Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Hikmet KURTER
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

SOKAKTA

            Yazar, ne yazacağını bilemiyordu. Kafasında uçuşan öykü kırıntılarını bir dü­zene koyamamanın sıkıntısıyla, güneşin altında, Kadıköy Altıyol’daki Boğa Heykeli ile Moda’daki Fıskiyeli Havuz arasında bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu.

            Bahariye Caddesi olarak bilinen bu caddenin asıl adı, General Asım Gün­düz’dü.

            Yazar, her zamanki gibi insan kaynayan caddeyi arşınlamaktan yorgun düş­müştü.

            Biraz soluklanmak için Süreyya Sineması’nın önünde boş bulduğu banklardan birine çöküverdi.

            Bir süre sonra yanındaki bankta oturan, memur oldukları boyunlarında düğüm haline gelmiş boyunbağlarından anlaşılan iki adamın konuşmalarına kulak kabarttı.

            Burnunda iri bir karasineği andıran beni bulunan, koca gövdeli, kat kat ger­danlı, fötr şapkalı olanı, şapkasını çıkarıp kel kafasındaki teri sildikten sonra,

            - Of, bu sıcakta çekilir şey mi iş! dedi. Şimdi deniz kenarında olmak vardı. Şef bu sene de kazık attı bana. Yazın tam göbeğinde, temmuz ayında izne gene kendisi çıktı. Öyle ya, mühür kimdeyse Süleyman odur. Benim bildiğim, şef olacak adam, izin dendi mi kendini en sona bırakır, değil mi Osman Bey kardeşim?

            Ufak tefek, vücudu elbisesinin içinde kaybolacak kadar cılız bir adam olan Os­man Bey çevresine kuşkuyla göz atarak kırık ön dişlerinin arasından,

            - Aman sus, öyle konuşma Ziya Bey! diye tısladı. Yerin kulağı vardır. Duyan biri olur da, izinden döndüğünde şef yetiştirirse başına gelecekleri düşünmek bile is­temiyorum. Hem sen bana hangi parayla tatile çıkacağını söyler misin?

            İri yarı memur ensesini kaşıyarak,

            - Niye ki? dedi. İnsanın her zaman tatile ayıracak bir miktar parası bulunur.

            Osman Bey öfkelenmiş, yüzü pancar gibi kızarmıştı. Burnundan soluyarak,

            - Şubat krizi belimizi bükmüşken, geçinmeye halimiz kalmamışken bir de kalk­mış tatilden söz ediyorsun birader, dedi.

            Ziya Bey,       

            - Tamam tamam, seninle bir şey konuşulmaz zaten. Hemen işi yokuşa sürer­sin, dedi. Saat bire yaklaşıyor, kalkalım mı artık?

            - Kalkalım.

            İki memur ayağa kalkıp yavaş adımlarla kalabalığın arasına karıştığı sırada yazar, böyle iki karakterin çatışmasından bir öykü çıkarıp çıkaramayacağı üzerinde kafa yormaya başlamıştı bile.

            Caddenin üst başından, kısacık kesilmiş kızıl saçlı, eteği dizinden bir karış yuka­rıda, mankenlere taş çıkartacak kadar güzel bir genç kız, gezintiye çıkardığı fino cinsi köpeğiyle geliyordu.

            Gözleri uzun tüylerinin arasında kaybolmuş fino, yerleri koklaya koklaya bankla­rın arkasındaki çiçek tarhına girdi. Toprağı biraz daha kokladıktan sonra bir bacağını havaya kaldırarak doğal bir ihtiyacını gördü.

            Tam işini bitirmişti ki, aniden o ince sesiyle kendini paralarcasına havlamaya, hırlamaya başladı. Bunca yırtınmasının, gürültü çıkarmasının nedeni, çiçek tarhının gölgesinde başını patilerine dayayarak yatan, yaşlılıktan yanağı sarkmış, gözleri ka­palı, dili bir karış dışarıda kesik kesik soluyan sokak köpeğini görmesiydi.

            Kızıl saçlı dilber, bir yandan köpeğinin tasmasından çekiştiriyor, bir yandan da iç gıcıklayıcı bir sesle,

            - Fıstık yapma... Fıstık... Fıstık diye kime söylüyorum ben! diyordu.

            Yaşlı köpek, finonun gürültü patırtısına hiç kulak asmadı. Yalnızca göz kapakla­rını hafifçe aralayıp,

            - Ben senin gibileri çok gördüm, dercesine Fıstık'a bir bakış fırlattıktan sonra gözlerini gene kapattı.

            Havlayan köpeğin ısırmayacağını bir köpekten daha iyi kim bilebilirdi ki?

            Fino, o bakıştan sonra birdenbire yatıştı, uysallaştı. Sanki az önce kıyametler koparan kendisi değilmiş gibi yerleri koklaya koklaya sahibiyle oradan uzaklaştı.

            Yerden bitme köpeğin kopardığı gürültü bankların birinde sere serpe uyuyan bir sokak çocuğunu uyandırmıştı.

            Üzerinde kirli bir gömlek, eski püskü bir pantolon, ayağında yırtık bir spor ayak­kabı bulunan sokak çocuğu gözlerini ovuşturdu, gerindi, yavaş hareketlerle ye­rinde doğruldu. Yanı başındaki kasketini siperliği arkaya gelecek şekilde başına ge­çirdi. Ayağa kalktı.

            - Bana bir ekmek parası versene be ağabey, diye yazarın karşısına dikildi. 

            Yazar,

            - Bende para olduğunu nereden biliyorsun, paralı birine mi benziyorum? De­meyi düşündü, diyemedi.

            Eli cebine gitti. Cebinden çıkardığı bozukluğu sokak çocuğunun eline sıkıştırıp kasketine de bir fiske attıktan sonra,

            - Al bakalım, dedi, sadece ekmek alasın diye veriyorum, ona göre.

            Ne kadar saçma bir söz söylediğinin ayrımına varınca da belli belirsiz gülümsedi.

            Sokak çocuğu, teşekkür etmeyi bile aklına getirmeden, elindeki paraya baka baka cadde aşağı yürüdü.

            Tarhın bir başka köşesinde yeni doğmuş dört beş kedi yavrusu sıcaktan yarı baygın birbirlerine sokulmuş üst üste yatıyorlardı.

            Yaşlılıktan yüzü buruş buruş bir kadın, küçük adımlarla yürüyerek kedilerin yanına geldi. Çatlak, pürüzlü bir sesle,

           - Aaa, bu zavallıcıkları tanıyorum ben, diye haykırdı. Birkaç sokak ötedeki bir binanın yıkıntısına sığınmış bir kedinin yavruları bunlar. Ama neden burada olduklarını çok iyi anlıyorum. Yıkıntıya komşu evlerden birinde oturan huysuz mu huysuz, geçimsiz mi geçimsiz bir kadın vardır. Mutlaka bir bahane uydurup o cadı attırmıştır yavruları oradan. Annecikleri nasıl da çılgına dönmüş, acıklı acıklı miyavlıyordur şimdi.

            Sarı saçlı, kırmızı yanaklı, iri göbeği gövdesinin önünde giden bir simitçi,

            - Teyzeciğim, madem yerlerini biliyorsun, şu yavruları annelerine kavuştur da bir sevap işlemiş ol ha, diye lafa karıştı.

            - Üstüme iyilik sağlık. Bu yaşımda onları nasıl taşırım evladım. Üstelik kalp hastasıyım ben. Yavrular elimde kıpır kıpır ettikçe heyecanlanırım da maazallah başıma bir şey gelir. Olmaz, dünyaları verseler böyle bir şeyi yapamam. Ama eğer sen taşıyacak olursan, yolu gösteririm.

            Simitçi,

            - Bu simitleri bitirmeden hiçbir şey yapamam, dedi. Malum ya, ekmek parası. Evdeki beş can elime bakıyor.

            Yazar kendini yeterince dinlenmiş hissetmiş olmalı ki, yerinden kalktı, Moda’ya doğru yürümeye başladı.

            Moda’ya ulaşınca çay bahçelerinin birinde sessiz bir köşeye oturdu. Az önce tanık olduğu olayları kağıda kaleme sarılıp yazmaya koyuldu.

            Fazla yazamadı, tıkandı kaldı. Yazması için daha fazla ayrıntıya gereksinimi olduğunu anladı. Yaşlı kadınla simitçinin konuşmalarını neden yarıda bırakmıştı sanki! Sonra kedileri daha yakından incelemeli, kaç günlük yavru olduklarını tahmin etmeliydi. Hele sokak köpeğinin cinsiyetine bile bakmayı akıl edememişti.

            Çay bahçesinden kalktı. Koşar adımlarla soluğu Süreyya Sineması’nın önünde aldı.

            Kediler, yaşlı köpek, simitçi, buruşuk yüzlü kadın… Hiçbiri ama hiçbiri ortalıkta görünmüyordu.

            Yazar kafası karmakarışık, ne yazacağını bilemez bir halde evinin yolunu tuttu.


Hikmet KURTER

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa