Kasım 2009 Ayın Şiiri
Bulut Dağa Konunca
Kuğuların göl vaktinde
süzüldü inceden bir beyazlık
piyanonun tuşlarından.
Sabahın tutuşan ışıklarında
ılık dumansı bir sallantı
ve bir ateş dökme mevsimi.
Rengârenk taylar düşüyordu
üstüme, tavandaki resimden.
Buluta konamayan rüzgar
vazgeçti esmekten
beyaz tuşlar buldu
şehrin tavan arasında, aldı solu
bıraktı kalbimin üstüne
diyeze çalıp karardı beyaz sol,
tavandan düşemeyen
ıslak gözlü yaralı tay gibi.
Bulut dağa konunca akşam sonu
yandı müziğin ışığı
gölün derinliklerinde,
gördüm kuğuda, renklerin hepsini.
Düştü sonunda kara tay odama
esmeye başladı rüzgar
içimdeki sonbahar kırılganlığında.
Nabzı durmuştu sanki zamanın,
baharın deliren kokusuyla
yıkıldı hüznün taş duvarı.
İçime girince gökyüzü
kelebeklendi solgun pencerem.
Dilek DEĞERLİ
1961’de Konya’da doğdum. Orta ve lise eğitimimi Konya Anadolu Lisesi’nde tamamladım. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdim. Şiir ve resim hayatımın vazgeçilmezleridir.
2006 yılında Salyangoz İzi adlı şiir kitabım ve Anne Sexton’ın şiirlerinden çevirdiğim Kilitli Kapılar Artshop Yayınlarınca yayınlandı.
2007 yılında Emily Dickinson’ın şiirlerinden çevirdiğim Gizli Cennet ve Emily Dickinson’ın mektuplarından çevirdiğim Tutku Denizi Artshop Yayınlarınca, Baudelaire’in hayatı ve sanatıyla ilgili Bulutlar Prensi Baudelaire adlı inceleme kitabım, Amy Lowell’ın şiirlerinden çevirdiğim Yıldızların Aşkı, Anne Sexton’ın Kilitli Kapılar’ı (2. basım) ve Gece Kelebeği adlı ikinci şiir kitabım Çekirdek Sanat Yayınlarınca yayınlandı. 2009 yılında H.D.den çevirdiğim Aşk Yamacındaki Ateş Artshop yayınlarınca yayınlandı.
***
büyüyor yokluğuna izim
susacağım bir kadın yok artık, intizar mevsimidir eylül;
bir ah kalır uğruna adadığım cehennemden yadigâr
al efkârını da götür, soydun ya kendini düşlerimden;
yıllar sonrası cinnetim ağıyor ömre; ölümün tazedir yüzümde
bir intizar mevsimidir eylül; ah alır çocuk gözlerin gizle
bakıyor lâl pencerenden hayat; kör bir serçe konuyor renklerine
balkonunda solan menekşeler kadar azalıyorum,güneşi yok güzün;
kuruyor dallarında mevsimlerim, benden içre ölürken yüzün
bağışlanacak acının damarlarında çatlayan buse senin değildi;
bir kadına sustum ömrümü…
ilençli yüzüme düştü baharsız mevsimler hazanı
ne kadar sussa da sesim içime; gece yine çığırtkan
yüzümde yırtıcılığıyla işliyor dişeğisi yalnızlığa yontu ustasının
eksik sevmelerde büyüdüm sen de kalan adımı
sesinde parçalanan hayat bulaştı zihnine kayıtsız ölümlerin
eylül lekesi kaldı dudağımda buruk tebessümlere emanet
gözleri çığlık yutan sonbaharlarda sarı hüzünlere fısıldarım son sözümü
tutkun kalır;her yaprakla acıyan yüreğim düşerken boşluğa…
dilsiz zamanlara sığar gözümden düşen tomurcuk
ah’ıma papatyalar düşürür içimin efkârı
dallarını kurutan ağacın feryadı güze değildir anla!
kökleri öldüren yağmuradır, zamansız yağan
uzak sesler rüzgârında başımda dönüyor hatıran;
al beni sende yokluğum bitsin; sümbülün tutsaklığı bülbüledir bilesin
hangi figâna sustum bahar ortası, geceyle sevişirken korkuların dibinde;
hayaller filizlenir arda kalan sus ağrıları değerken teyelli yalnızlıklara
gölde susuş kadar nilüferim, kanayan sazlıkların uğultusu çağırır nakaratına:
bu narin ölümü yıkayın, gül yaprakları yüzen çiçek sularıyla!
acısam da içime düşen çocuk ürpertilerinin yalnızlığında,
atılan taş ıskalamadı kelebeğin ömrünü nazenin
aşkını sar sudaki bulutlara yarası ağrımasın
gözünde kırılan anlam yeşertsin ellerini hayatın; akan suları sebil
göğün yarasına bas yaranı, rüzgârların hüznüyle yırtılsın sesinde akşamlar
uzak yağmurları yağarsa yüzüne ayrılığın, sonbaharların azizliğine say;
ayrılık yaprağını iliştir dudağına, gülerken kanasın sevincin…aldırma,
bayramlıklarını giy, çık sokağa;gülüşlerini vur sende saklı hüzzam duvarlara
değil mi ki acıyı oyun diye oynamak en güzelidir aldatmacaların
başkaca yüzüm yok… biliyorsun
alıp gidiyorsun bende yansıyan suretini; git/…me!...
dayayıp yüzümü ruh-teninin en kutsal yerine;
çırılçıplak sarılıp susmak istiyorum bir ömür
dudaklarımda tomurcuklanırken eflatun güzelliklerin;
aç ruhunun derinliklerinde sağalt beni, sende ölmek istiyor cismi nazenin
git/…me!...
öfkesinde acıyan kadın söyledi gerçeği:
//
uzak öfkesinde yalnızlıkların terk edilen çocuğuydum mısrası eğik
ölümlere çağıran ağızlarda sevgisi sınanan öyküler yazılırken ömrüme
sevgiden bahsetmesin dudaklarında ölüm taşıyanlar!
sevgide yok oldum çünkü; bölünürken ağrım içlerime
kim öldürüyordu iyi kadınları kuzum kim?//
ayrılığın renginden sızan siyah suları erguvani dilde içen senin dudakların değildi
biliyorum; giderken, yokluğun bütün dillerinde gözlerime asacaksın adını,
sessizce eskiyecek düşlerim;alfabesi eksik çocukluğumdan arda kalan
biliyorum ;bir yanılsamadır yıllarıma sızan, aklaşan ufkuma düşerken zaman;
gideceksin alıp bende bıraktıklarını, renklerimi öldürürken silinen izlerimde çoğalan
içime düşen sızıya râm olmuş ömrüm,geciken sözlerin renklerimi soluk
ey acılarda sınanan tutkum, kanatıyor zamanın dişlisi kırılgan dilini âşina
belki de yeşermiştir hiç’e ektiğim mor alevli sular, yıkarım gözlerimde ki ellerini
git/…me!...
dilimde acı bir söylencedir şimdi tortusu serzenişlerden arda kalan sesim
içime akıtırım yok yalnızlığında ela kahırlardadır gözlerim
susacağım bir kadın yok artık, büyüyor yokluğuna izim
eylül 2009 kırşehir
edip soylu
***
Vuracağım Yüzüne Oğul Mührümü*
Şefkatin yetmez sıska alnımı sulamaya
Bütün ölümlerin çıpasını kanırtıp yüzüne
Deniz gibi gerilse de zulmü gecenin
Karış karış üşüse de kırlangıç dirilişim
Unutmadım seni, geleceğim dibine
Kasığımda sarsılan bir akşamüstü kışında
Vuracağım yüzüne oğul mührümü
Aşkları emen bir sancı kılığında
Ezan vakitlerini çağıran süpürge sesleri
Gibi uçtu flamingo kanatlarım o yaza!
Oynatma yukarıdan aşağıya avcı organını
Taş tüten kollarını büzüp eteğinin altında
Aralıklarını kısa tut aramla aranda
Sürülerin uyuz hallerini kovalar gibi
Çırpınıp çırpınıp gireceğim kısılan ağzına
Miniciktim saklandım, direndim anneme
Dilimin ucunda başlayan bir öfke yangınında
Deniz gibi gerilse de dibi gecenin
Çoğalıp kurban ettiklerinle büyüdüğüm yılda
Vuracağım yüzüne oğul mührümü
* Bu şiir anne ile oğul arasında yapılan
bir antlaşma metnidir.
Türker ÖZŞEKERLİ
Temmuz’2009
***
EZELİ GÜNEŞ MASALI
ses duvarlardan döner kurşun hedefte
birkaç arşın beyaz bezin saltanatı yakın
sal yazar hikayesini kendi halinde bir ömrün
su sendeletir salı şarap oturtur
eteklerindeki taşı dökme günü gün
pişmiş toprağın düşleri dulda günlerinde
bağrında bağ şenliğiyle o günlerdi gün
hali hazır yabancı yaban dünlerine
ruhunun bedeli müzayedede: evcil
kalemi yazar ruhu çalınmış kendini
kim gerçeği saklar şapkasına artık o dost
gerçek: acının kan kardeşi doğma büyüme
aklanır aksasa da kapkara günler için tövbe
dillere pelesenk tövbe, minberlerin duaları
aminler aldanılmış günlere ey sihirbaz uyut beni
üzümün gerçek hali sözüme aykırı nöbetçi
deliliklerim sahici değil hiç olmadı ayıkken
kır küpleri kopar mühürleri tüm –mazlıklardan
rüyalar senin anla, yanıl yorumlarında deryaya ulaş
külün tahlili olmaz bilirsin çör çöp bile olsan
açıktı kapın giren çıktı çıkan girmedi bulandın
duru gölün bulandı ahraz oldun kör oldun
tat oldun söyleyemedin dalgalar dipten gelir’i
çiçeklerin boynunu büker ruhunun en ince yerinde
asi sesin dönüp gelir değirmenlerden,aynalar kırılır
bekle gör dediler saçların açıldı kel oldun
sırma saçlara ayarlı aynaların sırıtkan hali
alaylı hali Mısıra sultan etti sabrının sabrını
sır oldu bütün iyilik perileri birden arsızca
şeytan gurur duydu şeytanlığından ey köhnemiş
uslu çocuk oldun taklitleri sevindi mimarların
yıkıntılar mezbelesinde bel verdi imkansızlığın eli
güleç yüzlü uysallığın ardında gölgesi hoyratlığın
inkar etti kendini kan aktı beyaz, ay karanlığa gireli
sen zindanların içine sızan ezeli güneş masalı
zan altındasın ziya çok dese de tüm masal nineleri
fatma selva sezen, temmuz,2009
***
eflatun şiirler-2
bakıp bakıp kapılardan dönmek
hazzını yaşıyorum umuda küsmenin
böylesi daha güzel
ağrı dağı gibisin
dolunaydan biliyorum beyazdı yüzün
gel dedin
bin mil yürüdüm
yazmana bulut işledin
görünmedin
pencerene eflatun kokular dizdim
uzanıp açma
karlar eriyene dek sürsün uykun
köpürsün suları yaylaların
ayağım gitmiyor sensiz
kimsesizim
kül kıvamında öyküler biriktirdim
ateşi yaktığında ısınacak ellerin
ve sen
merhametin resmini çekeceksin bir sabah
adımı heceleyeceksin
şekerini karıştırmadan çayın
dudaklarında demleneceğim
artık ihtimal hesapları yapmıyorum
direk sayılar yazıyorum
örneğin
yedi’den vefa ummadım
iki de güldürmedi yüzümü
yetmiş iki uğurlu sayım yine de
koyunları saydım sürü sürü
eflatun çayırları otlayan koyunları
her seferinde yanıldım
bu yüzden sıfır ekledim önüne
esnedi uğurlu sayım
her kalede bir türbe inşa ediyorum adına
sonra haritaya gömüyorum eski yazıyla
.düşüyorum yollara
bırak sürsün yolculuğum
hala eğri odunlar taşıyorum avluna
eğrilirim belki
çok geçmez
yüzü dualı bir dilenciye benzerim
her kapı açılır dilenciye
unut deme sakın
hafızam sular altında unutamam
ıslağım hecelerken seni
kirli davetler as güneşin aydınlığına
katlayıp sandığa kaldırmadan
kaybolana dek morum
kurut beni eflatunum
kop dağında akşamı müjdeledi bir ses
harşit çayını dolandım tüneller geçtim
.hala susuz hala açtım
her kapı açıktı boylu boyunca
bir gelin ekmek çıkarıyor fırından
küçük kız yer sofrasında
kaşık sesinde dağılıyor ezgisi
ekmeğin kokusuyla avundum
biliyorum yol uzun
ve denize dek dinmeyecek açlığım
ne ben abelard
ne sen helois
ahşap çerçevede solgun bir resim
resimde iki yolcu
yolculardan uzak
ve her yan sis
dalından koparmadım elmaları
dağ çiçekleri hala eflatun
yine de su doldur vazona
ve perden güneşe aralık
ah ömrümün ikindisi
malatya işlemeli gerdanlık
seni astığımdan beri boynuma
uzadı yolum
her zarfa sığarım
pul da istemem üstüme
yeter ki adresim olsun
iadeli taahhütlü sevdayım
gözlerin nemlensin
dudağın gel desin yeter ki
eylül’2009
metin tandoğan
***
Celp…
Numara yok çımacı anne
Sonuç girişe takılır
Evlat acısına sulanır ivmeler
Baş ağrısı, çığlık, kapalı kapılar
Söylenmeyen sevişken kelimeler
Yılgın, kırgın ve yorgun adımlar
Kayıtlı değil
Kurul savını talan etti kuşların
Cehenneme soyunuyor rahibeler
Rüzgârların göz çukurlarına yığdığı
Yığınsız yıkıntılar
İlletli göbeğini çatlatmayın payenin
Tırnakları katil direncin yüzünde
Kaç erkek gebedir kendi düşlerine
Kaç melek güler dünkü haramilere
Eceline mi susadın ey Karakuş hükmü
Sus artık!
Yapraklarımız boşuna mı sarardı
Ateş kuyusunu bilir kaybetmek
Koz yağmuruna dargındır kahır
D’ağlayana ziyandır cennet
Vay halinize
Etekleri kızışıyor zilletin
Baş göz edin ihtiyar ceninleri
Ah!
Kader’ini musallayla aldatan
Zavallı kadın tanrı ölüyor
Celp edin âdemden çalınmış cinneti
/
Akdini bozdu deniz
Felaketin kirpikleri ense yapıyor
Boğuşun şimdi…
Habibe Ağaçdelen / Kasım 2009
***
KENDİMİ DAVET EDİYORUM ŞİİRİME! ANNE
1.
Akşam geldi. Akşam geldiniz elinizde gökyüzü
Ne güzel geldiniz. Sahi siz ne güzelsiniz
Akşam geldi. Akşam suya indi kara bir kısrak
Parlak mı evet evet parlak!
Yüzüme siz gelince bir ikindi rüzgârı değdi.
Akşam akşam ne güzel estiniz!
2.
Değirmenci dedem sandıkta getirmiş dünyaya annemi
Annem mi ah o ıslak bir sabah serinliği!
Düşününce eli sargılı yazgımı
Annem o benim benim o annem
Yazın serinliktir kaplayan içimi kışın sıcaklıktır demem
Demem o ki bundan sonra demem
— Anne, üşüyorum! Diye
Diyemem ki!
3.
Bağışlayın beni kabalık mı yoksa kalabalık mı ettiğim bilmem ama
Benim şiirim kehribar tespih çeker.
Ece Ayhan üzer benim şiirimi İlhan Berk
Teselli eder!
4.
İnce bir çizgi dudaklarında
Hayır, gelir inan bana sonbahar da gelir.
İnce bir hüzün iner yüzüne
Kızma! Akşam elbet olacaktır.
Damıtılmış bir gece sızar kahve fincanına daha neler!
Kimi kez sen kimi kez ben oturacağız yatağın başucuna
Caz mı dedin saksafonda Woody Allen iğdiş ederken ölümü
Perde iner uykudadır bütün sandallar!
Aşk birikir şakaklarında ağaran günle açılırken çarşaflar sabaha
Günaydın sokaklar ne çok kötü bitmiş aşklar!
Özgür Doğan ÜLGÜR
***
Kibritçi Kız
sözcükler donuyor nefesimde ..
sessizce bekliyorum gölgemi asmaya gelecek gece ,
zamanı sulayıp büyüteceğiz tasalarımızla ,
tüm sigaraları yakacak ciğerlerimiz,
yerimiz kalmayana dek toprak üstünde .
ellerimi kapatacağım sonra ,
korkularla ağlayıp ,boşlukla selamlaşıp ,
gece evine yorgunluk getiren mendilci bir nineye dönüşeceğim.
seni arayıp,yaşlandım deyeceğim sonra
daha bitmedi mi dudağındaki kin deyip
kibritlerimi sayacağım gece boyu ..
kimliksiz bir esmerlik saracak tenimi, susacağım ....
sözcüklerden rüyalar yapıp ağlayacağım sabaha
ah sevgili....susmak,konuşmak ,bilmek ,bilmemek ,yetmiyor...
anlamlarında içi boşalmış bir küf müyüm yoksa ...?
sözcükler donuyor nefesimde ,
matemetik yok ,
ezber yok
sende bıraktım martı seslerini.
içimde taze bir 'hapisane ' büyümekte.
Hayal DENİZKUŞU
***
Gecekondu
Küçük damlardan baktın hayata, güneşe, aya
Ama en çok da aya
Yanında yıldız olsun istedin
Kayarken senin olacak olan
Hep sızıntı oldu mutlulukların
Çoğu yakalayamadan kaydı diplerden
Küçük damlardan baktın sana, aşka, adama
İlk yüreğinin nerde olduğunu öğrendin
Sonra sevdanın yağmurla gelen çamur izlerinde
Yolunu gözlediklerin anlattı
Bakışmanın yasak olduğunu
Duymadan işitmek gerektiğini
Küçük damlardan baktın öteye, sonraya
Kırılmakla acı onanmaz ya…
Kırmadın hep kırıldın bir öyle bir böyle.
Sonra öğrendin gölgenden içeri dalan
En büyük çığlığı
Her camı tıklattığında bir güvercin kaçırdın
Damların yettiremediği dulda
Verilmiş sözlerden bir pamuk helva erittin avuçlarında
Meray SAKAR
***
Gölgelere Gizlenir Ölüm
hayatın gelgitlerinde yüzer. Can
sineye saplar yerli feryatları
zaman; geleni gideni düşürür tuzağına
virüs katar bal şerbetlerine
ki: doyurmasın ebede günahkâr nefisleri
içine akıttığın nefretin damlaları. Vuslata ağı
sentezler insanlık kırıntıları. Vicdana
sarkıtamaz bileyli hançerleri. Peri
şan yudumlatır şaraplar
ârife küstürür çağları
canına okur gelmişinin geçmişinin
cevahir kundaklarda büyütülür iskelet
toplayamaz seraplardan kendini
bıçak ucuna dayadığım ten
bırak sırtımdan. Düş
kutsalımın ortasındaki çığlık
ezberinden sıyırır beni
saklanır gölgeler bedenime
üşüşür gözyaşlarıma. Ölüm
çağırır beni…
İlkay Coşkun
21.10.2009
***
YARALI DİKTATÖRLER
Uzun, dönülmez bir yol bu önünde durduğumuz
Üstü başı kir pas içinde, muzip bir çocukluk bizden aldığı
Kalınlaşmış seslerimize hiç uğramayan
Masumiyetimizi görüyoruz oralarda
Kim bilir kimin uçurtmasına takılmış.
Yollar susuyor…
Ya bizim çığlıklarımız?
Biz, her şeyden güzeldik dünde
Biz, her şeyden özgür…
Atlıkarıncaların üzerinde duruyor zaman
Oysa dünya soğuyor içimizdeki ateşe inat
Gökyüzüne uzanan zindanlarda
Biz bilmiyoruz, bilemiyoruz oyun saatlerini
Oysa ağaçlar yapraklarını salıvermiş gökyüzüne
Ya bizim esaretliğimiz?
Susuyor bukağılar, prangalar…
Biz, her şeyden güzeldik dünde
Biz, her şeyden özgür…
Ansızın iniveren gecelerde, içimizde kurşun askerler
Yüzlerimizde bitmeyen bir savaşın izleri
Akıyor, kim bilir nereye.
Biz tutsak, biz kötü
Biz yaralı ve yarasından belli diktatörler…
Oysa siz küçüğüm!
Her şeyden daha güzelsiniz,
Her şeyden daha özgür…
Aslı ÖZPOLAT
***
domates büyüttüm dalları çocuk
sevgilim
sen gittin
ben o gün diktim
pencere önünde ki domates fidesini
öyle uzun soluyuşlar içinde
bir tarafı hayli yağmur büyüdü
/... boy attı ta şurama kadar…/
senin yolların uzadı hasrete doğru
domatesin dalları güneşe doğru…
/…deterjan kutusunda/ cam kenarında…/
bayram merasiminde
asker elbisesi giyinmiş çocuk gibi/ haki
omzunda apoletleri…
üç yanı düş duvar
/…sabah güneşini alamıyor pek…/
bir yanı sokağın alameti:
-akşam dönüşü geç çocuğun
anne kalbine ki endişesi-
sevgilim
haritalara bakarım fiziki haritalara
parmaklarım dokunur dağ doruklarına
rakımlar okurum
nefesim rüzgâr
düşlerim kar
yağar saçlarına
ırmaklarda ve kentlerde parmak izim
hasretin haritalarda büyür
ayrılık haritalarda uzar/ yurdumun fiziki haritasında
yüreğim dar geçit
bir endişeden diğerine
sevgilim
yunanlı çocuklar dünyayı yaksa,
çıkartsam domatesi deterjan kutusundan, bahçeye diksem
filistin’de bir bombacı
zamanı vursa
gecenin kanı aksa
ala şafağa
afgan kadınları dağlara çıksa
yaşamak hakkı için ölseler,
inanç hakkı, umut hakkı, kadın hakkı için
öyle yok yere, burkaları içinde öleceklerine…
bir partizan, bir partizan kendini denize atsa
vallahi peşinden döküleceğiz
yıldızlar gibi
sevgilim
sen ve ben aynı pencere önündeyiz
bir yanımız hayli umut
üç yanımız düş duvar
biliyorum, seviyoruz halkları
yine de
ne zaman içimize bir korku düşse,
ayrılık korkusu örneğin
ellerimiz pranga
fikrimiz, diyarbekir hapishanesi
gözümüz arpacık çıkarıyor
parmağımız tetikte
ve büyüyor bizimle birlikte
domatesin korkusu
2003-2009
engin akbaba
***
İADE-İ İTİBAR
günler arasındaki karartı geceden ziyade araya sıkışmış karbon kağıtlarıysa
aldırılan bir çocuğun rahimle mezar arasındaki yaşamından
bir nüfus cüzdanı fazlan vardır adının bile yanlış yazıldığı…
bir gölge sabrıyla gitmeliyken ardından
elini bırakıp yola fırlayan çocuk oldum.
işkencede en mutlu anları düşünmek gibi
uzun metrajlı ilk kaderimin fragmanlarını izliyorum şimdi
ama kaç çelenk rahatlatabilir ki bir cenaze sahibini.
dönüş yolu kalabalık bir İstanbul akşamını andırıyor
yüzünün nişan alıp gözlerinin kurşun saydırdığı gecede.
İstanbul’da trafiğe takılmazdı aşklar biliyorum
ama hala bir ambülans arıyorum peşinden gitmeye…
bildiklerimin hakkını veremedikçe dağa çıkan birer eşkıyaya dönüştüler.
insanın içinin içini yemesi bu olsa gerek.
hiçbir şeye gülmeyen kör bir çocuk gibiyim, ağlayamıyorum.
ve her kurşunda donmadan önce bayıldığını fark etmeyen bir yarı canlı oluyorum.
hep baygın kalıyor ölemiyorum.
yaşam süsü verilmiş intiharlardan bozma basit bir hayat belirtisi değil bu.
kar daha ne kadar üşüyebilir ki zaten!
M.Salih YARAR