Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -
Yazar: Hikmet KURTER
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

KİK KUK

             Anadolu yakasında, bağlı olduğu Beykoz ilçesine yirmi dört kilometre uzaklıkta, yeşillikler içindeki bu köye birkaç saat önce tam öğle vakti varmıştık.

            Halkının pansiyonculukla geçindiği bu güzelim köy, çok değil, topu topu yirmi beş yıl önce rengârenk çiçekli bahçelerini tahta parmaklıklı çitlerin çevrelediği iki katlı, içi çamur, dışı kireç sıvalı ahşap evlerden geçilmezdi. Sonra nasıl oldu bilmem, hırslı, fırsatçı, parası bol birtakım insanların saldırısına uğradı. Yüksek duvarlı, çok katlı, havuzlu villalarla dolduruldu. Şimdi arayın ki içi çamur, dışı kireç sıvalı ahşap bir ev bulasınız.

             Bir defa ele geçirdikleri toprakların üzerine başka insanların adım atmasına dahi katlanamayan villa sahipleri yapılarının duvarlarını, “Özel Mülktür Girilmez” , “Dikkat Köpek Var” levhalarıyla donatmışlardı.

            Köy içindeki yol boyunca sağlı sollu dizilmiş pansiyonları, yüksek duvarlı villaları ardımızda bırakarak her nasılsa ayak basmanın yasaklanmadığı, ağaçlar arasındaki bir çayırlığa arabamızı park ettik. Yaygılarımızı serip üzerlerine kurulduk.

            Oturur oturmaz güneşe verdim sırtımı uzun uzun, insanı iliklerine kadar ısıtan güneşe. Daha sonra sırtüstü, sere serpe toprağa uzandım. Elimin birini başımın altına destek yaptım diğerini de yüzüme siper. Kayıtsızca, hiç kıpırdamadan gökyüzüne, o sonsuz boşluğa bakmak isteğiyle dopdoluydu içim.

            Güneş yüzüme siper ettiğim elimin parmakları arasından sızıp gözlerimi kamaştırıyordu.

            Şehrin gürültüsünden, kalabalığından, dağdağasından, motorlu araçların egzoz dumanından kurtulmuştuk. Burada hüküm süren tek şey sessizlikti. Sessizliği bozan sadece ve sadece kuş cıvıltıları ile köpek havlamalarıydı.

            Müthiş bir tembellik duygusu bedenimi sarmıştı. Yattığım yerden değil doğrulmak, parmağımı oynatmaya bile gücüm yoktu. Bir ara öksürdüm.

            - Üşüteceksin, hasta olacaksın baba, dedi oğlum. Toprağa öyle vermeseydin gövdeni. Bari altına çift kat yaygı serseydin.

            - Boş ver be oğul, acı patlıcanı kırağı çalmaz, öksürmeme aldırma sen, diye karşı çıkmak istedim. Gelinin uzattığı kilimi altıma yaymaktan başka bir şey gelmedi elimden.

            Uzaklarda bir yerde üst üste iki el çifte atıldı. Yeniden sessizlik... Birden yakınımızdan, çok yakınımızdan,

            - Kik kuk... Kik kuk! diye bir kuş öttü.        

            Öyle güzel, öyle ezgili bir ötüştü ki, ister istemez gözlerim çevremdeki ağaçların dallarında o hoş sesin sahibini aradı. Ama, nerde?.. Bakar kör olalı bir hayli zaman oldu. Gerçi birkaç yıl önce katarakt ameliyatı da geçirdim ya, nafile, bir faydasını göremedim. Gözlerim iyi seçmiyor diye niye böyle sızlanıyorum ki? Yolun sonuna yaklaşan, bir ayağı çukurda olan ben değil miyim?

            - Kik kuk... Kik kuk!

            Bak sen şu maskaraya. Sanki dile gelip benimle konuşmak, söyleşmek ister. A benim cânım güzel kuş, cici kuş, sen nasıl, ne mene bir şeysin öyle? Tarlakuşu musun, lirkuşu musun, karıncakuşu musun yoksa ispinoz, iskete, saksağan, baştankara, çalıkuşu, üveyik misin?..  Görüyor musunuz, meydanı boş bulmuşum, kuşları ötüşlerinden tanır, bilirmiş gibi atıp tutuyorum.

            - Kik kuk... Kik kuk!

            Bir kik kuk daha ha?.. Dur bakayım yoksa sen,

            - Hoş geldiniz safa geldiniz ey ademoğulları kik kuk! diye mi sesleniyorsun bize. Harfi harfine olmasa da buna benzer bir şeyler mi söylüyorsun?.. Şimdi iş değişir işte. Bizi böyle sıcak, böyle içten karşılıyorsan sana,

            - Hoş bulduk, hoş bulduk ey güzel sesli kuş kik kuk! demek de bizim boynumuzun borcu.

            Demin ne demiştim?.. Evet, bir ayağım çukurda benim. Nereden mi çıkarıyorum bu lafları? Onulmaz bir hastalığa yakalanmışım da onun için. Geçenlerde ameliyat ettiler beni. Aslında yıllardır arada bir idrarımda kan görüyordum, “Aman, adam sende! Yaşlılık işte. İdrarında kan da çıkacak, başka şeylerde.” diye geçiştiriyordum. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Hastalık günbegün vücudumu kemirir, erim erim eritirmiş beni. Oğlum kaç kere,

            - Baba, gel seni doktora götüreyim, demişti de,

            - Yok, istemem. Benim dedem doksan küsur yaşında öldüğünde bir kere bile doktor yüzü görmemişti, diye ayak diremiştim.

            Ne zamanki ağrılar, sızılar, sancılar dayanılmaz hale geldi.

            - Beni doktora götür oğul, diye inledim.

            Ameliyatla ağrılarımdan kurtuldum. Şimdi ilaç kullanıyorum. Belli aralıklarla ışın da veriliyor vücuduma. Ama her şey boşuna. İhmal mihmal artık ne derseniz deyin, çok geç kalınmış, amansız hastalık bütün vücudumu sarmış. Az bir zaman sonra, güçten kuvvetten tamamen düşecek, bir daha sırtımı yataktan kaldıramayacağım.

            Benim oğlan, o cüsseli koca adam, yakında öleceğimi biliyor. Üzüntüsünden kıyıda köşede sessiz sessiz ağlıyor. Hay kalıbına!.. İnsan doğduğu an, ölüme hak kazanıyor be oğlum. Deden de öldü, dedenin dedesi de… Dünyaya kazık çakacak değiliz ya! Topraktan geldik, toprağa gideceğiz sonunda.

            Ameliyatımı yapan doktor, bana cıgarayı, içkiyi de yasaklamıştı. Cıgara tellendirmeden, içki içmeden yaşamaya, yaşamak denir mi hiç? Hani bir söz vardır: Ferman padişahınsa dağlar bizimdir diye. Oğlanla gelinin evde olmadığı zamanlarda, fabrika bacası gibi birbiri ardına yakar, tüttürürüm cıgaraları. Ciğerlerim bayram eder.

            Talihim her zaman yaver gitmez. Bizimkiler hiç beklenmedik bir anda eve dönerler, beni elemde cıgarayla öylecene yakalayıverirler.

            O an oğlumun kaşları çatılır,

            - Sağlığına zararlı olduğunu bile bile sigara içmekteki inadını bir türlü anlayamıyorum babacığım.  

            Ağzımı açıp bir karşılık veremem, ama içimden, “Bak sen şu kerataya. Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyor.” diye kızarım.

            Hayat akıp giden zamanla birlikte rollerin değiştiği, babaların çocuk, çocukların baba olduğu bir tiyatro oyunu sanki.

            Hey gidi günler hey! Daha dün gibi, hatta dünden de yakın. Benim oğlan, bir yılbaşı günü altı buçuk kiloluk bir tosuncuk olarak doğmuştu da, yılın bebeği seçilmişti. Onun mini minicik halleri hiç gözümün önünden gitmez. Zaten çocuklar ne kadar büyüseler, hangi yaşa gelseler, ana babalarının gözünde hep küçük, küçücük kalırlar.

            İnsan ömrü gerçekten göz açıp kapayıncaya kadar geçiveriyor. Uzun yıllar önce el falına baktırmıştım. Falcı avucunda tuttuğu elimi dikkatli dikkatli inceledikten sonra,

            - Senin hayat çizgin yetmiş biri gösteriyor arkadaş, demişti. Yetmiş bir yıl yaşayacaksın, daha fazla değil… Yetmiş beşimde olduğuma göre, demek ki dört yıldır fazladan yaşıyorum bu dünya üzerinde.

            Güneş birden ortalıktan kaybolmuş, hava kararmış, tüyleri ürperten serin bir rüzgâr çıkmıştı. Bütün bu olup bitenler birazdan çiseleyecek bir bahar yağmurunun habercisi olabilirdi. Çekeceğimiz kadar temiz havayı ciğerlerimize çekmiştik de. Burada daha fazla eğleşmenin, yağmura yakalanmanın bir anlamı yoktu. Toplanmaya başladık.

            - Kik kuk… Kik kuk!

            Bir zamandır sesi soluğu çıkmayan iki kanatlı dostumuz toparlandığımızı görünce sessizliğini bozmuştu. O ezgili ötüşüyle,

            - Hoşça kalın, hoşça kalın insanoğulları. Gene beklerim, arayı uzatmayın sakın, kik kuk! diyordu sanki bize.

            Beni boşuna bekleme cici kuş. Bir daha buraya gelemeyeceğim. Bir daha sesini duyamayacağım. Yalnız, gitmeden önce sana söylemek istediğim bir şey var: Hani şu hırslı, fırsatçı, parası bol insanlar var ya… İşte onların boş buldukları ufacık bir toprak parçası üzerine villa kondurmak hevesi böyle sürüp giderse belki sen değil, ama senin çocukların ya da çocuklarının çocukları konacak bir ağaç dalı bile bulamayacaklar buralarda. Şimdi veda zamanı. Haydi, sen de hoşça kal cânım kuş, cici kuş. Kik kuk!.. Kik kuk!.. Kik kuk!

 


Hikmet KURTER

 
Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa