Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -


Raşit GÖKÇELİ

Özgeçmiş Sayfası »

Daha Küçük Yazı Tipi | Daha Büyük Yazı Tipi

Öteki-siz siz Kurtuluş Mümkün Değil

Raşit Gökçeli
ekim 2008 

Şiir kitaplarından, ve Öteki-siz dergisi editörlüğünden tanıdığımız Salih Aydemir’in son kitabı “Akıntılar” bir deneme. Mehmet Altun’un koordinatörü olduğu Babil Yayınları’ndan Vildan Bizer tarafından yayına hazırlanan kitap ekim ayında yayımlandı.

Salih Aydemir, kitabın başlangıcında:  “Bu yazıların Jean Baudrillard’ın Kötülüğün Şeffaflığı adlı kitabından yola çıkarak, bazen yoldan çıkarak, bazen yolu kaybederek, hatta bire bir o yol olarak bende kalan notlar gibi değerlendirilmesini istiyorum…”  diye yazmakta.

Baudrillard’ın  sitüasyonistler’e yakın duruşu, post modern ve küreselleşen dünyayı özgün bir felsefi duruş ile bozunmaya uğratan felsefeci kişiliği, “Kötülüğün Şeffaflığı” adlı eserinde bireyin kurtuluşunu kendinden bağımsızlaşarak “öteki” ile bir çeşit içselleşme yaşama becerisi edinmesine tabi kılması yıllarca “Öteki – siz” dergisini aktive eden editörlerden biri olarak – diğeri Derya Önder- Salih Aydemir’in şiirin macerasını “Akıntılar” başlıklı denemesinde tartışırken bilinçli bir yol seçtiğini göstermekte.

Dolayısı ile Salih Aydemir, her ne kadar giriş bölümüne, “ Bunu yaparken başka yollara da sapmam söz konusu… Ama önemli olan Baudrillard’ın bende bıraktığı değil de, bana çağrıştırdığı şeylerdir” derken tam da Baudrillard’cı bir izlek sürdürdüğünü söylemek mümkün.

Nitekim, Baudrillard’da  bizi post modern ve küreselleşen dünyanın normatif köleliğinden kurtaracak olan “kötülük” kisvesi altında olsa bile gelecek olan etkidir. Kurtuluş Öteki’yi “kafalamak” “Öteki - siz” durumuna dönüştürmektir.

“Akıntılar” bu yüzden “viral” dir bu denemede ve Salih Aydemir pek fazla belirgin hale getirmeksizin şiiri temel mesele olarak felsefi bir duruşla tartışmaya açmaktadır.

Esasen şiir ve felsefe hayata bakış için gerekli, olmazsa olmaz, müneccim küresinin birbirinden ayrılmaz simyasal alaşıklarıdır da.

O zaman Salih Aydemir’in felsefi bir monolog olarak da niteleyebileceğimiz “Akıntılar”ına bir süre kendimizi kaptıralım:

(s.34) : “uygarlığı bir unutuş olarak adlandırma karşısında insanın sembolik etkinliğinde de azalma yaşanıyor… tıpkı dil tıpkı ideoloji gibi…

soyut ve donuk jestlerle yapılan muhalefetlik de bir proje olarak sunuluyor önümüze… (dil zaten nasibini almıştır) ve giderek artan yoksullaşma insanı onca olayın / görüntünün / kurgunun dışında bırakıyor…

düşünce dil olarak dayatıldığında bir kuşatılmışlığın içinden konuşur oluyoruz… gerçek biraz da burada saklı… hayatı / dili bir kuşatılmışlığın içinde yaşıyor / kullanıyoruz…

ki ideoloji dili ve zamanı ortadan kaldırabilecek güce ve şehvete yeniden sahip olabilir mi?”



(s. 38) : “kenelerin acelesi yoktur

         kene küçük bir hayvancıktır; büyüklüğü bir ila iki milimetredir… kene, kör bir hayvandır ama buna karşılık çok gelişmiş bir koku organı vardır… fakat bu gelişmişlik bütün kokular için değil özel bir koku içindir… bu koku memeli hayvanların cildinden çıkan asitli bir yağ kokusudur…

kene memeli hayvanların sürtünebileceği alçak ağaçlar ya da çalılıklar üzerinde yaşar ve sabırla avını bekler… bütün sıcak kanlı memeli hayvanlar kene için birer avdır… fakat memeli hayvan ona bütünlüğü ile verilmemiştir… ancak tek bir işareti ile cildinin çıkardığı koku ile verilmiştir… memeli bir hayvan kenenin bulunduğu dalın altından geçerse kene kendisini hemen bırakıverir; eğer avının üstüne düşerse o zaman bol bir besin bulmuştur demektir… sonra kene tüysüz bir yer arar; bu yeri dokunma ve sıcaklık duyusu ile bulur…

         kene avının üstüne düştüğü zaman başı ile hayvanın derisinin içine girer; bu durum, kene yeter derecede hayvanın kanını eminceye kadar sürer; sonra yere düşer; yumurtalarını bırakır; kendisi de ölür…

         kenenin, bu kör hayvanın, avının üstüne düşmesi bir şans işidir… kene avının üstüne düşmez de yere düşerse, o zaman yeni baştan alçak ağaç dallara, çalılıklara tırmanacak ve avını bekleyecektir…

         fakat kenenin acelesi yoktur… o uzun yıllar aç kalabilir…”

Kene şeyleşmenin mükemmel metaforu… (rg)

(s. 42) : “oysa şairler hiçbir insanın (felsefeciler hariç) yapamadıklarını yapıyorlar; çünkü onlar yaşamları boyunca sözcükler ve imgeleriyle hep bir iç diyaloga işaret ederler… gönderecekleri ve gönderdikleri iletiler her zaman dibin akıntısındadır… akış içinde yakalayan ve yakalanan gizli akıntıları izlerler… hayatın uyumundan çok iç uyumun boyutlarına sevecen yolculuklar yaparlar…”

(s. 59) :  çağımızın “çelik kafes” bürokrasisi

modernleşme veya kapitalistleşmenin yarattığı süreç kötümser değerlendirmelere rağmen hala varlığı tehdit edecek sürdürüyor…

ne kadar çok kendimizden uzaklaşırsak o kadar çok değer görürüz, modern düşüncesi şairin durumuna gönderme yapılırsa; gerek yazılan, gerek yaşanan ve ortaya çıkan bütünlük karşısında oraya, orada olma durumunu yansıtır… çünkü şair  orayı ve orada olmaya, dil ve sözcük manevralarıyla adaydan öte gönüllüdür…eski ile yeninin edebiyatımızda buluştuğu tek yön; orası, ora-da bulunabilme çabası; geçmişte toplumsal düzenekte almış olduğu yer ve bunları yıllarca temel formlar olarak gördüğü yer modernizmdir…

modernizmi tarihe gömüldüğünü iddia eden bir tez henüz çıkmadı …

modernizm; biz şairlerin bir imge hastalığından başka  nedir ki?”

(s. 62) : “Post-modernizme Dair : ….  kendini yineleyen insan fars olur…”

(s. 69) :  karnaval dobralığı

şairler, dilin katı töreselliği karşısında susmamalı… saf olandan çok karma olanı, uzlaşıcı olandan çok yalın olanı, doğru olandan çok çarpıtılmışı, belirgin olandan çok farklı yorumlanabileni, düz ve kişiliksiz olandan çok sıkıntı veren ve ilginç olanı, iyi tasarlanmış olanın yerine sıradan ve akışkan olanı, dışlayandan çok davet edeni, basitten çok iyi pişirilmiş olanı, eskiyi anımsayan (eskiyi anlatan) değil aynı zamanda yenilik getirene, açık ve kesin olandan çok tutarsız ikili anlamlara da çekilebilen şiirler de yazabilmeli…”

açık bir bütünlük yerine
karışık bir canlılıktan yana olmak…

süreksizliği ve çelişkiyi ilan edelim…”

(s. 80) :  “şiirde zaman, sözcükler; ölçülemeyen, tek bir kerede görüntülenemeyen, bir perdede aslında oyununun bütününü veren zamanlar arası süreçlerin köprüsüdür… ve o yüzden şiir, şiire yazılır…”

(s. 92) : “Parodi ….

ürünün metalaşmasını önleyerek sanatı bir kuram olarak yıkıp toplumla bütünleştirmek… (avant-garde)

ürünü tümüyle metalaştırarak toplumla bütünleştirmek… (post-modernizm)”

(s. 113) : “toplumsal ötekileştirme insanın aldığı en ağır, öldürücü, yabancılaştırıcı darbelerden birisi kaçınılmaz olarak…

bu yüzyıl böyle bir dönemi yaşıyor… otorite kişiyi ve toplumu kendine benzetme işini bu kavramla: ötekileştirme ile yapıyor. her türlü büyülü söylev ve pratikleriyle, önce bütünün  parçalarını birbirine çakıyor ardından bu parçaları ayrıştırıyor. sonra da öldürücü darbelerle, ötekileşmeyeni yok ederek, eklektik (her anlamda) bütün oluşturarak sağduyu buyruğu altında gerekli otoritesini kuruyor.

ve bu otorite de toplumlara büyülü bir döngü olarak sunuluyor.”

(s.  114) : “dilsizleşen öteki

insan, her defasında bu ötekileşmeden nasibini alarak hep kendisini yitirme durumuna bırakılıyor. burada en büyük tahribatsa dilde yaşanıyor; mekanikleşen dil, akıldışı olarak sindiriliyor. kişiyi, belleksizliğe, unutmaya dönüştürüyor. bu da hızın egemenliğini daha da meşrulaştırarak yıkımlar tarihine yenilerini ekliyor. “

(s. 133) : “sözcüklerin hareketliliği ve hislerin felsefesi

şair gündelik hayatta kullandığı dil ile şiirin dili arasındaki çatışmayı sürdürebilecek bir tavrın içinde olmalı ve  çatışma, günlük dil ile şiirin dili arasında kalmalıdır. dil ile ses, dil ile anlam, dil ile ritim arasında şair için önceden yapılmış bir anlaşma yoktur. böyle bir anlaşmanın hesabını şiirini bitirdikten sonra başlatır. ve tabi ki bu hesaplaşmayı da yine dille yapar. bu anlamda şairin kurduğu dil, yapılmış ve yapılacak olan bütün anlaşmalara baştan karşı çıkar. bu ta tavır elbette şiirin ve dolayısıyla şairin muhalif tavrının yıkıcı özüdür.”

(s.134 : ) “ben’in ruh gürültüsü…

sözcüklerin ilk anlam azabından kurtulup, imgenin çağrışımsal oyununa doğru tercihte bulunmak şairin sorumluluğudur.”

(s. 136) : “sözcüklerin isyanı…

imge şiirde zamanı durdurur ve o şiiri her okuyuşta zamanın akışını yeniden başlatır. şiirin hangi zamanda durduğu, hangi zamanla çatıştığı yine imgeye bağlıdır.

ilkel ben’in kullanıldığı, daha doğrusu öne çıkarıldığı şiirlerde imgenin kapalılığı söz konusudur. bu anlamda ilkel ben’in imgeye taşınması da bir anlamda mümkün değildir. çünkü imge, ilk ben’in yıkılışı üzerine kurulur.

sözcük yeterince imge mi?”

(s.141) : “peki şiir dille yazılmıyor mu? sorusuna benim yanıtım hayır, şiir dille yazılmaz... çünkü şiirin dili kullanılan, duyguyu, düşünceyi aktaran bir araç değildir olamaz da...”

(s. 153) : “şiirde zamanı kırmak, şiirde olanaklılığı artırır. şairin bu şizofrenik yalnızlığının temelinde bu noktada okura sapabiliriz ki bu da algıya bir cevaptır.”

“Akıntılar” okumasını şiirin azgın sularında bir rafting gezintisi hazzı ile okuyabilirsiniz. O azgın sulardan fazlaca ıslanmadan çıktığınızda “ben” “öteki –siz” ile buluşabildi ise ne ala…

Şairin “Hüzünlü Isırgan”da dediği gibi:

“büyü bozuldu 
ben öldü”

Salih Aydemir, Akıntılar, Deneme, Babil Yayınları, 2008,163 s.


Raşit GÖKÇELİ

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa