Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Söyleşiler » M. Akif TUTUMLU ile yapılan söyleşiler



‘Kaygının asil olanı: Şiir’

 

 

 

 

Mehmet Akif Tutumlu ile ‘Ertelenmiş Deniz’ Üzerine
Selami KARABULUT

 


Tüketici Mahkemesi yargıcı ve hukuk alanında kitapları yayımlanmış olan Mehmet Akif Tutumlu ile ilk şiir kitabı 'Ertelenmiş Deniz' üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 


İlk şiir kitabınız olan "Ertelenmiş Deniz" üzerine konuşmak istiyordum. Ancak özgeçmişinizi okuduğumda, yazının başka dallarında da ürünler vermiş, çok yönlü bir yazar kimliğinizin olduğunu gördüm. Çeşitli dergilerde öyküleriniz yayımlanmış, gazetelerde köşe yazarlığı yapıp makaleler yazmışsınız. Edebiyatın biraz dışında diyebileceğimiz hukuk alanında da yayımlanmış yedi kitabınız var. Kendinizi nasıl tarif ediyorsunuz?

 


Tanımlamak, biliyorsunuz, dilin en otoriter eylemi: Bir nesneyi ya da varlığı tanımladığınızda onu sınırlamış, dondurmuş oluyorsunuz. Bu anlamda kendimi hep yolda, Heidegger'ci ifadeyle olagelmekte bir kültür öznesi, bir kişi olarak görüyorum. Yazarlığa gelince: Dediğiniz gibi birçok alanda yazıyor, yazmaya çalışıyorum. Ama kendime yazı coğrafyasında mutlaka belli bir yer seçmem gerekirse, anayurdum edebiyattır (hemen yanı başına felsefeyi de koyabiliriz) .

Mesleğinizin yargıçlık olduğunu biliyorum. Mesleğinizin ve bu alanda yaptığınız çalışmaların şiirinize nasıl bir katkısı var?

 


Doğrudan bir katkısı tabii ki yok. Dolaylı etkisine gelince: Şiire ağan diğer hayat fenomenlerinden daha fazla katkısı olduğunu sanmıyorum mesleğimin. Yargıçlıkta karşılaşılan olayların şiirden çok öyküye hammadde sağlaması, daha sık görülen bir olgu.

 

FELSEFE VE ŞİİR

Sizinle yaptığım çeşitli sohbetlerde, iyi bir okur olduğunuzu ve felsefeyi çok sevdiğinizi fark ettim. Şiirlerinizi kurarken de mitolojiden ve felsefeden yararlanıyorsunuz. Felsefeyle şiir arasında nasıl bir ilişki var?

Benim açımdan zorlu ve zorunlu bir ilişki. Kuşkusuz felsefe ve şiir insan zihninin ve dilinin iki ayrı etkinliği, söylem ve yaratım biçimi olmakla birlikte, varlığa mesafeleri bakımından bir yakınlığı paylaşırlar: İkisi de varlığın derin sularında yaşarlar.

Aristo Poetika'sında şiirin tarihi olmaktan çok felsefi olduğunu söyler, zira tarihçi ayrıntılarla, kişisel olanlarla uğraşırken şair evrensel olanı dizelerinde yansıtır. Yine Shelley, şairleri en yüksek güçte filozoflar olarak selamlarken, Coleridge daha net bir ifade kullanır: Bir kimse aynı zamanda derin bir filozof olmadan büyük bir şair de olamayacaktır. Nihayet Wittgenstein da, felsefenin aslında şiir olarak kurulması gerekir derken, bu iki var olma tarzı arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır. Bu ilişkiye rağmen şairin unutmaması gereken, şiirsel sözle bir felsefi düşünüşü ortaya koymak değil, varlığı imgesel bir dille yeniden yaratarak ona bir ruh, bir anlam vermektir. Bu ise kavramsal çalışmanın değil, estetik bir çabanın sonucudur. Şairinin felsefeyle beslenmesi, bir tercih sorunu olmakla birlikte, bu olguyu doğrudan katkı düzeyine yükseltmek şiiri yok eder gibime geliyor. Bu durumda - Nietzsche'nin şiirleri gibi- ortaya şiir değil, şiir formunda söylenmiş bir felsefi söylem çıkar. Dolayısıyla sorun, felsefenin poetik ölçütlere zarar vermeden şiire yedirilip yedirilmemesi sorunudur.

Peki mitolojiyle şiir arasındaki ilişki?.

 


Biliyorsunuz mitos, ilkçağ insanının doğayı açıklama tarzı, söylemi olarak ortaya çıkıyor. (Zaten bu kavramın Yunanca kökü olan "mye"in gizli bilgileri anlatmak şeklindeki anlamı da bunu gösteriyor). Mitolojinin söylemsel formu ise şiir, daha teknik ifadesiyle, koşuk. Homeros'tan trajedi şairi Aiskhylos'a kadar mitolojinin şiirle iç içe olduğunu görüyoruz. Çağdaş dünyada da özellikle ilkçağ Yunan ve Latin mitolojisinin kültürel etkisinin sürdüğünü ve bunun sanata -tabii şiire- bir şekilde yansıdığını görüyoruz. Bence dilin figüratif kullanımında mitolojik kültürün yaptığı söylemsel ve anlamsal katkı göz ardı edilmemelidir.

Kitabınız üç bölümden oluşuyor. "Ertelenmiş Deniz" başlığı altında topladığınız birinci bölüm, uzun soluklu şiirlerden, "Küskün Taş Gazeli" adını verdiğiniz ikinci bölüm ikiliklerden, son bölüm olan "Ardasa Haiku" larıysa, adından da anlayabileceğimiz gibi Haikulardan oluşuyor. Bölümler, biçim olarak birbirinden çok farklı ama, içerik olarak bir doğa bütünlüğü içinde tasarlanmış. Bu dengeyi nasıl tutturdunuz?           

 


Varlıkla olan ilişkim, mesafe anlayışım ve onu sözcüklerle yeryüzüne tekrar döndürmeye yönelik çabam, biçimi ve bölümlemeyi etkilemiştir kanısındayım.

“Yazacağım nice şiirler/ orada," diye başladığınız "Ertelenmiş Deniz" şiirin izde "Zamanın sustuğu bir yerdir deniz" diyorsunuz. Yine aynı şiirinizde:

"Neyse ki hüzün vermiyor
insan gidil
meyen
hiçbir
deniz"

 

diyerek şiiri bitiriyorsunuz. Kitaba adını da veren bu güzel şiirde "Ertelenmiş Deniz" imgesiyle "kaygının asil olanı" olarak tarif ettiğiniz şiiri, ne kadar ciddiye aldığınızın ayırımına vardım. Şiirlerinizin kitaplaşma sürecini uzun tutmanızın nedeni de bu titizlik midir?

 

 

 

Buna isterseniz korku da diyebilirsiniz -tabii ontolojik kaygı anlamında- bu duygu
patolojik bir yetkinlik tasasından çok şiire atfettiğim değerle ilintili. Birçok –değişik alanda yazı yazan biri olarak diyebilirim ki yazmak eyleminin en zor biçimi, şiir. Yazdıktan sonra da epey dinlendiriyorum şiiri, öyle hemen dergilere yetiştirmek gibi bir kaygım yok. Kitaplaşma sürecine de öyle baktım, ta Cahit Külebi Ödülü jürisinden değerli bir şairimizin övgü dolu, yüreklendirici sözlerine kadar. Hatta biraz da sitemli: Neden saklanıyorsunuz, diye. Söz konusu övgü ve yüreklendirmeyle kitaplaşma düşüncesi ivme kazandı.

ŞAİR VE YAŞAMI…

Kitabınızı okurken, yaşam serüveniniz bir film şeridi gibi geçti gözümden. Tayin olduğunuz kentler, orada edindiğiniz dostluklar, düş kırıklıklarınız, çocuklarınızla olan ilişkileriniz ve buna benzer birçok şey. Bir otobiyografi gibi okudum yaşanmışlıklarınızı. Özellikle annenize ithaf ettiğiniz "vedasız" şiirinizdeki "ah köreltici ışığa yakalanmış / bir gece hayvanının saklandığı /çalılık bile değil yerim" dizesindeki içtenlik beni çok sarstı. "Şairin yaşamı şiirine dahildir" diyebilir miyiz?

 


Yaşantısız şiirin, dahası edebiyat yapıtının soyut güzellemeleri, sözcük oyunlarını aşacağını sanmıyorum. Şiirin, edebiyatın öncelikle bir dil sorunu olduğu gerçeğini yabana atmıyorum bunu söylerken. Yazın, elbette yenilik taşıyan bir dilsel yaratıdır her şeyden ance: Bir yaşantının birebir yansıması, şairin iç dökmesi değildir. Ancak şiirin işlevi epistemik anlamda bilgi sunmak olmadığına göre onun bir yaşantıyı estetize ettiği, bir dil varlığına dönüştürdüğÜ söylenmelidir.

Yargıçlık görevinizi Tüketici Mahkemesi'nde yürütüyorsunuz. Toplumun yoğun bir şekilde tüketime yönlendirildiği günümüzde şiirin, rağbet görmediği kitap satışlarından belli. Her şeyin metalaştığı bu çağda sevindirici bir durum gibi geliyor bu bana. Ne dersiniz?
 

 


Şiir kitle tüketimine yönelik bir nesne değil elbette: Özellikle modem şiir, verili olanla yetinmeyen, toplumsal kalıpların içine sıkışmamış, varoluşsal değerlere sahip öznelbireyin harcı: Okuyup anlamak; sabır, emek ve yürek ister.

Ertelenmiş Deniz
/ Mehmet Akıf Tutumlu / Kül Sanatı 94 s.

CUMHURİYET  / KİTAP / Sayı 904


 

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa