![]() |
TEN ORDA YIRTILIR Karlı dağı tarttım ve söğütlerin gölgelediği dereyi. Eşittiler yeşim taşının oluştuğu ve bebeğin memeden kesildiği vakitlerde. Göreli nicelikler ama kim emin niteliklerden? Geçti geçen: Anımsamıyorum artık kimdi ilk seviştiğim kadın? Belirsiz sarıldığım gövde. Kemikli miydi sırtı, var mıydı öpüşünde yeni sulanmış bir bahçenin serinliği? Yitirdi m anlamları çoktan; duyumsuyorum ama çürüyen kökü, aşınan bazaltı, yırtılan damarını elmasın. Siliniyorum mevsimlerden, sayfalardan,oyluklardan; uçucu bir kokuyum sanki. Dönen de benim ama gecenin hazinelerine. Giz dolu izbeler, yatak odaları, açık unutulmuş musluklar : Yabanıl evren kapılarıdır hepsi. Dinlerken ve düşlerken, geçerim ormanların ve toprakların karanlığından. Büyütürüm, beslerim hayvanımı. Ten orda yırtılır ve kıpkızıl kesilir gül. "Dur gitme! Çok güzelsin" diyeceğimiz an yok hala. Kara duygulu zamanın tohumu içimizde yeşeren. Kendisi için bile havada dağılan bir şarkı herkesin yaşaması. Biliyor, yine de ölemiyoruz. Sararan yaprağında dal ın akmayan çeşmenin kararmış taşında bir ses tınlıyor masmavi. Bilici! Sına beni alevinle ve söyle: İğva mı bu Baht mı? Ahmet OKTAY (Varlık 1121, Şubat 2001) |
cuma ertesi çarşısı yalnızlık çarşısından dün sana bir düş aldım ince gecelerinde umut olsun güç olsun şimdi içli bir kızdan daha çok kapanmışsın ayrılık şarkıları artık sana duyarsız bak yeniden diyordum karşılaşsak başlasak biliyorum boşuna biz ikirniz değiliz yalnızlık çarşısından sen de uğra bir şey al belki gelecek için sedef nakış bir masal Yaşar MİRAÇ 29 ekim 2006 kuzguncuk Sözcükler / Sayı 7 |
ÇIBAN
işlek bir cezadır çocukluk bazen yaralı tanrıları iyileştirmekle gidilen... her uzak kimlik istiyordu ve tekrar. rengi yok çürük bir besteydi ölüm siyah kedilerin geçtikleri yerde söylenen ve çürümeye terk dualardı sevgililer; dilerim şehir soldursun seni ısrarla ve giderek ıslata buruştura... sonra onlar şüphenin kesikleriyle gittiler, bir takım otlardan köprülerden/bulaşarak; gömleklerini ve yanlışlarını babalarına giydirdiler. yokluktan sızdırılmış saatlerdik. yaslı bir geçmişi alır gibi açığa, çürümeye terk sorulardı sevgililer; --o bekar evlerinin sabırsız tüllerini kaç isli ayrılık benzetecek ömrün doğusunu üzen bir çıbana... anı tozları, billur sözçiçekleri, tafta şarkılardan yapılan gövden aynada sürdürüyor şimdi ölü bir roman kişisi olan seni. çarşılar vermeyecek artık eve kızan çocukların vitrinlere düşürdükleri tanrının gölgesini. hayal çöktü, su aşındı içimde. korkarım-- acı çamaşırıma geçecek... SERAP ERDOĞAN E Dergisi, 2000 Şiir Yıllığı Şiiri bizimle paylaşan Sevgili Hüseyin Alemdar'a teşekkürler... |
Her İnsan Ölür
Her bulunduğum yerde yitiriyorum seni Yanıbaşımda olduğun oluyor kimi gün Ya da ben oluyorum sessizce gözlerinde Bir yaprak kımıldıyor hafiften Bu sessizlik bir kasırga başlangıcı Kükremeye hazırlanışı denizin Bu, aslanların sarı, vahşi gözlerindeki ölüm parıltısı Bu bir yerde erimek Apansız yok olmak belki de Ve sonra susmak, susmak yüzyıllar boyu Beni unuttuğun bir uzak çizgide Tuvale sürdüğüm boya değil artık Kırmızı kan rengidir gözlerimin En karadan daha kara yok Oysa en beyazdın sen gecelerimde O bana en yakın renkti tüy gibi Buram buram sıcaklığını çizerdim duvarlara Kokun bir tuhaftı çocuksu Sonra katmerli bir gül gibiydi baygın Gecenin en koyulaştığı o yerde Düşerdi ellerime darmadağın. Öten bir ishak kuşudur şimdi Haber getirir ölümlerden, dinle Yaşamak bir manga asker karşımda Ateş etmeyin diyorum Bir diyeceğim var Gözlerimi bağlamayın Son defa görmek istiyorum insanı Göğü, güneşi, denizleri Ve bu son ölümün olsun diyorum Bir daha öldürmeyin beni. Kibritim ıslak Sigaram yanmıyor Ne olur bir ateş verin Bu ilk aldanışım değil Bu ilk sönüşü değil umutlarımın Ben bu denizin son kıyısıyım. Bir cam kırıldı uzakta Ta uzakta, içimde bir cam kırıldı Bütün şiirlerim anlamsız şimdi Resimler renksiz, şarkılar ruhsuz Hiç bir şey artık avutamaz beni Bakın, bir çağ devriliyor içimde sersefil Son şair de kırdı son kelemini İlk meşaleyi kim yaktı bu karanlıkta Kimdi aydınlatan benim zindan gözlerimi Sevilmek mi O son artığı en ilkel çağların Bir mağara duvarındaki en eski resim Ya sevmek Hiç sönmeden bir ömür boyu O en güzel huy benimsediğim Yıkıldıkça tutunduğum dal bu boşlukta O en insancıl gerçeğim benim Ben hep böyle yüzyıllar boyu sevdim Çağlar boyu Kopkoyu bir geceydi yaşadığım sevince Ellerimi arardım, bulamazdım çoğu gün Bir saklayan vardı beni Bir tutan vardı Sana yaklaşamazdım Anlayamadığım korkular vardı içimde Hep böyle seninle sensiz kalırdım ben Bir kıvılcım sönerken Bir yanardağ patlardı içimde. Ko şimdi ben yalnız öleyim Vur ellerimi ekmeğimi al Tiksinir beni kim görse sensiz Utanır yalnızlığım bana baktıkça Aynalar mı Hani nerdeler Kimbilir kaç yüzyıl oldu kendimi görmeyeli Adım mı neydi Besbelli unutmuşum Hadi vur Hadi öldür Kurtar beni ezilmekten çürümekten Hadi gel, açtım kollarımı Bir zaman Ölmeye vaktim mi vardı seni sevmekten Sen büyüyen bir sessizliktin içimde Beni ben eden en duru ırmaktın En güzeliydin mozaiklerin Seninle maviydi gökyüzüm Çiçeklerim sende yeşerirdi Sen bambaşka bir evren yaratırdın Sularımdan Güneşimden rüzgarımdan Bak! Nasıl da her şey değişiverdi apansız Şimdi bu karanlıklarda yapayalnız Mavi mavi bir resim ağlar duvarlarımdan Ben bir tohumum Al beni toprağa ek yeniden Neredesin hani ne oldun Antik bir kadın başı mıydın Yoksa bir deniz miydin eskiden Yosunların kurudu mu öldü mü balıkların Hani bir Nefertiti yaşamıştı eski Mısır'da Yoksa o muydun sen Hadi, anlat bana neydin Belki de uzak belirsiz bir noktaydın sen Öyküme girmeseydin İnsan bir kere ölür Her gün ölen umutlarımızdır içimizdeki Paramparça olmuş sevgilerdir Her aldanış Yeni bir aldanışa hazırlar bizi Zamanla renkler değişir Donuklaşır anılar Silinir üstümüzden Güzel olan ne varsa Görür içindeki bütün hayallerin olduğunu İnsan yaşarsa. Ve bir gün insan da ölür Çimen gibi yaprak gibi Sarsılır yeryüzü yerinden Devrilen koca bir ağaçtır sanki Durur atışları yorgun kalbimizin El, ayak kesilir Göz ölür, dudak ölür, kan ölür Susar ta içimizde Yıllardır çalan çalgı Bütün teller ses vermez olur Acılar diner Ve bir gün biter bu çirkin oyun Perde iner... Ümit Yaşar OĞUZCAN |
Saklı Su Ürperen yaralara çıplak Havaların değmesi Acır. Korkunuz nerdeyse Bir şey söylenecek, bir şey sorulacaktır. Sekiz sokak önceden sezmeniz Adımlar yöneldi, Bir daralış gönlünüzde Ortalık karardı. Anla sıkıntımı geç git dost, Nedendir sorma. Gür bitkiler altında bir benim için akar Alıngan, onurlu İstemez görsünler saklı su. Behçet NECATİGİL |
ŞAİR DOĞDUĞU ZAMAN Miryana Başeva' ya Şair doğduğu zaman, eski kapısını açıverir gökyüzü eşiğin önünde dize gelip başını eğer Tanrı çünkü yeni bir evren doğuyor demektir- şair doğduğu zaman Şair doğduğu zaman paslı baltalarına sarılırlar cellatlar, sevinç şarkıları söylenir biley taşları dönerken cellatlar işsiz kalmayacak demektir- şair doğduğu zaman. Şair doğduğu zaman, Sokrates kafatasları tabutları kırarlar ve tören müziği çalarlar inciklerle, omurlarla... ölüler için kıyamet zamanı gelmiş demektir- şair doğduğu zaman. Şair doğduğu zaman, yüreklerdeki çanlar uyandırır çocukları ve bayramlık giysileri içinde sevinçle koşar onlar: düğüne mi ölüme mi çağrılıyız acaba? Şair doğduğu zaman. Şair doğduğu zaman anneler ağlar sadece, örtünerek alacakaranlığı, dehşetle bakarlar bomboş kalmış beşiğe- anneler kendileri için hiçbir şey doğurmazlar, şair doğduğu zaman. Stefan TSANEV |
Bu yakıcı yaz sıcaklarında, Gemlik' ten Serdar Ünver' in şiirleriyle serinlemek iyi olacak...
SEVİNÇ Düzelttiği bir tosbağa Ama sevinci dağlar aşar MİNİBÜS Göründü görünecek Köyün minibüsü, şosede Yükü tıkabasa kasaba AY Doğdu doğacak Kel tepenin ardından Bile yoksul yüreğim Bile gözlerini GÖK ANA Sarar Nice yoksul sayrıyı gök Sevecenliği yıldız yıldız ÖLÜM Çok bir yazın ardından Dalın suya değmesi... Ölümü geç! SERDAR ÜNVER (Kuşlar Kanadı' dan) EYLÜL AVLUSU sabahları gevremiş bir yaz silkiyorum bahçeye Anısız tuzsuz bir tutam sümbül oluyor usulca... Belki Seni ve yağmuru- Bir eylül avlusu' nda UNUTUR MUYUM Duydum o tınıyı güz günüydü Nasıl bir yağmur bilemezsiniz Duldamda bir gül, güz günüydü Duydum o tınıyı bilemezsiniz Nasıl da bir gül diner dinmez Yağmur ki duldamda güz günüydü Unutur muyum! ACIM OLGUNLAŞACAK Acım olgunlaşacak; öyle buldum onu. ıssız dağ yolları yalvacı o: sesinde bin koyak yankısı, gider gelir kendine Olgunlaşacak acım; ne dün: esirgenmiş gülücükler ülkesi, ne şimdi: aynı kokuyu giyiniş; çok önceki ve az sonra süzülen, kaygıdan... Acım olgunlaşacak; öyle buldum onu. ILGIM Gidilirdi ve dönülür; bu çölden az geçmedik önceleri...O zifir gecelerde yitmediyse yolumuz, kum ve rüzgâr bizdendi. Kum: safir örtüsü yalnızlığın; ki durma çekerdik üstümüze...Hatırla rüzgarı da; ne güller sundu bize, yorgun... Gitsek yine, geç değil; yansırız bir ılgımda... Çün, zamandır çölde hüzün! ÇALARZAMAN Bildim nedir zamanı Kurmak zaman dışına Ve çağıl akışına Açık etmek dört yanı Çünkü böyle geçilir Ölüm öte engebe Ya da vurmak en dibe Ne yok orda seçilir O ŞİİRİ YAZMADIM O şiiri yazmadım Gitti geldi yazmadım Gülçiçek kuşlar suece Neler de neler Girdi ama araya O şiiri yazmadım Az' dım bilmedim Bin alıcı başımda Diye belki serçeleyin Anı- çalı dibine Sindim de amanın O şiiri yazmadım SERDAR ÜNVER ( Eylül Avlusu' ndan) Edited by: emre |
MAKAS <?:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><O:P></O:P> oturmuyor hiçbir şey yerine <O:P></O:P> kapak şişeye uymuyor, rüyalar yaşama <O:P></O:P> ruhum yabanarısı, yüzüm üvey <O:P></O:P> bir kadın soyundukça soyunuyor içimde <O:P></O:P> <O:P></O:P> tıpkı ince bir telin kıpırdaması gibi <O:P></O:P> ilk kar düşüyor yangına <O:P></O:P> oysa patlamak üzere tüm evler <O:P></O:P> adım atmak üzere bir halk <O:P></O:P> davullar, sirenler, itfaiye erleri <O:P></O:P> ayaklanmış bir şehre <O:P></O:P> su serpmek üzere <O:P></O:P> <O:P></O:P> korkma! yanmazsın, korkma <O:P></O:P> uzun dar koridorlardan yürü <O:P></O:P> perdesi inik odalardan <O:P></O:P> kovulmadan, guguk kuşlarının ötüşünü dinle <O:P></O:P> <O:P></O:P> sonra olduğun yerde kal <O:P></O:P> yere bir iğne düşmüş de duymamışsın gibi <O:P></O:P> adını al ucuz kompartımanlarda içilen şarabın <O:P></O:P> <O:P></O:P> şarap ki en kıvrımlı boşluklarımızdır bizim <O:P></O:P> dulların yas tülleriyle gelinlerin duvakları arasında <O:P></O:P> mayalanır hüzünlerimiz <O:P></O:P> usulca çeker yaşamın pimini <O:P></O:P> ürkünçtür, bir bardağın yere düşüp parçalanmasıdır<O:P></O:P> enlemesine kesmesidir bir caddenin <O:P></O:P> bir başka caddeyi <O:P></O:P> aslında komiktir!<O:P></O:P> asılsız aşk ölümleri<O:P></O:P> <O:P></O:P> oysa demirlerle duvarlar ne kadar da yakın<O:P></O:P> yakın! yakın!<O:P></O:P> <O:P></O:P> Deniz DURUKAN<O:P></O:P> yasakmeyve / Temmuz-Ağustos 2004 Edited by: emre |
KORKULAR GAZELİ fal bilmez bu işleri, içimiz yanlış bir korkuyla yırtılır! inleyen bir gök tadında, uçmanın nafile sevinciyim, kuşlar yırtılır! ruhum gurbet odası, sözler esrik, taşlar yorgun, hayat tuhaf, yollar yırtılır! kendimi çaksam firtına, bir daha yansam çöl garip, köle yırtılır! neyin tıkanıklığı bu yazgı, kendime katlanmışım, gecesi pusulanın yırtılır! başım dönüyor kendimi öldürmekten, keder ezilmiyor, aklımız yırtılır! yeter! bu şehri terketmek geliyor içimden, aramızdaki duvar yırtılır! ay düşünür, ağaç bilir, gölgelerimiz bile yalnız, ışığı akşamların yırtılır! şu zalimi kalbimden kazımalıyım. üşüyor mermer, sanki sular yırtılır! ey saflığın yanık meleği, her yanım kanlı, şarap devrilir, sürgün yırtılır! susmayan bir sıkıntıyım, toz kondurtmam buhar olan ne varsa, anılar yırtılır! her şey hayâl oluyor, hiç uyumuyor gövdem, anlamın seması yırtılır! boynum eskimeyen bir gam vaktidir, kırılır sesimizdeki arzu boşluk yırtılır! bu gazel sarhoş bir yağmura benzer, kim nefesiyle kalmıştır, insan yırtılır! Engin TURGUT |
SUYILDIZI
<I style="mso-bidi-font-style: normal"> ***8220;Güzel şeyler düşünmeme rağmen<?:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><O:P></O:P>[/I] <I style="mso-bidi-font-style: normal"> Durmadan ağlamak geliyor içimden.***8221;<O:P></O:P>[/I] <O:P></O:P> Taşların üstünde iri gözleriyle sıcak Boynunu uzatarak bize bakar. Bitişik bahçede nar, çalgısını sürdürür, <O:P></O:P> yaz günlerinin sonuna ayarlı çalgısın!. <O:P></O:P> Görünüşte aklı başında herkes, uyumuşuz da <O:P></O:P> narın çalgısını dinleriz, yine içerden. <O:P></O:P> Gevşek musluktan su damlar, altındaki kaba <O:P></O:P> basbayağı kaba <O:P></O:P> incelen kaba. <O:P></O:P> Sanki uyumuşuz da <O:P></O:P> suyun sesini dinleriz, yine içerden. Benzer şekilde. <O:P></O:P> Ay görülmüştür geçen gece, sonsuz mumları kıpır kıpır yanıpdurmuştur <O:P></O:P> denizin. <O:P></O:P> Düşünceye çalan bir kırıklık içimizde. İçindeyiz biz onun, <O:P></O:P> sabah çiçekleri de oyalanırken <O:P></O:P> gür bir şekilde, çepeçevre <O:P></O:P> duvarların üstünde. Yine. Benzer şekilde. <O:P></O:P> Muzaffer KALE<O:P></O:P> Ünlem / Ocak-Şubat 2004<O:P></O:P>Edited by: emre |
şu Anki Saat: 00:31 |
Powered by vBulletin
Şiir Akademisi Forum