Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Hikmet KURTER
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

KOKTEYLCİ

            Portakalın, mandalinanın, ayvanın, kestanenin mevsimi kıştır. Sanatın da mevsimi kıştır.

            Sinema, tiyatro, konser salonları kışın dolar boşalır. Resim, yontu, fotoğraf sergileri birbiri ardına kışın açılır.

            Bir ressam arkadaşım, Kudret Sarper, yeni sergisi için davetiye göndermişti. Üstüne bir de telefon ederek,

            “İki elin kanda da olsa açılış kokteyline mutlaka gel, bekliyorum” dedi.

            Davetlerde, kokteyllerde boy göstermekten pek hoşlanmam. Ama hatır için çiğ tavuk bile yenir.

            Şiddetli esen rüzgârın etekleri havaya kaldırdığı, şapkaları başlardan uçurduğu soğuk bir kış gününde sergiye gitmek için yollara düştüm.

            İstiklâl Caddesini dikine kesen sokaklardan birindeki resim galerisine girdiğimde kokteyl başlayalı neredeyse yarım saat olmuştu.

            Her şey ama her şey olağan bir açılış kokteyli görüntüsü veriyordu. Duvarlarda asılı tablolar, silip süpürülmüş meyve, meze, çerez tabakları, çoktan boşaltılmış içki kadehleri…

            Olağan olmayan tek şey, çağrılıların tablolar yerine, altmış yaşlarında, saçlarını ortadan ayırmış, badem bıyıklı, gür kaşlı, sarkık yanaklı bir adamla ilgilenmeleriydi.

            Üzerinde yakaları hafifçe eprimiş takır takır kolalı beyaz gömlek, dıştan şeridi görülen, eski usul bağlanmış siyah boyunbağı, kahverengi kruvaze takım elbise, pırıl pırıl boyalı bordo ayakkabılar bulunan, sol kolunda da tirfillenmiş gri renkli yün bir palto taşıyan bu yaşlı adam, 1940’lı yıllarda yayınlanan moda dergilerinden birinin kapak fotoğrafından canlanıvermiş bir figürdü sanki.

            Kalabalık arasında Kudret Sarper’le karşılaştık. Sarmaş dolaş olduk.

            Ressam arkadaşımı tebrik ettikten sonra kulağına eğilip,

            “Kim bu tuhaf kılıklı adam?” diye sordum.

            Kudret Sarper şaşkınlıkla,

            “Aaa, sen onu tanımıyor musun yoksa?” dedi. “Ona Kokteylci derler. Sanat çevresinin hiçbir kokteylini kaçırmaz. Gerçek adı sanı nedir diye sorsan, inan ki bilmem. Ama Allah için, çok renkli, bilgili, hoşsohbet bir kimsedir. Anlattıklarına kulak verirsen, ne dehşet biri olduğunu sen de anlarsın.”

            İşin ilginç yanı, adı sanı bilinmeyip de sıfatı Kokteylci olan bu adam dışında salondaki herkesi tanıyordum. Diğerleriyle ya doğrudan tanışıklığım vardı ya da basından, televizyondan göz aşinalığım.

            Ressamlar, sanat eleştirmenleri, film yönetmenleri, oyuncular, reklamcılar, gazeteciler, televizyoncular, yazarlardan oluşan çağrılı topluluğu Kokteylcinin ağzından çıkanları can kulağı ile dinliyorlardı. Hatta bazıları söylediklerini not bile alıyorlardı.

            Kokteylci anlatmıyor, âdeta daldan dala konuyurdu. Modigliani'den Picasso'ya, Picasso'dan Şeker Ahmet Paşaya, Osman Hamdi Beye, Fikret Mualla'ya geçiyordu.

            Doğrusu, dile getirdikleri öyle sıradan, yüzeysel, üstünkörü, kulaktan dolma bilgi kırıntıları değildi. Ağzından dökülenler derin, köklü bir bilgi birikimini yansıtıyordu.

            “Nedir o öyle sanat adına yapılmış saçma sapan filmler?” diye sözü sinemaya getirince ben de kalem kağıt çıkardım. “Aslında sinema denen sanatın özü senaryodur. Senaryosu sağlam olmayan bir film, çürük temelli bir yapıya benzer. Yönetmenin ustalığı, görüntülerin çarpıcılığı, güzelliği filmi kurtarmaya yetmez. Demek ki işin başı senaryoda, yani yazarda. Aranızda sinema yazarlarının bulunduğunu biliyorum. Baştan söyleyeyim. Hiç kimse sözlerimi üzerine almaya, kızmaya, kırılmaya, darılmaya kalkmasın. Ben sadece düşüncelerimi söylüyorum. Evet dostlarım, yazarlarımız fena halde tıkanmışlar, yazma kabızlığı çekiyorlar, yetenekleri dumura uğramış... Yaratma duygusu körelmiş yazarların yazdıkları senaryolarda ara ki insanı bulasın. Karakterlerin hiçbirisi yanık sesle şarkı, türkü söylemiyor, şarap içip sarhoş olmuyor, palavra sıkmıyor, sevmiyor, nefret etmiyor, kavga etmiyor, gülmüyor, ağlamıyor... Sadece insanlar mı ya? Kuşlar kanat çırpmıyor, kurbağalar vıraklamıyor, deniz çırpınmıyor... Kısacası hayat denen o karmaşadan en küçük bir iz taşımıyor o senaryolar. Dostlarım, ben senaryo yazacak olsam, evet ben bir senaryo yazacak olsam...”

            Kokteylcinin sözlerinin gerisini ne yazık ki dinleyemedim. Birkaç dakika önce galeriye gelen Film Yapımcısı Ferit Özdemir'in gözüne ilişmemek için kalemi kağıdı cebime yerleştirip usulca dışarı süzüldüm.

            Gökyüzünün dibinin delindiği, yağmurun sicim gibi yağdığı bir gün akşam sularında, iliklerime kadar ıslanmış bir halde vapurla Kadıköy'den Karaköy'e geçiyordum. Yolcuların pek rağbet etmediği en alt katta kaloriferin yanında yer bulmuş, ısınmaya çalışıyordum. Sıcağın etkisiyle gözlerim kapanmış, uyuklamaya başlamıştım.

            Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Merdivenlerden aşağı paldır küldür inen birinin gürültüsüyle yerimden sıçradım. Bir anda bütün uykum dağılmış, rahatım kaçmıştı.

            Yağmurluk ve şemsiyesinden şıpır şıpır sular damlayan bu patavatsız yolcuya kızgınlıkla mutsuzluk arası bir ruh haliyle bakıyordum.

            Yağmurluğunu çıkarıp şemsiye ile birlikte askıya astıktan sonra onu tanımakta güçlük çekmedim. Ortadan ayrılmış saçları, badem bıyığı, kalın kaşları, havı dökülmüş gri paltosu, pırıl pırıl bordo ayakkabılarıyla Kokteylciydi karşımda duran.

            Kokteylci boş koltuklardan birine oturur oturmaz paltosunun ceplerinden bir ayna ile bir tıraş bıçağı çıkardı. Aynayı yüzüne tutarak kuru kuruya tıraş olmaya başladı.

            Çene çukurundaki sakalı almaya çalışırken yüzü kesildi. Palto cebini karıştırarak bulduğu kan taşını yaranın üzerine bastırdı, kanı dindirdi.

            Sahneye çıkmaya hazırlanan bir tiyatro oyuncusu gibi ağız kaslarını çalıştırdı. Genzinden bir çok kere “hım” sesini çıkardı. Dişleri kırık bir tarakla saçını, bıyığını, kaşlarını taradı. Elinde beliriveren bir fısfısla boyun çevresine koku püskürttü.

            Artık gideceği yere kendini hazır hissetmiş olmalı ki, yerinde hiç kıpırdamadan, sakin telaşsız oturup vapur yolculuğunun bitmesini beklemeye koyuldu.

            Damdan düşer gibi olacak, ama ben size senarist olduğumu söylemiş miydim?

            Belki de Kokteylciyle ilk karşılaştığım kokteylde, Film Yapımcısı Ferit Özdemir' in salona girmesiyle dışarı sıvışmamdan bir şeyler sezinlemiş olabilirsiniz.

            Film yapımcısından bir senaryo yazmak için yüklüce bir avans almıştım. Senaryoyu henüz bitiremedim. Ne bitirmesi?.. Daha başlamadım ki, bitireyim. Kokteylcinin kabızlık dediği, yaratma duygusunun körelmesi dediği şey, benim de başımda. Ne zamandır daktilonun karşısına oturuyor, hiçbir şey yazamadan boş gözlerle kağıdı seyredip duruyordum. İşte bu yüzden Ferit Özdemir'in gözüne görünmek istemiyordum.

            Vapur iskeleye yanaşmıştı. Kokteylci askıdaki yağmurluğu, şemsiyeyi aldı. Dudaklarında bir ıslıkla merdivenlere doğru yöneldi.

            Ama yağma yok, bu defa elimden kurtulamaz. Vapur çıkışında o nereye, ben oraya. Gittiği kokteylde söyleyecekleri belki de paslanmış kalemimi işler hale getirir, hiç başlamadığım senaryoyu bir anda yazar bitiririm, kim bilir?


Hikmet KURTER

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa