Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Hikmet KURTER
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

KULAK

Mart sonu. Doğa henüz kış ile ilkbahar arasında bir bocalama devresinde.

Gökyüzü, bir bakıyorsun güneşli yüzüyle gülümsüyor insanlara, bir bakıyorsun kaşlarını çatmış, bungun, sıkıntılı somurtuyor.

Havanın ısınmasına aldanan ağaçlar çiçek açıyor, kuşlar dallarda cıvıldaşıyor.

Sonra apansız bastıran kuru soğuktan ağaçlar çiçeğini döküyor, kuş sesleri işitilmez oluyor.

Rüzgârın tüy gibi hafif yağan karı oradan oraya savurduğu soğuk, karlı bir günde Kadıköy Rıhtım Caddesini müthiş bir insan kalabalığı doldurmuştu.

Kar tanecikleri düştükleri yerde hemen eriyerek suya dönüşüyordu. Asfalt yol, kaldırımlar her yer ama her yer vıcık vıcık çamur içindeydi.

Öğle üzeriydi. Rıhtım Caddesi ile İzzettin Sokağının kesiştiği köşedeki yüksek yapının üst katlarında bir büronun kapısı açıldı; içeriye  kurşuni paltolu, sarı saçlı, dal gibi ipince, otuz yaşlarında bir adam girdi. Sucuk gibi ıslanmış kurşuni paltolu adamın üzerinden şıpır şıpır sular damlıyordu.

Büronun salonundaki geniş masada etine dolgun, alabros tıraşlı, basık burunlu, sol kaşının üzerinde derin bir yara izi bulunan, koyu takım elbiseli bir adam kaykılarak oturuyordu. Masanın hemen yanındaki piyanonun başında üzerine beyaz dantelli bir bluz ile bir blucin geçirmiş, taş çatlasa yirmi beş yirmi altı yaşlarında bir esmer güzeli vardı.

Kurşuni paltolu adam, kiminle konuşması gerektiğini kestirememenin sıkıntısıyla gözlerini boşluğa çevirdi, düşünceden yorgun bir sesle,

- Gazetedeki iş ilanı için gelmiştim, dedi.

İri kıyım adam boğuk boğuk öksürüp boğazını temizledikten sonra gök gürültüsünü andıran kalın bir sesle,

- Ne çok ıslanmışsınız, diye karşılık verdi. Üzerinizdeki paltoyu çıkarıp şuraya asın, sonra da karşıma oturun. Zayıf nahif adamın her davranışını dikkatle izliyordu. Onu göz hapsine almıştı sanki. Gözleri kurşuni paltolu adamın çamur içindeki pantolon paçalarına takılı kalarak,

- Demek iş için geldiniz, dedi.

- Evet, iş için.

- Adınızı öğrenebilir miyim?

- Orhan… Orhan Akar.

- Benimki de Ersin Yalçın. Başvurduğunuz işyerinin sahibiyim. Bu genç hanım da Piyano Öğretmenimiz  Nermin Dağ. Bir süre sustuktan sonra derine işleyen bakışlarla,

- Orhan Bey, ilanı iyice okudunuz mu?  diye konuşmasını sürdürdü. Zor koşullara dayanacak, sağlığı yerinde adaylar aradığımızı belirtmiştik.

Orhan Akar’ın birden yüzü karardı, alnından aşağı hafif tertip soğuk bir ter boşandı. Zor anlaşılır, titrek bir sesle,

- Böyle bir soruyu bana neden sordunuz ki? dedi.

- Gözüme biraz narin göründünüz de, onun için. Bakın, yaz kış demeden yılın her mevsimi, toza toprağa, yağmura çamura aldırmadan, Anadolunun, Trakya’nın her yerini karış karış dolaşacaksınız. Bedenen sağlam olmalısınız.

- Alimallah, turp gibiyim. Taşı sıksam suyunu çıkarırım.

- Yalnızca sağlam olmak yetmez. Dayanıklı da olmalısınız. Diyelim ki içinde bulunduğunuz otobüs kış günü kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde bozuldu. O dağ başında tek başınıza kalakaldınız. Soğuk bir yandan, açlık bir yandan… Bütün bunlara dayanabilmeye, katlanabilmeye hazır mısınız, hem de gıkınız çıkmadan?

Orhan Akar,

 “Dayanabilmek mi, katlanabilmek mi?”  diye geçirdi içinden. “Hayatım dayanmakla, diş sıkmakla geçti benim. Yoksulluğa dayandım, açlığa dayandım, bu yaşıma kadar bekâr kalmaya dayandım. Aslında evlilik konusunda armudun sapı, üzümün çöpü var, demedim hiç. Yalnızca ev geçindirmeye yetecek bir gelirim, sürekli bir işim olmadı diye evliliğe sıcak bakmadım şimdiye kadar.”

- Merak etmeyin efendim, oldukça dayanıklıyımdır, dedi.

Ersin Yalçın inanmamış gibi dudağını büzdü, ensesini kaşıdı.

- Evet, söylediğim gibi, gezmesi tozması boldur bizim işin.  Türkiye’nin her tarafında ayak basmadık yer bırakmıyoruz. Yolculukları genelde otobüsle yapıyoruz. Ama vapuru, treni, uçağı kullandığımız da oluyor, duruma göre. Şimdi gelelim, senden istediklerimize delikanlı. Öncelikle spor yapacaksın, yoksa bu kadar yolculuğa zor dayanırsın. Özellikle ellerin, ellerin güçlü kuvvetli olmalı. Çünkü yeri geldiğinde avuçların patlayana, kanayana dek alkış tutacaksın. İkinci olarak beslenmene dikkat edeceksin. Bizim işte ses de çok önemlidir. Neden dersen, nedeni şu: Bağırman gerekiyor. Öyle mıy mıy değil,  avazın çıktığı kadar, gür bir sesle, erkek gibi bağırman gerekiyor. Hani, askerde tekmil verirken, künyeni okurken, dağı taşı titretirdin ya, işte o sesle. Ses kısıklığını önlemek için her sabah aç karnına iki çiğ yumurta içeceksin. Üçüncüsü, üstün başın böyle dökülmeyecek. Ağır, oturaklı, ciddi giysiler giyeceksin. Merak etme, her türlü beslenme, giyecek gereksinimini karşılayacağız, işe alınırsan tabii. Haa, kazancı gayet iyidir bu işin. Gündelik usulü. Çalıştığın gün için tiko para. Haftanın beş günü iş çıkıyor. Vergisi algısı da yok. Temiz iş. Taş atıp da kolun yorulmayacak. Şimdi izin verirseniz sizde kulak olup olmadığına bakacağız.

Orhan Akar iki eliyle tuttuğu kulaklarını çekiştirdi. Duyduklarından alınmış bir ses tonuyla,

-Gördüğünüz gibi efendim, kulaklarım yerli yerinde duruyor, dedi. Hiç kimse kulaksız biri olduğumu söyleyemez.

Ersin Yalçın gülümsedi.

- Yanlış anladınız. Ben müzik kulağınızdan söz etmiştim. İşimize yarayıp yaramayacağınızı müzik kulağınızı ölçerek anlayacağız. Nermin Hanım hazır mısınız?

Piyano öğretmeninin beyaz dişleri parladı.

- Ben hazırım Ersin Bey.

- Öyleyse başlayabiliriz.

Tam bu sırada Ersin Yalçın yandaki odadan çağrıldı. İşyeri sahibi salondan çıkarken,

- Siz başlayın kızım, zamanı değerlendirin, sonucu sonra bana söylersiniz, dedi.

Kar beyazı boyunlu, koyu yeşil gözlü, etli dudaklı, ucu kalkık burunlu, kısa kesilmiş kara saçlı Nermin Dağ hiç zaman yitirmeden,

- Ben piyanonun tuşlarına basarak ses vereceğim. Siz  de  verdiğim sesi tekrarlayacaksınız, diye söze girdi. Nasıl, çok basit değil mi?

Orhan Akar,

- E… Evet çok basit, diye kekeledi.

- Öyleyse başlıyoruz. Lâ, lâ, lâ… Lâ, lâ, lâ.

- La, la, la… La, la, la.

- La, la, la değil. Lâ, lâ, lâ… Lâ, lâ, lâ.

- La, la, la… La, la, la.

- Bakın şöyle. Lâ, lâ, lâ… Lâ, lâ, lâ.

- La, la, la… La, la, la.

- Olmuyor, olmuyor. Bir de şunu deneyin. Sôl, sôl, sôl, sôl, lâ.

- Sol, sol, sol, sol, la.

- Sol değil. Sôl… Sôl, sôl, sôl, sôl, lâ.

- Sol, sol, sol, sol, la.

- Gene olmadı. Siz bu işi kıvıramayacaksınız galiba. Hıı, ne dersiniz?

Orhan Akar’ın yüzü birden allak bullak oldu, başı öne eğildi. Öyle hüzünlenmişti ki, dokunsalar ağlayacaktı.

Salona geri dönen Ersin Yalçın,

- Eee, nerede kalmıştık? dedi. Ha, şu soruyu sormama fırsat kalmamıştı. Evli misin, bekâr mısın delikanlı?

Zayıf nahif adam gözlerini piyano öğretmeninin gözlerine dikerek,

- Bekârım, dedi ve sustu. Daha konuşsaydı, şimdiye kadar armudun sapı, üzümün çöpü var diye evlilikten kaçmadığını yalnızca yoksulluktan evlenmeye yanaşmadığını, gene aynı yoksulluktan tabanı delinmiş ayakkabılarının içine karton yerleştirmek zorunda kaldığını da söyleyecekti.

İşyeri sahibi piyano öğretmenine dönerek,

- Nasıl… Kulağı var mı Orhan Beyin? dedi.

Sarı saçlı genç adamın bekâr olduğunu duyduğundan beri içini ürperti kaplayan  Nermin Dağ’ın yüzü gelincik kırmızısına döndü.

- Evet efendim, var.

Ersin Yalçın,

- Bu iyi işte, diye Orhan Akar’ın koluna girdi. Evet delikanlı, işe kabul edildin,

şu andan itibaren ekibimizin bir parçası oldun. Göreve gittiğin yerlerde alkış tutup bağırarak söyleyeceklerini şimdi birlikte tekrarlayalım. Lâ, lâ, lâ, es… Lâ, lâ, lâ, es… Sôl, sôl, sôl, sôl, lâ… Tür, ki, ye, es… Se, nin, le, es… Gu, rur, du, yu, yor… Haydi hep beraber: Türkiye seninle gurur duyuyor!

Bundan böyle düzenli bir gelire sahip olacağını düşünen Orhan Akar’ın keyfi yerine gelmişti. Diğerleri, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırırken öylesine kendilerinden geçmişlerdi ki, aralarına yeni katılan sarı saçlı adamın delik ayakkabısından büronun döşemesine düşen ıslak kartonları fark edemediler bile.

 Dışarıda kar kesilmiş, hava açmıştı. Doğanın kararı bahardan yanaydı.        

  2

   4
 
      Tür  ki    ye               Se  nin  le             Gu  rur  Du  yu      yor


Hikmet KURTER

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa