ÖZCAN BEY
ÖZCAN BEY
Onca yıl sonra gençliğimi yaşadım şehre düştü yolum. Meydandan geçerken gözlerim bir dönemin Özcan Bey’ini aradı. Yoktu!
Arabadan indim, oradan geçen birkaç kişiye sordum, birkaç dükkân sahibine… Kimse tanımıyordu Özcan Bey’i.
. . .
Soyadını bilmiyordum, yalnız ben değil, kimse bilmiyordu. O, Özcan Bey’di, herkes ona öyle seslenirdi.
-Merhaba Özcan Bey, nasılsınız?
Özcan Bey gülerek.
-Merhaba efendim, teşekkür ederim, siz nasılsınız?
Ya da:
- Merhaba, teşekkür ederim.
Ya da:
- Merhaba, Merhaba.
Ya da, sadece:
-Merhaba!
Hiçbir şey söylemediği de olurdu. Yüzümüze bakmadığı da.
- Özcan Bey, nereye?
- Öyle ya, nereye? Gidiyoruz işte, nereye gittiğini bilen var mı ki? Benimki de öyle… Nereye gittiğini…
Hem söylenir, hem giderdi. Yadırgamazdık, ona kızmazdık. Ters ters yanıt verdiğinde de kızmazdık, yüzümüze bakmadığında da… Bilirdik ki, o, kiremit rengi pantolonunu dizlerine kadar sıvamış, şehrin en işlek meydanına gidip kavşakta dikilecek. Saatlerce hiç kıpırdamadan, gelip geçen, korna çalan arabalara, deli misin be adam, diye seslenenlere aldırmadan, mimikleri hiç değişmeden, dikilecek.
Dört dil biliyor, demişti bir gün Mustafa, şaşmıştık. Özcan bey, dört dil bilecek ha! Makine mühendisiymiş, uzun yıllar Avrupa’da yaşamış. Sonra, nasıl olduysa, buraya, şehrin meydanında dikilmeye!...
İnanmamıştık Mustafa’ya, ama doğruymuş. Denedik. Bir keresinde, aklı yerinde gibiyken denedik Özcan Bey’i. Biz soruyorduk, o yanıtlıyordu. Coğrafya, tarih, ekonomi, siyaset(…) ne sorarsanız sorun, Özcan Bey anında yanıtı yapıştırıyor, biz şaşıyoruz. Sonra, Mustafa en can alıcı sorusunu soruyor:
— Sivrisineklerle fillerin ilişkisi ne olacak Özcan Bey?
Özcan Bey’in bakışları bulanıklaşıyor, dudakları kayıyor, bir gülümsüyor, bir ağlar gibi sallanıyor, bir geriliyor yüzü.
- Öyle ya, diyor. Sivrisinekler, fillerin üzerine çıkmışlar. Filler bir dönüyor, bir yuvarlanıyor. Afrika’da sivrisinek var mıydı? Hayır yok, Afrikalılar yarı çıplak. Neden, sivrisinek yok orda. Ama çocukların karnı şiş, neden, açlıktan! Bizim burada karnı şiş değil mi çocukların? Sivrisinekler onları sokmuyor mu? Burada neden filler yok! Filler olsa sivrisinekler olmaz mıydı? Peki, karasinekler neden bağırıyorlar? Filler… Çocuklar!... Sivrisinekler…
— Koptu, diyor Mustafa.
Özcan Bey, bir yandan anlamlı anlamsız konuşurken, bir yandan paçalarını kıvırmaya başlıyor. Sonra susuyor, bakışları donuyor. Ayağa kalkıp yavaş yavaş kapıya doğru ilerliyor. Kendisine söylenenlere aldırmıyor.
- Özcan bey, nereye?
Yanıtlamıyor Özcan bey, çıkıp gidiyor.
Biliyoruz ki, o ne gecenin soğuğuna, ne gelip geçen arabalara, ne söylenenlere, ne de sataşmalara aldırmadan, saatlerce dikilecek şehir meydanında. Anlamsızlıklara karşı duracak!
. . .
Değişen şehirle birlikte insanlar da değişmişti.
Arabaya bindim, Özcan Bey’in saatlerce dikildiği yere baktım. Gözlerim doldu! Onca olumsuzluğa, onca anlamsızlığa karşı duracak bir Özcan Bey bile yoktu artık şehirde.
Kontağı çevirdim…
İrfan Mutluer
Şubat 2009 - TİRE
İrfan MUTLUER / Öykü Bölümü Yöneticisi