi nereye bıraktın Sevgilim... bu kent beni hırpalıyor bir gün... söyle... dilini yitiren kent sana konuşmayı öğetirsem düşlerimi kapatan örtüyü kaldıracak mısın insana gülecek misin. Berrin Taş (Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı s.422 ) |
şu Anki Saat: 05:47 |
Powered by vBulletin
Şiir Akademisi Forum