Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Söyleşiler » Ahmet ERHAN ile yapılan söyleşiler



“Göreceksen şimdi gör ‘onu’
Çünkü tabular ışık geçirmez”

İlknur KARAKUS

İlk kitabı “Alacakaranlıktaki Ülke"yle 22 yaşında Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü kazanan Ahmet Erhan, edebiyat yaşamının 30. yılı nedeniyle, "Buz üstünde Yürür Gibi" adıyla bir seçme şiirler kitabı yayımladı. sairin edebiyat yaşamının 30. yılını ve 49. yaş gününü, şiiri üzerine bir yazıyla kutluyoruz...

Kalırsa bir soru kalır benden
Yanıtı var mıdır bilmem
Denizine, göğüne, toprağına
Uçanına, kaçanına bu dünyanın
Kalırsa bir soru kalır benden
                      Ahmet Erhan

Bir adamın 'Ah'ı boynuma asılı kaldı. Beyin sahillerimde unutulmaz mısralar. "Yaraya tütün, kalbe hüzün" bir adam; "Atlasların bütün kıyılarından" bizi seyrediyor; "dünyayı durmadan eleyen bakışlarıyla. Uzun zamandır Ahmet Erhan denilse de kendisine, o, kısalttı birazcık, 'Ah' diyor. Ah Erhan! Hayat, yaramaz oğlunu azarlıyor. Ah Erhan,'Seni gidi' demelerin özeti. Sekiz Şubat Bindokuzyüzellisekiz. Doğum nedeni: Bilinmiyor. Ülkesi: Akdeniz

Anne niye doğurdun anne beni? diyen de o, Türkiye Ayağa Kalk, diyen de. Aslına bakarsanız, kuracağım her cümleye atfedilecek bir ya da birkaç dizesi vardır mutlaka. Türkiye şeklinde bir pastayla kapısını çalıp, mum üfletemeyeceğimize göre, doğumunu ancak böyle kutlayabiliriz, diye düşündüm. Türkiye, ayağa kalk, bugün onun doğum günü.
Sorular sormak için geldim şu dünyaya


Yaşım acıların yaşıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da

Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla yürüdüğüme inanırdım- yanılırdım, demiş.
Yanılan bizdik. Ben Sen O 
Biz Siz Onlar.

On yıl önce doğmuş benden. On yedi-on sekizinde yazdığı şiirleri, ben o yaşlarımdayken okuyup anlayamamıştım bile... Çok ayıp biliyorum, ama itiraf etmek zorundayım; "Bugün de ölmedim anne" dizesini dahi nereye koyacağımı bilmiyordum. Bizlerden sadece on-on beş yıl önce doğmuş bir kuşağın yaşadıklarım, ancak koca koca insanlar olunca öğrendik.Anlamamız  hayli zaman aldı. Şimdi bugün başındaki tacı görebiliyorum, deniz köpüklerinden, ya da sabah yellerinden örüldüğü kesin.

Şiirin gittiği yeri kim bilebilir ... Bir dize ki, kağıda kalemle yazılışından yirmi beş yıl sonra, gazetedeki bir şehit haberinde, kurşunlarla toprağa yazılmış haliyle çıktı karşıma. "Bugün de Ölmedim Anne". Silahıyla objektife gülümsemiş genç bir askerin ayak ucunda ... Afallamış, neye uğradığımı şaşırmıştım. Yetmişli yılların sokaklarından doksanlı yılların dağlarına gitmiş şiir.
Bir de Güldünya Tören'in ölüm haberini okuduğum zaman böyle allak bullak olmuştum. Gülşiir'in bir yerinde diyor ya hani,

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen

Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adım ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülşarap
Gülaşk, Gülşiir, Gülahmet, Gülerhan, diye

"Gül"lerin içinde "Güldünya" var mı diye merak etmiştim önce. O anda biri sorsa, var olduğuna yemin edebilirdim. yazılışından yirmi iki yıl sonra "Güldünya"yı ekledim "Gülşiir"e. Şiirin gittiği yeri zamandan başka kim bilebilir... Hem nereye gidecek ki; hayattan gelir, hayata gider, diye sayıklayarak.

HER GÜN YENİ DİZELER ... 

Kendisinin de sık sık belirttiği gibi, yıllardır tek bir şiiri yazıyor Ahmet Erhan. Gücünü içtenlikten alan öyle bir şiir ki bu, çoğalarak yaşamaya devam ediyor. Hayat her gün yeni dizeler ekliyor ona.

Gece uzun
Kahve buruk
Yolunu şaşırmış bir ayışığı
doluyor pencereme Türkiye...
Bir tren geçiyor sanki
Kalbimin kıyısından
Uykusuz ve suskun
Ve kara i ışıkları ölgün
Gönlüm kırık

Metin Göktepeler' i öldürdüler' e 'Hırant Dinkler'i öldürdüler' i ekledi on dokuz ocak günü
Onun dolaştığı yollara yağmur yağmasın

Yıllar sonra bulayım ayak izlerini

Ankara'ya her gidişimde onun gezdiği yerlerde yakaladım kendimi kaç kez. Akdeniz'in, Ankara'nın, kova burcunun, Kybele'nin son oğlunun ayak izlerini aradım.

1976'dan bugünlere uzanan sanat yaşamı boyunca -birkaç çıkıntı girişimi saymazsak- "övülmedi mi", "çok övüldü", "sevilmedi mi", "sevildi", "hem de pek çok... " Yine de ona karşı derin bir suçluluk duygusu içindeyim. Özellikle 30. sanat yılı anışına yayımlanan "Buz Üstünde Yürür Gibi" adlı seçkisini elime aldığımdan beri.

30 YILLIK BIR SEÇKİ

Kitabın ilanını gördüğüm zaman pek çok kitapçı gezdim. Kimi gazetelerin orta sayfalarından "Topl0"a giren dükkanlarda bile yoktu. Sorduğum zaman, bir avuç fındık hemen, -yerseniz tabii- "kalmadı, yeni sipariş verdik, bekliyoruz ... " En sonunda yine internetten satın aldım.

Kitap değil de sanki ansiklopedi. Militan dergisinde ilk sunuluşundan 2006'ya kadar olan dönemden bir seçki. "Buz Üstünde Yürür Gibi" otuz yıl geçmiş. Bu kitaba daha iyi bir ad bulunamazdı. Sanırım tüm şiirlerini tek bir kitap olarak göremeyeceğiz. Yine de bu kitap, şıklık ve zarafetiyle, kıskandıracak kadar kışkırtıcı.

Soğuk gökleri hatırlatan mavinin altından buzul kıran bakışlarıyla kapaktan mıhlıyor Ahmet Erhan. Şimdi yıllardan kaç diyenlere "hadi kaçalım" der gibi hınzır, "niye kaçalım canım" der gibi vakur.

Bilmesem, Ankaralılığından şüphe edeceğim Ahmet Erhan. Ne zaman şehrine yolum düşse, üşenmeden bakıyorum sağa sola. Koca Ankara'nın, o "meşhur" kitapçılarında bari herhangi bir kitabın olsa...

Kendilerine benzemeyen aykırı çocuklarla "biz seni evlatlık aldık" diye ağlatıncaya kadar uğraşırlar ya hani küçükken, evlatlıkmışsın gibi yapıyor sanki sana Ankara. Neyi meşhur? Keçisi. Vallahi ben de hiç görmedim. Vefa diye bir semti de yok!

-sakarya'n, niyeyse hep sakarya'n
içerim belki bir gün, behçet'in koluma girdiği bir gün

Efendiler. Menemen' den bu yana Cumhuriyet tarihi kanla sınanıyor. Sivas'ta 37 kişi yakıldı. İşte yazıyla da yazıyorum, tam otuz yedi can. Unutturmaya çalışıyorlar. Son olarak Hrant Dink eklendi yurdumuzun üstünde dalgalanan bu kanlı listeye.

Vampirler, vandallar her ahval ve şeraitte semirecekleri mecralar bulabiliyorlar kendilerine. Mevki ve makam sahibi olabiliyorlar. Oysa, Sivas'ta katledilenleri anamıyoruz bile. Anılarına konan TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü, 2006'da Ahmet Erhan'a verildi ve görsel medyada bir haberlik dahi yer alamadı. Unutturmaya çalışıyorlar. Bir sonraki büyük acıya kadar uyutmaya çalışıyorlar hepimizi.

Ey Ankara, şairin seni, hoşça kal şehrim, şehrim hoşça kal
sevgilin, oğlun, şairin...
nankörün olayım, diyerek terk etti.

SESSİZLİK  ŞARKISI

Ey İstanbul, "Hani İstanbul git git bitmez bir şehirdi", deyip senden kaçtı. Silivri neresi mi? Edirne Kapısı'na , yakın bir yer. Mersin, Adana, Ankara, Ayvalık, İstanbul, Silivri... Ahmet Erhan sınıra doğru bir rotada gidiyor...

Ey bıkıp usanmadan sessizlik şarkısı söyleyen Koro, Koro her zaman haklıdır'a güvenme. "Ne balık, ne de kuş" olabildim şu dünyada / Gurbetim bile yok beceremedim, demiş. Yani, ne yeryüzüne sığabildim, ne de gökyüzünde yerim var, diyor. Ötesi zaten toprak altı!

Bu yazıya başlamadan önce internette yaptığım taramada 30. yıl nedeniyle yapılan bir söyleşiye rastladım. Söyleşinin başında 'Varlık dergisinin Ocak 2007 tarihli sayısı için yapılmıştır' diye bir açıklama var. Ben o dergide böyle bir söyleşiye rastlamadım. Ya siz?

Esmer dergisi çıktığından beri hemen her sayıda yeni şiirler yayımlamıştı. Farkında mısınız bilmiyorum, "Buz Üstünde Yürür Gibi" çıktığından beri hiçbir dergide tek satır yeni bir.şey yayınılamadı. Göz göre göre veda etti sanırım.

Tanık olduğumuz otuz yıl boyunca cevaplarını bildiği sorular sordu. "Şimdi yıllardan kaç?" demişti, korkarım rakamlar gerçekten kocaya vardı; şimdi yıllardan 'kaçma' yılı. Zamanlardan unutma zamanı.

Biliyor ve diyor ki; Kalırsa bir çığlık benden kardeşler
Koruyun, saklayın onu ne olur...

Onun için diyor ki;
Göreceksen şimdi gör beni
Çünkü tabutlar ışık geçirmez.
Biraz daha açık mı olayım?...
Olur tabii...
Neden olmasın?
-İncesu pazarına yolun düştü mü hiç?
Ne ilgisi var deme, sen o renklersin
O damar damar domates, patlıcan moru
Bağırtısı Kürt Halil'in birdenbire patlayan... 

Herhangi bir semt pazarına yolunuz düştü mü hiç? Ne ilgisi var demeyin. Gün bitip, hava kararmaya başlarken 'akşam pazarı'na çıkar adı. 'Sonelveda' bağırtılarıyla satılır üzümün, patlıcanın sonu. Ahmet Erhan kitabını Sonelveda'y,la bitiriyor:

Ölürken dönüp de bir bak bana
Senin için hayatın yüzü olacağım...
Yahu Türkiye, Sahiden ayağa kalk! Ahmet Erhan'ın 'Ah'ı var. Uyuma, ne olur...

ilknurkarakus@hotmail.com

Buz Üstünde Yürür Gibi, Seçme Şiirler / Ahmet Erhan / Everest Yayınları. Haziran 2006. (Naim Dilmener'in affına sığınarak) araya araya bulabileğiniz Ahmet Erhan kitapları
Alacakaranlıktaki Ülke, Yaşamın Ufuk Çizgisi; Akdeniz Lirikleri, Sevda Şiirleri, Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin, Zeytin Ağacı, Ölüm Nedeni: Bilinmiyor, Kuş Kanadı Kalem Olsa, Deniz Unutma Adını, Öteki Şiirler, Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi, Köpek Yılları, Resimli "Ahmet/er" Tarihi, Ankara-İstanbul Karatreni; Bugün de Ölmedim Anne (Toplu Şiirler 1), Ne Balık Ne de Kuş, Kaybolmuş Bir Köpek İlanı, Şehirde Bir Yılkı Atı...

Cumhuriyet / KİTAP / 886

 

***

 


Şair Ahmet Erhan: Kimseye yaranamadım 

Ahmet Erhan, toplumcu şiir geleneğinin etkili isimlerinden biri. 'Sağcılara da solculara da yaranamadım, ama seven sevdi...' diye anıyor geçmişi. Bugün ise 'Şu an ölmeye niyetim yok, babamın öldüğü yaşa az kalsa da' diyor

Şair Ahmet Erhan'la onun bir şiirini besteleyen Teoman konuştu

 


Anne ben geldim, ağdaki balık    
bardaktaki su kadar umarsızım
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne ben geldim, oğlun, hayırsızın....



İSTANBUL - Yıllar önce Express dergisinde; Haydar Ergülen kimi zaman şiiri odak alan, kimi zaman da bir temayı şiirle bezeyen çok güzel yazılar yazardı. Onlardan birinde rastlamıştım 'Oğul' şiirine Ahmet Erhan'ın. Şiire vuruldum ve sonrasında 1996 senesininkışını 'Oğul' ile geçirdim.

Türlü çilelerle telefonunu buldum ve heyecanla aradım Ahmet Erhan'ı, bestelediğim şiirini kaydederken izin istemek için. "Senindir şiirim" dedi ve bir şeycik istedi sadece: "Albümünde şarkı sözü değil şiir yaz 'Oğul' için, eğer adımı yazacaksan."

Geçen 10 yıl boyunca hiç yüz yüze gelmedik, birkaç kez telefonla konuştuk. Bu röportaj teklifi geldiğinde de benim adımı söylemiş, konuşmak istediği kişi olarak. Ne güzel bir şey benim için!
Şiirlerinden çıkardığım ya da onunla ilgili bilmeden hayal ettiğim şeylerden sorular yaptım, 'annesini, babasını, incir ağaçlarını, Galatasaray'ı ve arkadaş ölümlerini' sordum ona. Bir de 'yaprakların birer namlu olup içlerinden çıkan kurşunlarla birkaç saniye içinde ölmüş olan insanları' ya da 'düşen gövdenin elinden dışarı fırlamış kesekâğıtlarından yere saçılmış portakalları, okunmaktan çıktığı gün eskimiş kıvrık bir gazetenin üstüne damlayan kanları.'
Ahmet Erhan; ben daha fazla aranıza girmeden sizlerle...

12 Eylül şairi dediler bana. Oysa, o şiirlerin hepsi darbeden önce yazılmıştı, içeriden bir eleştiriydi. Solculara da, sağcılara da yaranamadım; ama sevenler sevdi. Açıkçası o kitaba bakınca ona uzakmışım gibi... Şu an bana çok acemice geliyor 16- 17 yaşında yazdığım ilk kitabım. Ama alçakgönüllülük de etmeyeyim, kuşağım o kitabın bir öncü olduğunu kabul eder, benim kuşağım vefalı kuşaktır.

Kuşağım, acılı kuşağım acılarla sevinçleri böyle yoğun yaşamak kimselere nasip olmadı.
Zaten, Haydar (Ergülen) veya sayamayacağım kadar şairle hiçbir zaman, hiçbir sorunum olmamıştır benim şiirsel anlamda. Ama şu anda 'Edebiyatçılar Derneği' Başkanı olan kişi, neredeyse küfür diyebileceğim şeyler yazdı kitabım hakkında. Halbuki evi gibi bir şeydir insanın yarattıkları, yazdıkları... Mahremiyetidir. Ayrıca, arabesk şair de derler bana, ben de övgü olarak alırım bunu. Müslüm'e de bayılırım, Orhan'a da...

...ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık 'drink' alsam
Yetmiş altı yılında, bir haziran ayazında alkolden öldü babam
bayrağı kaptığım gibi meyhaneye koştum
o gün bu gündür camlarımda bir buğu...

Herkes beni 'anneci' sanır. Ben aslında 'babacı'yımdır. Aydın bir insandı, Türkiye İşçi Partisi Aybar kanadından. Beni yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi. Öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum. Şimdiki yaşım (49) o yıllarda o kadar büyük gelirdi ki bana. Ama şu an ölmeye niyetim yok. Babamın yaşı 51'i geçmeye çalışıyorum... 'babamın öldüğüyaş'a az kaldı yani!

Yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban
kirlenmemek için kendini alkolde saklar...

...Gece lisesinde okudum, babamın ölümünden sonra gündüzleri aynı lisenin kantininde çalıştım. Gündüz çay ocağında çalışır, akşam derste uyurdum. Bir gün solcular kapıyı tekmeyle açıp bir arkadaşımızı çağırdılar dışarı. Öğretmen pencerenin yanına kaçtı... Sağcıymış çocuk, vuracaklar. Ben sınıf sorumlusuyum, önüne geçiyorum onun ve "Hayır" diyorum, "Benim sınıfımdan adam alamazsınız." Ama sonrasında ona da, "Arkadaş okulu bırak" diyorum, "Her zaman ben olmayacağım ki yanında."

...Yedi kere kurşunlandım ben, toplu ya da tek. İlginç tarafı; dördünü solcuların, üçünü sağcıların yapması. Halbuki hiçbir zaman eline silah değmemiş adamlardanım! Bir gece dere yatağından eve dönerken sağcılar çevirdi, üzerimde parka, içinde de bir sürü bildiri. Hepimizin 'Deniz Gezmiş' olduğu zamanlar! Benim sınıfta kurtardığım çocuk çıktı aralarından şansıma, "Kimse dokunmasın

ona" dedi. Yoksa nalları dikmiştim.
Üçüncü ayakta 'rüzgârın kızı' yine gelmeyecekti
ganyanım tökezlemiş ve hayatım buruşuk bir resim olarak hatırlanacaktı.

...At yarışı, biraz da beni yaşatan şeylerden biridir. Ben beş yaşındayken iki tane yarış atımız vardı. Babam demir-çelik işiyle uğraşırdı. Sonra ne olduysa battı, Adana'ya gittiğimiz sıralarda. Yoksullaştık, babamın içki olayı da o zaman başladı. Atları göreyim, onlarla ilgileneyim diye giderim hipodroma. At yarışı da oynarım cüzi miktarlarda, genellikle de kaybederim.

Benim hiç silahım olmadı Mayakovski gibi
tutup bir gece yarısı alnıma dayayacağım
ne de James Dean gibi bir otomobilim var
önüme çıkan ilk kamyona vuracağım.

Hiç intiharı düşünmedim ben. Ama diyeceksin ki, insan yaşayarak da intihar eder. O konuda biraz hızlı koştum. Bundan sonra da frene bassam ne olacak ki? Şu andaki durum; uçurumdan atlamışsın, havadasın, düşmemişsin ama! Hayat tökezlemelerle geçti de, hâlâ düşmedim, değmedim yere.

Kalbim sen hâlâ burada mısın?
şol bedende, gurbette mi, sılada mısın?
alkol, taşikardi, panik atak
maceran bir gün tıp dergilerini çalkalayacak.
kalbim, sen hâlâ burada mısın?

Panik atakla ilgili doktorum terapi tavsiye etti. Ben dedim ki, her gün terapi yapıyorum şiir yazarak, yine de hastalığı atlatabilmiş değilim.

İpsiz ruhum, sarsak, serseri
otobanlarda sırtında heybesiyle
cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle
durdun bir yerde, çağını bekliyorsun.

Son dizesi önemlidir bu şiirin. Sanki o dize için yazılmış gibi... Biraz Amerikanvari bulundu. Öyle  düşünenler ya sonradan haksız çıkmış olmalılar ya da gerçekten her yer 'Amerika' oldu. Eskiden yol kenarlarında şarap içerdi insanlar, artık otobanlar var; eskiden koltuk meyhaneleri vardı, şimdi barlar. Çağını bekliyorsun gelsin diye. Gelince de bir sürü belayla karşılaşıyorsun. Acısını çekiyorum, haklı çıkmanın acısını... 'alacakaranlık...'ta anlattıklarımın doğru çıkışını yaşadım, Sivas'ı yaşadım.

Adana Demirspor'da Fatih Terim'le aynı takımda
epeyce sıyrık meşin bir yuvarlağın peşinde
Fatih Galatasaray'a doğru deplase oldu, sense şiire
kesilmiş bir süt kadar buruk
yıllar kaldı arkada ve önde

Futbol ilk gençliğimin en büyük tutkusuydu. Allahaşkına söyler misiniz, ne var yurtdışında şu son yıllarda Türkiye'yi gerçekten sevindiren Galatasaray dışında? Bunu Galatasaraylı olduğum için söylemiyorum. Fener şampiyon bu sene ve kutluyorum, ama bence futbolu, göze hoş gelen oyunu Galatasaray oynadı. Yabancı takımlardan İnter'i severim. Adı güzel bir kere! Real Madrid'den nefret ederim, Franco kurmuştur bu takımı.

...Adanademirspor'da oynardım futbol. Adıyaman'ın sağ beki kaval kemiğime bir girişti, kırıldı kemiğim. Benim de küsme huylarım vardır, sonuçta futbola küstüm ben. Hatta şu anda sanki şiirle de ona benzer bir mecra üzerinde gibiyim, hatta her kitapta şiiri bırakıyorum. Çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar şair, o kadar çok soytarı var ki... O kadar çok dergi, O kadar çok dedikodu.... O kadar çok!

...Beni besleyen aslında romanlardır. Rus edebiyatı, özellikle de Dostoyevski....Ve Fransız edebiyatı. Ortaokulda kitaplık kolunda, tüm kitaplardan sorumluyum. Bir gün babam, "Oğlum benim gözlerim görmüyor, bana geceleri kitap okur musun?" dedi. Ciltlerce kitap okudum ona, Dostoyevskiler, klasikler... Aslında derdi bana kitap okutmakmış. Onu küçücük puntolu bir gazete okurken yakaladım sonra. Bu ülkenin genç insanları halklarına ölerek yaklaşmak istemiyorlar!
Şu anda ülkenin durumunu çok daha karanlık görüyorum. Laiklik, milliyetçilik, bölücülük gibi kalıplar üzerine düşünmeden hem de. Ama aslında kafam karışık bu konularda. Ben azınlık psikolojisine sahibim, bir 'Türk' olarak hem de. Babam bir gün bana, "Bildiğin her şeyi unut, ama 'cumhuriyet çocuğu' olduğunu unutma" demişti. Vasiyeti kabul ederim bunu. Ama laik kesimin de bir fanus içinde olduğunu, çıkması gerektiğini düşünüyorum. "Bir şairin hayatı tanımaması" gibi bir şey onların yaptığı. Ayrıca biraz elimizi vicdanımıza koyalım; iktidar partisinin her yaptığı da kötü değil ki. Ama onlar da her iktidarın yaptığını yapıp kadrolaştı.

Türkiye'de hiçbir kesim bir bütün değil. Belki bir tek MHP var ve onlar konuşmuyor, ama geliyorlar da! Milliyetçilik yükseliyor burada, oysa tam tersinin olması gerekirdi; yurtseverlik yükselmeliydi... İşçi sınıfı diye bir şey artık yok Türkiye'de. Eskiden sendikalizm açısından var gibiydi, DİSK gerçekten DİSK'ti, devrimciydi. 80 öncesinde düşmanınızı biliyordunuz. Bu çok önemlidir savaşta. Şu anda düşmanımı da bilmiyorum, dostumu da... Bir vatandaş olarak, "Bir tehlike gelecek, ama nereden?" diye düşünüyorum. Tehlike var! Kapkaç olayları, maçlardaki rezaletler... Oyun

oynamayı bile bilmiyoruz. Oyun olmayınca da, hiçbir şey olmaz bence hayatta...
20. yüzyılın sonbaharında TC'ye bir şeyler oluyor
bildiğim bütün hastalık terimlerini sıralıyorum:
Menopoz, anksiyete, andropoz ve ABD

'Sivas' olduğunda, bütün mahallemin çocuklarını kaybettim. Ve bütün İsmet Özel kitaplarını attım çöpe. Orada ölenler 37 kişiyse 30'unu tanıyordum. Sadece şairleri- romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da... Onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık. Milliyetçilik yükseliyor ama ben de sinir oluyorum Amerika ile Avrupa'ya. Karikatür krizi çıktığında da insanların inançlarıyla fazla oynandığını düşündüm. İnsani yönden de, politik yönden de katılmıyorum olanlara. Her şeyin bir sınırı var, oyunu oynayalım ama güzel oynayalım... Temiz olsun. Daha ilk başta birbirimizin 'kaval kemiği'ne girişmeyelim. O kadar uzlaşma noktamız varken hem de.

Sol birleşecekmiş! Birleşse ne olur! Ama mecburen oy vereceğim oraya doğru. Valla saplantılarım beni yönetiyor bu konuda. Deminden beri 'hakkaniyet'ten bahsediyoruz ama, oy verişim hak etmeyene doğru olacak. Ne yazık, bazen kalbime altı tane ok batıyor.

"bu şiir burda biter."

 

RADİKAL / KÜLTÜR

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa