![]() |
sibel eylül şiirleri
Makis
Islanmış mektuplar yazıyorum kağıtsız kalemsiz ve de adresleri belirsiz karanlık pencereme baykuşlar tünemiş dokunduğumuz her şey renklerini yitirmiş tanrıların lanetlisi savaşın vahşeti soykırım cehennemi yaşatan azap günleri alnına çizilen kara leke evrenin kalbinde siyah tonların soluklarında gizli yerin ve göğün karmaşası şimdi duysun ıstırap çekmişlerin meleği sen siyahtan başka renk gördün mü sevgili Makis, sevgilim bu şimşek deli lime lime paramparça bu gök esir bu yağmurlar edepsiz bu damlalar vicdansız ustura biler havada benzin havada kan havada insan eti kokusu var penceremde baykuşlar içimde kırılgan sözcükler düşlerini koru sevgili savruluyorsun uluyan sert rüzgârlar gi Makis, ayın gölgesinde güleç yüzün iyi yürekli morarmış ellerin enternasyonal kokan bıyıkların yıldızlara karışmış dalgalı saçların o kör nokta seni anımsayışlarım o duvar dönemediğim o dönemeç beni kurtuluşuma seni ölüme yakınlaştıran uzaklaş gelme bana kalabalık korkulu yüzler arasında ummadığın bir yerde gözlerini bulur gözlerim nasıl olsa Makis,sevgilim yaşam için umutlar için senin için rengârenk düşler kuruyorum biliyorum vaktin yok o kerpiç evi ağaçların vahşi huzurlu yeşilini kırları,gelincik tarlalarını, son istasyondaki kırlangıçları iskeleye vuran köpüklü dalgaları gökkuşağını düşlüyorum güneşin kırıntılarını karalara savuruyorum renkleri bulup bulup saçıyorum biliyorum ki sen o karanlık yollarda berrak sularla hiç sevişmedin sevgili Makis Islanmış mektuplar yazıyorum bu gördüğüm toplama kampları tenlere değen buzdan cam parçaları alevlere kucak açmadan önce duydun mu son duaların çığlıkları gördün mü korkunun en dehşetli soğuk anları arındırılırlarken tanık ıstırap çekmişlerin meleği açılırken mandalları kapıların bebeklerin feryat eden ağıtları bu yaşatılanlar kimlerin ayıbı Makis, sevgilim sınırlarda güvenlik sıkı yüzüne tutulmadan bir fener ışığı deşsin kara çalılar masum tenini yaprağı bol bir ağacın en uç dalında en kuytu köşesinde en dipsiz kuyuda bir kuş bir karınca ol sarıl gövdesine tek nefeste birlikte soluk ol yaşamak yine de yaşamak diyorsa beynine tutunmuş yüreğin intiharın eşiğine varmadan bir umuttur kardelen sevginin içindeki barış Makis, gözyaşı dökülmeden kara bavulundaki yırtık giysilerin yasına sığınmacı bir küçüğün gözleri eşsiz tablolara dalarken işte şu an yaşamak için büyüdüler mazlumlar sevgilim Makis, sevgilim son nefesim avuçlarına düşmeden nasıl olsa gözlerini bulur gözlerim ummadığın bir yerde sevgilim Sibel Katırcı |
mutluluğun gizi aşkın dilbilgisi
Aşkın Gizi
nandi boynuzlu bekçi girdi ruhuma ve bir daha tarif edemeyecekti onu dökülen kelimeleri iki karşıt badem kenetlenip çektiler masumca birbirlerini tutku öncesi durgundu sular toz bulutlar ve de yıldızlar kendiliğinden adrenalin salgıladı başkalaşımlar aynı tatta aynı hızda bir sarmaşık yavaş yavaş her milime düğümlenen yarım kalan bir nefesin haykırışıyla dolandı bir ağaca karanlık karşı karşıya duran iki mağara sakin iki dere pamuksu ve de tatlı iki azgın nefesle çarpıştı işte dillerin savaşı o zaman başladı buram buram çiçek kokusu ışıldar her dokunuşta açar hassas ve de narin dolanır aracıklarında kelebekler uçuşur dokunan yelpazenin parmak uçlarında gizliden kanar tırnak oyunlarının değdiği yerler arzular doruklarda gezinir izler kalır iç içe dış dışa savrulur uyanır doğa özgürce salınır kasırga tufan şiddetli kabarır denizin hırçın dalgaları birdenbire bir yağmur damlası düşer yangın yerine tadı tuzu çeker içine esir düşer iki yumuşak tepenin alevlerine bir parmak ucunda kutup diğerinde sıcağı sıcağına patlamış bir volkan dengeyi kurmakta ötekiler düşerken birlikte tene yeşerirler yer yer ve de karşılıklı nandi boynuzlu bekçi girdi ruhuma Sibel Katırcı |
bez bebek
bez bebek narin parmaklar dikerken bez bebeğin gözlerini yeşermemiş fidesi habersizce oyunlar oynuyor tepsinin üzerinde örümcek ağlı beyinler el sıkıştılar ay ışığı vururken sokaklara ince belli kanıyor kapı eşiğinde süpürgesi elinde adettendir ışık değmemiş evlerin avlularında çiftetelli bir başka toprağın misafiri yatağına alıp sakladı nazeni kadın oldu büyümemiş çocuğun ince bedeni kirlendi tepsinin ağırlığı altında olgunlaşmamış bilinci süzüldü gözyaşları kan damlamış beyaz çarşaflara satıldığı karanlık gülen yuvasında asıldı bez bebeği hunharca Sibel Katırcı |
baharı düşlüyorum
Baharı Düşlüyorum
baharı düşlüyorum sende polenlerin raksıyla sere serpe yeşillerin arasında mavilere dalan gözlerinin büyüsünde ışığın sevişmelerinin renk cümbüşünde gölgelerin yüzüne vurduğu yansımaların gizeminde baharı düşlüyorum sende karınca çiçeğin gövdesinde her bir karesini öperken düşmek teninin açtığı yanardağın ortasına uğur böceği olmak parmak uçlarında ve kanatlanmak sadık yüreğine tutkularımla yüzmek gülümseyişlerinin kıvrımlarına baharı düşlüyorum sende goncalarım açılıyor kayboluyorum coğrafyanda eşsiz güzelliğini yaşayarak dokunuyorum, kokluyorum her bir bölgenin ayrı verdiği tatlara doyarak baharı düşlüyorum sende polenlerin raksıyla sere serpe ve sunuyorsun özgürce yeşeriyoruz birlikte Sibel Katırcı |
seni sevmek
seni sevmek
tüm renklerin çarpışma anlarını kara bir leke gibi duvarlara taşımak boşaltılmış bir köyün acı sessizliği içindeki çığlığı duyumsamak taş üstüne taş konmuş sıvasız çıplak bir evin avlusunda küçük darmadağın saçlı bir yeni yetmenin elleri ve de kaygan koyunların memeleri çaresiz zeytin gözleri dolu dolu okuma isteği kirli yüzünde her bir damlanın süzülüşünde birlikte akmak sevgili seni sevmek yuvasından düşmüş bir ürkeğin şaşkın korkulu bakışları arasında demir parmaklıklar ardında mavi boncuktan işlemeli kuşların kanatlanıp uçuşunda bir kaldırım yosmasının tutkulu sevdasının hıçkırıklı zoraki dokunuşlarında küçük masum bir bedenin şiddete maruz kalmış inleyen mor yaralarında yani seni sevmek goncalara öpücükler kondurup açıp açıp çoğalmak hayatın incinen bir yerine merhem olmak seni sevmek cennete sırt çevirip cehennemde ateşimizle zebanilere yetmek hep aynı iskelede beyaz bir gemiyi beklemek muhafazakâr sokaklarda cesurca doyasıya öpüşmek yani seni sevmek esaretin içinde yaşanan özgürlüğü fark etmek okunan kitabın satır aralarında gülümsemek sana yazılan bir şiire bütün kelimeleri kurban etmek yani seni sevmek yaşama direnmek düşlerde buluşup aynı ırmakta akmak sevgili Sibel Katırcı |
eylül şiirleri
Umut
akşam erken inermiş soluk ve de narçiçeği kızıllığında bulut bulut sen orada paslı parmaklıklar küflü aşılmaz duvarlar ben burada bin asır sonrası duyarım hâlâ şıngırdar kulaklarımda seni esir alan zincirlerin ilk günküi gibi sesini sen ranzanda / ben / ben gün ağarışına yol alan efkârlı masamda sigaramın dumanıyla halka halka yaralı ve de özlemli kokarsın buram buram burada bu özlemli ve de efkârı bitmez bu masada dolu dolu gözlerimi kapayışımda sinemde açılır yeniden bir yara düşlerim kelepçede üşüyen ellerini kara gözündeki keskin bakışın hiç kaybolmayışını müebbete yol alan adımlarını düşlerim gidişini hiç pişmanlık duymadan onurlu kararlı ve de haklı bilmem hatırlar mısın o eşsiz parkın kuytu köşesinde yalnız ve de eskimiş bir kırık bankı hatırlar mısın orada seni beklemelerimi güneş aydınlığı yüzümü bak kaç zemheri kaç bahar kaç ayaz sen ranzanda parmaklıklar ardında soğuk ve de karanlık memleket insan ve de hak adına sevdan uğruna bense burada sessizlik sensizlik hüzünlü bakışlar ardında yaralarım bağlanırken kabuk kabuk ağlamaz mıyım içli içli dolup dolup bir umut bir umut o zamanlar adım da umut bilmem hatırlar mısın bilir misin şimdi Sibel Katırcı |
bana mı benzedin
Bana mı Benzedin
giderken / seninle yasaklandı bu kent yıllar sonra / ak kargalar sesleri hâlâ kulaklarımda çağırırlarken yüzleşmenin tozlu yollarına şimdi sen de yoksun oralarda bana mı benzedin taşıyamadı mı yüreğin kokunu da bırakıp gittin boz dağlarla çevrili vadinin ortasında açan eflâtunda bir hilal’e asılı kalmasaydı bulutlar belki düşerdi usul usul üzerime yağmurlar seninle soluk alırdı bu güzel havalar kalabalık caddelerinde çaresiz dolanır yüreğim yasaklı kentin yasaklısı kısık lambaların arsız soytarısı rotası yalnızlık suskun yine yürek adımlarım gibi soğuk bu kaldırımlar gecenin ortasına düşmüş sessiz ıslıklar yarım kalmış sevdiğimiz bizli şarkılar giderken intihar etmişti ya tüm genç yapraklar uğramaz olmuş artık göçmen kuşlar şimdi bulutlar haykırsın ne çare gazeller savrulur soluk ve esmer her şey bizimle darmadağın içimde Sibel Katırcı |
beni hatırla
Beni Hatırla
elimi uzatamam sana tam da o ince çizginin yaşarken ortasında görebilirsen bir kıvılcım bir ışık rüzgârın okşayıcılığına karşılık verirlerken sessizce bak kendini göreceksin elimi uzatamam sana adım yağmur damlası buğday başağı süzülüp tüm renkleriyle ufukta alabildiğine dokun onllara beni hatırla bil ki güneş o an sizi sevgiyle selamlamakta mekânım olmasın gökyüzünde Sibel Katırcı |
gita govinda
Kapatma Kapıyı Aralık Kalsın
Düş yorgunu kerpiç eve yolu… Bölüm 8 (gita govinda, şarkılar söyleyeceğim sana seninkinden güzel olmayan…) aklının varaklarını zorluyor okunaksız kıvrımlar…öteki tarafta gün ışığının çığlıkları aşılmaz duvarlara çarpar duyarsın yankılarını,çaresizlik sarar.bahaneleri sıralarsın yaklaştıkça ürperir uzaklaştıkça üşürsün,korkularındır yokuşlardan bir adım geriye kaydıran,zorlayan. kıvrımlarından bir yaprak daha düşerken çırpınırsın bir yenisini yeşile boyamaya kalkarsın yeniden canlanmanın rengidir bu...karanlık ve aydınlık odalarında gezinirsin kimine daha önce girdiğini anımsarsın kimine vaktin olmadı uğramaya ya da bulamadın anahtarlarını, görmezden mi geldin yoksa kaçtın bu kapılardan? sahi çaresizliğin gübresi Güneş mi? akıllı bir deli umut etmiş tüm bunları.bilirsin her şekliyle girebilir içeriye gün ışıkları,olsun bir nokta olsun kendin de çizebilirsin şekillerle desenleri… Güneş’in altında hayaller kuran ne çok kedi var etrafında,kimse senin gibi bakmaz düşen boncuk damlalara,mor renkli taç yapraklara kimse senin gibi çizemez karanlık sulara resimler,parmaklarınla dokunmuşsundur yaşantılara, tanıdık hepsi senin nezdinde,bilirsin bir yerlerde belki de denizin içinde, rengârenk dünyayı düşleyen çocuklar da var. kuruyorsa bir gövde, yetişebilecek misin yeşile boyanmadan düşen sarı kırmızı yapraklara? hüzün senin adın, Fiji adasında haykırışları duyarsın…yaşanır bir günün içinde dört mevsim...milyarlarca yıl yaşanmış ilk yasak oda, dağılmış iz sürmüş, karanlığa boyanmış odaların.kutsal olmayanı kutsal olandan ayırmanın ne önemi var yediğin yasak meyve de kutsal, acı ve öfke her yerde hep var.bir kadın kutsallığı bir hayvanla eşdeğer,erkek hele rahipse dünyayı hep kırbaçlar,ressam çok önce girmiştir yasak odalara, tabloları böyle söyler. bir adım daha yaklaşırsın deliliğin kıyısına, bilirsin Barfly’ın sefilliğinde hep bir isyan var.kutsallaştırmaya ne hevesli insanlar hep çarmıha gerilidir memeler,gözler,kıçlar… terazinin kefesinde bir senin yüreğin var,.olmadı tapınanlar lingayı bir de alkollü okşar. nasıl olsa İsa zamanında biraz da Kirişna,insan kendi resmini kendi çizer,o çığlıklar duvarda hep var,her gün yıkılır her gün örülür. ve şairler kendi dilleriyle tapınmaya başlar. “topuklarımızı kemiren orospu”girdi kanımıza,iliklerimizde engel tanımadan dolanır,akıl ve ruhtan sonra bedene kavuşur ve karşında duran hayal gerçeğe doğru yol alır…bu düşle,zaman ve mekân buradadır. - göremediğim,ama var olduğunu bildiğim… boşluğunun hiçliğinde yapayalnız bir evrensin,terk edilmiş bu coğrafyada, birazdan yepyeni bir yaşam doğuracaksın … sevdiğimi bilmen için söyle hangi parçamı istersin gecemin ışığı yüzerek gel düşlerime gel tırnağımla etim arasına damla damla sız göğsüme - göremediğim ama var olduğunu bildiğim… kırmızı senin adın Fiji Adası’nda haykırışlarımı duyarsın beni çağıran senin nefesin,bildiğim tüm tanrıları efsaneleri kucaklayıp getirdim çölüne, anlaşılan onlar daha önce uğramıştı sana yanında olabilmem için söyle hangi parçamı istersin mutluluk kaynağım gücünün sol kaburga kemiği benim yüreğim sıcak ve soğuk pamuksu bir dere değdi her milimine tanrılar orada farklı kılıkta hep birbirine benzer - güzel peri Kuanin bir karınca gibi özgürce gezin odalarımda, esintilerin aralasın pencerelerimi akılları esir eden yaptığım büyüler su tavuğu gagasındaki zerrem ellerimle kararak kaplumbağanın sırtında yarattım seni istersen ondört parçaya böl bedenimi her parçama nakış gibi senin kokun işlendi - sahi çaresizliğin gübresi üneş mi? öyleyse doğ üzerime tapınsın sana dönük gövdem,ateşine düşsün bir damlam ışıkların yapraklarım için çiçeklenecek tohumlarım için yağsın bereketin toprağıma aradığın kutsanmaksa gerilsin gövdem çarmıhım senin gövden. - kıvrımlarından yüreğine süzülen şahmaran bakışların, tüm tezat duygularla aksın kuyularıma şarkılar söyleyerek baykuş sessizliğinde güzel peri Kuanin gir cehennemime hiç kovulmamacasına her bedende vardır iki farklı dünya duy çığlıklarımı dal karanlık odalarıma zevk versin ışığın acıma - delişmen karalığın,tılsımının tuzlu sularında oynaşan balıklarının eğlendiğini görmediğimi nasıl bilebilirsin yaşamı doğuran insan için doğaya can veren varlığım senin bir parçan savursa da kasırgaların tufanların çarşaflara dolanır alevlerin uzanır yine zeytin dalım insan bir evren farklı farklı dünyalar taşıyan.tüm bunlara rağmen yalnız kalamayan bir başka evrende farklı dünyaların kapılarını aralayan ve bilir zorlu bir yolculuktur bu aydınlığın nefes alabilmesi için karanlığa da ihtiyacı olduğunu,değişken ve özgürdür,araladığı odaların kapılarına renklerini vermeyi de sever,ustalaşmıştır duvar örüp yıkmakta…orkestra eşliğinde resimler karalarken gücünün yetmediği anlar da olur keşfetmekten çekindiği derinliklerin anahtarlarını kendi elleriyle yarattığı tanrılarına verir,kutsallaştırdığı sefilliğine yeri gelir imrenir,ona göre bazı şeyleri tanrılarına bırakmak gerekir. bizimse aramızdaki tek tanrı karaladığımız son resim mesafeleri birleştiren zaman… elbette tükenecektir,tanrımız duyarsa sesimizi…başlangıç tesadüf müdür koca bir bilinmezlik,tanrıları bilir ancak ve izin verirlerse bu zorlu yolculuk tamamlanır,işte o an iç içe girmiş bütünleşmişlerdir,terazideki ağırlıklarının göstergesi sıfırdır,beden zihin ve ruh üçlüsüyle eşitlenmişlerdir… duyduğun şehvet ve sevgiyle deliliğin kıyısındasındır artık,tâ ki kuruyana kadar gövden, bu düşsel anlarda kamasutra’nın sayfaları yavaş yavaş çevrilir. Sibel Katırcı |
şeytan kamburu çıkmaz sokağı
Şeytan Kamburu Çıkmaz Sokağı
yüreğini çağıran kıvılcımımdı bir ayağı topal ustanın siyah ellerinde ağacın bir dalının özünde kıvılcımımla gözyaşı içerisinde işkencedeyken gündüzüm ve gecemde içeriden çıkamayan umuttun sen dolanır nefesim üzerinde tanrılar bizim için savaştı hiç sordun mu ondan öncesi de vardı hepten kaos bunu biliyordu da şair neden yazmadı mavi suratlı dalgaların köpüğüyle ve de bir parça her şeyden vücut bularak kabuk içerisinde cezalandırılman için sana geldim beni de al içine unuttun toprak anayı oysa ondan önce de vardı hepten kaos Sibel Katırcı |
şu Anki Saat: 12:01 |
Powered by vBulletin
Şiir Akademisi Forum