BÂBİL SİMYACILARI
sudakiayna! ay ışığını yalıyordu bir köpek.
simyacılar sorgulanıyordu. âh! kör karanlık bir geceydi
hurûfat içimizdeki gömü. söz bâbille akran.“sen bu
kente giremezsin adamım!”da, ne demek oluyor şimdi?
telâşlı sokağın hafızasını yeniliyor kırılan camlar
adak törenleri başlıyor hayta rahibin bâbil rüyasında
ilâhi cilve bırakmıyor. hüzün bırakmıyor isevi yakasını
acının gönüllü sürgünü olduk yeryüzü sofrasında
geceye heyelân gibi akıyor ateş arabaları. kurulmuş
dÂr!.. çınarın altında bekleyen cellâdım sizde kalsın
kuşkusuz dönecekti çölden o üç güvercin, üç deli
fişek. söndürecek yangınını babasız çocukların
şu cezanne da kim oluyor? nasıl
karışıyor eşyaların zamansız kırılmasına?
çiçeği dalında kokluyor çocuklar. az kullanılmış
rüzgârı bırakıyor yırtık uçurtmalarına.
gözlerim bağlı! uçurumun kıyısında intiharı beklerken;
bana nâr,
bana geyik, bana abdal kâr etmez....
ne de gecenin koynuna dökülen sıcacık ten.
*
rüzgârın yontusuyla sen misin giden?
çarparken gölgeme serseri gölgen...
motosikletimin kromları parlatılmış
devinen iki tekerlek ve beyaz çizginin üstünde
gölgemi çoğaltıyorum.
- trabzon çok uzak fener,
çok uzak dokunuştur aşkın simyası
sahnenin arkasında dört bin yıllık suflörüm dilsiz
takalarımız nuh’tan kalma
sürüyor ölümle aramızdaki amansız mübadele
eflâtun rengi gömleğimde bakmaktan aşınmış göz izi.
kuş dili ile konuşuyorum erken korkularımı
argonotlar geçiyor düşlerimin kıyısından.
dövüşür gibi öpüyor beni karayel
beni lodos iki kaşımın arasından.