Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Hikmet KURTER
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

MERDİVEN

             Nisan ayında ılık bir cumartesi günü, öğle saatlerinde, Moda’ya çıkarken sağ koldaki, - bir zamanlar adı Kadıköy Kız Lisesi olan karma eğitime geçtikten sonra Kadıköy Lisesine dönüşen- okulun yüksek duvarlarla çevrili bahçesi insan kaynıyordu.

             Böyle bir havada, pikniğe gitmek, deniz kıyısında gezinmek, şu tatil gününü gönlünce değerlendirmek varken, bunca insanın Kadıköy Lisesinin bahçesine doluşması, uzaktan bakan bir göze ilk anda pek tuhaf görünüyordu.

             İşin aslını soracak olursanız, dördü kız, dördü erkek sekiz liseli öğrenci, “Çağdaş Türk Şiiri” başlığı altında bir şiir dinletisi düzenlemişlerdi. Bahçede toplananlar da etkinliği izlemeye gelmiş – çoğunluğunu öğrenci gençlerin anne babaları, yakınları, arkadaşlarının oluşturduğu- çağrılılardı.

             Şiir meraklısı gençler, günler boyu, tâ gece yarılarına kadar prova yaparak kendilerini paralamışlar, 

             - Vurgun yanlış, düzelt!

             - Ses tonun şiirin duygusunu vermiyor.

             - Bu kadar hızlı okuma!  diye birbirlerini kıyasıya eleştirmişler, didişip durmuşlardı.

             İşte sonunda o büyük an gelip çatmıştı. Birazdan tiyatro salonunda konuklara Türk Şiirinin ustalarından seçtikleri şiirleri sunacaklardı.

             Konuklar arasında, çağrıldığı her şiir gününe koşarak gelen Emekli Öğretmen Sakine Tüzün de bulunuyordu.

             Sakine Tüzün, yetmiş yaşını çoktan aşmış, ak saçları maviye çalan, kalın sesli, ufacık tefecik bir kadındı.

             Öğretmen Hanımın henüz pek gençken başından bir evlilik geçmişti. Ama,  her nedense dünya evine girdikten birkaç ay sonra kocası evden çıkıp gitmişti. Gidiş o gidiş… Bir daha kendisinden haber alınamamış, âdeta sır olmuştu. Yoo, hayır… Adamın günahını almayalım. Ülkenin çok uzak bir köşesinden bir kere kartpostal göndermişti. Posta kartının üzerinde iri harflerle dört sözcük yazılıydı:  “Sakın beni aramaya kalkma.”     .

             Sakine Tüzün de evlilik kaçkınına dört sözcükle karşılık vermişti:  “Aman, şeytan görsün yüzünü.”         

             Çiçeği burnundaki kocayı ayalinden uzaklara, çok uzaklara kaçıran şey, kadının yatakta horlaması mıydı, bitmez tükenmez istekleri miydi yoksa durmadan işleyen çenesi miydi?

             Hayır, bunların hiçbiri değildi. Karı koca arasından kara kedi geçmesinin tek nedeni, hatun kişinin hastalık derecesindeki şiir tutkusuydu.

             Emekli öğretmen için şiir olmadan yaşamanın hatta soluk almanın bile bir anlamı yoktu. Gece gündüz bütün zamanını şiir dolduruyordu. Kendini şiire adamıştı sanki. Şiir sevdasından ev işlerini de iyiden iyiye boşlamıştı. Bu yüzden karı koca arasında sert tartışmalar çıkıyordu.

             Dertli kocanın,

             - Yahu hanım, hayatta her şeyin bir yeri, sırası vardır. Önce karnımızı doyuralım, şiirinle sonra ilgilenirsin, ha?.. Karışanın görüşenin mi var? demekten dilinde tüy bitmişti.  Ama kime?.. Şiir bağımlısı kadının bunları duyacak, dinleyecek, anlayacak hali yoktu.

              Sonunda canına tak diyen yılgın koca, Allahaısmarladık bile demeden kirişi kırmıştı. Çağrılı topluluğu tiyatro salonundaki yerini almıştı. Sahneye önce Sakine Tüzün çağrıldı.

              Yavaş adımlarla sahne merdivenlerini tırmanan ak saçlı kadın gözlerini bir süre izleyiciler üzerinde gezdirdikten sonra, kalın tok sesiyle,

                 - Sayın konuklar, diye söze girdi. Beni buraya, sahne denen şu yükseltiye,

şiir okumam için çıkardılar. Şiir okumasına okuyacağım da, sizleri böyle karşımda görünce şiir okumaktan öte bir şeyler söylemek gerektiğini hissettim. Önce size bir soru sormak istiyorum: İnsan kime derler sevgili sanat dostları? Daha doğrusu insan gibi insan kime derler?.. Siz düşünedurun, ben kestirmeden bunun yanıtını vereyim. İnsan gibi insan, çevresindekileri incitmeyen, kırmayan, mutsuz etmeyen, duygulu, duyarlı, sanata şiire yakın duran insana derler. Gerçekten insan yaşamını tekdüzelikten arındırıp anlamlı kılan, acıları, sıkıntıları hafifleten hep şiirdir. Aç kalırım, susuz kalırım, uykusuz kalırım ama şiirsiz asla. Siz de şiirsiz kalmayın.  İnsanı insan yapan erdemlerden biri de ilkeli olmaktır, değerli konuklar… Ne olur, ilkeli birer insan olun ve en zor anlarda bile ilkelerinizden ödün vermeyin. İlke ilke diye atıp tutuyorum da, peki senin en önemli ilken nedir, onu anlayalım bakalım, derseniz, size şöyle karşılık veririm: Düşüncesizce davranarak aptal durumuna düşmemektir.

              Şair, konuşmasının ardından yeri göğü inleten o gür sesiyle izleyicileri bezdirene, hafakanlar basana kadar uzun bir süre şiir okudu.

               İstemeye istemeye sahneden inince sıra günün asıl etkinliğine geldi.

               Gençler, gösteriyi Ahmet Haşim’in “Merdiven” adlı şiiriyle başlatacaklardı. Hazırladıkları mizansene göre, ışıklar sönecek, sekiz gencin en uzun boylusu, en heyecanlısı, mantık dersinde en başarılısı Mahmut Koç, salonu sahneye bağlayan merdivenin basamaklarını çıkarken,

                “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
                  Eteklerinde gümüş rengi bir yığın yaprak
                  Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak.” dizeleriyle başlayan şiiri okuyacaktı.

                  Birinci zil, ikinci zil, derken üçüncüsü çaldı. Herkes soluğunu tutmuş, salon derin bir sessizliğe gömülmüştü. Sessizlik gibi sinir bozucu bir şey yoktur.

                  Mahmut Koç kaşla göz arasında seyircilerin arasından geçerek geldiği sahne önünde dikiliyordu.

                   Uzun boylu delikanlı heyecandan yaprak gibi tir tir titriyor, dişleri takır takır birbirine vuruyordu. Kafası allak bullak olmuştu.

                   “Yavaş yavaş çıkacaksın bu merdivenlerden… Yok yok… Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden… Hay Allah, nasıl çıkılacaktı merdivenlerden ?.. Mantığa vurulursa?.. Her neyse, bunu geçeyim. Eteklerinde bir yığın yaprak…Yoksa, eteklerinde bir yığın toprak mıydı?.. Toprak yığını olması daha mantıklı. Yaprak yığınını küçücük bir yel üfürüp götürür. Toprak mı?.. Yaprak mı?.. Off, ne yapacağım ben şimdi! “  diye içinden geçiriyor, iyice ezberine alamadığı şiirin dizelerini şimdi tamamen birbirine karıştırıyordu.

                Sakine Tüzün nereden geldiğini, nasıl ortaya çıktığını pek anlayamadığı bu genci yola getirmek için hemen harekete geçti.

                Ezberini şaşırmış delikanlıya,

             -   Hişt, oğlum!.. Otur, ayakta durma bakayım… Hadi evladım, boş koltuklardan birine oturuver diye fısıldıyordu.

             Liseli gencin sözlerine kulak asmadığını anlayan yaşlı kadının ayağa fırlamasıyla iki metrelik delikanlının yakasına yapışması bir oldu. Şimdi onu var gücüyle çekiştiriyor, koltuğa oturtmaya zorluyordu. Öğrenci genç de şaşkın şaşkın emekli öğretmene karşı koymaya çalışıyordu.

              Hayal perdesindeki Hacivat Karagöz figürleri gibi birinin çekiştirdiğini ötekinin de buna direndiğini gören izleyiciler kahkahaları koyvermişlerdi.

               Bu görüntü bir süre daha böyle sürüp gitti. Sonra ne olduysa oldu, Mahmut Koç, şairin elinden kurtularak kendini sahneye attı. Merdivenin basamaklarını hızlı hızlı çıkarken şiiri, bir çırpıda, hiç yanlışsız okuyuverdi.

                 Nisan ayında ılık bir cumartesi günü ikindi vakti, Moda’daki Kadıköy Lisesinin tiyatro salonunu boşaltanların yüzlerinden okunan mutluluk, sahne önünde yaşanan o itiş kakış dışında her şeyin yolunda gittiğini gösteriyordu.

                 Kalabalığın arasında, insanlara çarpa çarpa ilerlemeye çalışan yaşlı bir kadın hemen göze çarpıyordu.

                  Bu telâşe müdürü, başka bir okulun şiir etkinliğine yetişme çabasındaki Sakine Tüzün’ün tâ kendisiydi. Yaşasın şiir!


Hikmet KURTER

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa