Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Ayın Şiiri Yarışması » Kasım 2009 Ayın Şiiri

 

Kasım 2009 Ayın Şiiri

Bulut Dağa Konunca

Kuğuların göl vaktinde
süzüldü inceden bir beyazlık
piyanonun tuşlarından.
Sabahın tutuşan ışıklarında
ılık dumansı bir sallantı
ve bir ateş dökme mevsimi.
Rengârenk taylar düşüyordu
üstüme, tavandaki resimden.

Buluta konamayan rüzgar
vazgeçti esmekten
beyaz tuşlar buldu
şehrin tavan arasında, aldı solu
bıraktı kalbimin üstüne
diyeze çalıp karardı beyaz sol,
tavandan düşemeyen
ıslak gözlü yaralı tay gibi.

Bulut dağa konunca akşam sonu
yandı müziğin ışığı
gölün derinliklerinde,
gördüm kuğuda, renklerin hepsini.
Düştü sonunda kara tay odama
esmeye başladı rüzgar
içimdeki sonbahar kırılganlığında.
Nabzı durmuştu sanki zamanın,
baharın deliren kokusuyla
yıkıldı hüznün taş duvarı.
İçime girince gökyüzü
kelebeklendi solgun pencerem.

 Dilek DEĞERLİ

1961’de Konya’da doğdum. Orta ve lise eğitimimi Konya Anadolu Lisesi’nde tamamladım. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdim. Şiir ve resim hayatımın vazgeçilmezleridir.

2006 yılında Salyangoz İzi adlı şiir kitabım ve Anne Sexton’ın şiirlerinden çevirdiğim Kilitli Kapılar Artshop Yayınlarınca yayınlandı.

2007 yılında Emily Dickinson’ın şiirlerinden çevirdiğim Gizli Cennet ve Emily Dickinson’ın mektuplarından çevirdiğim Tutku Denizi Artshop Yayınlarınca, Baudelaire’in hayatı ve sanatıyla ilgili Bulutlar Prensi Baudelaire adlı inceleme kitabım, Amy Lowell’ın şiirlerinden çevirdiğim Yıldızların Aşkı, Anne Sexton’ın Kilitli Kapılar’ı (2. basım) ve Gece Kelebeği adlı ikinci şiir kitabım Çekirdek Sanat Yayınlarınca yayınlandı. 2009 yılında H.D.den çevirdiğim Aşk Yamacındaki Ateş Artshop yayınlarınca yayınlandı.

***


büyüyor yokluğuna izim

susacağım bir kadın yok artık, intizar mevsimidir eylül;
bir ah kalır uğruna adadığım cehennemden yadigâr

al efkârını da götür, soydun ya kendini düşlerimden;
yıllar sonrası cinnetim ağıyor ömre; ölümün tazedir yüzümde

bir intizar mevsimidir eylül; ah alır çocuk gözlerin gizle
bakıyor lâl pencerenden hayat; kör bir serçe konuyor renklerine

balkonunda solan menekşeler kadar azalıyorum,güneşi yok güzün;
kuruyor dallarında mevsimlerim, benden içre ölürken yüzün

bağışlanacak acının damarlarında çatlayan buse senin değildi;
bir kadına sustum ömrümü…

ilençli yüzüme düştü baharsız mevsimler hazanı
ne kadar sussa da sesim içime; gece yine çığırtkan

yüzümde yırtıcılığıyla işliyor dişeğisi yalnızlığa yontu ustasının
eksik sevmelerde büyüdüm sen de kalan adımı

sesinde parçalanan hayat bulaştı zihnine kayıtsız ölümlerin
eylül lekesi kaldı dudağımda buruk tebessümlere emanet

gözleri çığlık yutan sonbaharlarda sarı hüzünlere fısıldarım son sözümü
tutkun kalır;her yaprakla acıyan yüreğim düşerken boşluğa…

dilsiz zamanlara sığar gözümden düşen tomurcuk
ah’ıma papatyalar düşürür içimin efkârı

dallarını kurutan ağacın feryadı güze değildir anla!
kökleri öldüren yağmuradır, zamansız yağan

uzak sesler rüzgârında başımda dönüyor hatıran;
al beni sende yokluğum bitsin; sümbülün tutsaklığı bülbüledir bilesin

hangi figâna sustum bahar ortası, geceyle sevişirken korkuların dibinde;
hayaller filizlenir arda kalan sus ağrıları değerken teyelli yalnızlıklara

gölde susuş kadar nilüferim, kanayan sazlıkların uğultusu çağırır nakaratına:
bu narin ölümü yıkayın, gül yaprakları yüzen çiçek sularıyla!

acısam da içime düşen çocuk ürpertilerinin yalnızlığında,
atılan taş ıskalamadı kelebeğin ömrünü nazenin
aşkını sar sudaki bulutlara yarası ağrımasın

gözünde kırılan anlam yeşertsin ellerini hayatın; akan suları sebil
göğün yarasına bas yaranı, rüzgârların hüznüyle yırtılsın sesinde akşamlar

uzak yağmurları yağarsa yüzüne ayrılığın, sonbaharların azizliğine say;
ayrılık yaprağını iliştir dudağına, gülerken kanasın sevincin…aldırma,

bayramlıklarını giy, çık sokağa;gülüşlerini vur sende saklı hüzzam duvarlara
değil mi ki acıyı oyun diye oynamak en güzelidir aldatmacaların


başkaca yüzüm yok… biliyorsun
alıp gidiyorsun bende yansıyan suretini; git/…me!...

dayayıp yüzümü ruh-teninin en kutsal yerine;
çırılçıplak sarılıp susmak istiyorum bir ömür

dudaklarımda tomurcuklanırken eflatun güzelliklerin;
aç ruhunun derinliklerinde sağalt beni, sende ölmek istiyor cismi nazenin

git/…me!...

öfkesinde acıyan kadın söyledi gerçeği:

//
uzak öfkesinde yalnızlıkların terk edilen çocuğuydum mısrası eğik
ölümlere çağıran ağızlarda sevgisi sınanan öyküler yazılırken ömrüme

sevgiden bahsetmesin dudaklarında ölüm taşıyanlar!
sevgide yok oldum çünkü; bölünürken ağrım içlerime

kim öldürüyordu iyi kadınları kuzum kim?//


ayrılığın renginden sızan siyah suları erguvani dilde içen senin dudakların değildi

biliyorum; giderken, yokluğun bütün dillerinde gözlerime asacaksın adını,
sessizce eskiyecek düşlerim;alfabesi eksik çocukluğumdan arda kalan

biliyorum ;bir yanılsamadır yıllarıma sızan, aklaşan ufkuma düşerken zaman;
gideceksin alıp bende bıraktıklarını, renklerimi öldürürken silinen izlerimde çoğalan

içime düşen sızıya râm olmuş ömrüm,geciken sözlerin renklerimi soluk
ey acılarda sınanan tutkum, kanatıyor zamanın dişlisi kırılgan dilini âşina
belki de yeşermiştir hiç’e ektiğim mor alevli sular, yıkarım gözlerimde ki ellerini

git/…me!...

dilimde acı bir söylencedir şimdi tortusu serzenişlerden arda kalan sesim
içime akıtırım yok yalnızlığında ela kahırlardadır gözlerim
susacağım bir kadın yok artık, büyüyor yokluğuna izim

eylül 2009 kırşehir
edip soylu

 

***

Vuracağım Yüzüne Oğul Mührümü*

Şefkatin yetmez sıska alnımı sulamaya
Bütün ölümlerin çıpasını kanırtıp yüzüne
Deniz gibi gerilse de zulmü gecenin
Karış karış üşüse de kırlangıç dirilişim
Unutmadım seni, geleceğim dibine

Kasığımda sarsılan bir akşamüstü kışında
Vuracağım yüzüne oğul mührümü
Aşkları emen bir sancı kılığında
Ezan vakitlerini çağıran süpürge sesleri
Gibi uçtu flamingo kanatlarım o yaza!

Oynatma yukarıdan aşağıya avcı organını
Taş tüten kollarını büzüp eteğinin altında
Aralıklarını kısa tut aramla aranda
Sürülerin uyuz hallerini kovalar gibi
Çırpınıp çırpınıp gireceğim kısılan ağzına

Miniciktim saklandım, direndim anneme
Dilimin ucunda başlayan bir öfke yangınında
Deniz gibi gerilse de dibi gecenin
Çoğalıp kurban ettiklerinle büyüdüğüm yılda
Vuracağım yüzüne oğul mührümü

* Bu şiir anne ile oğul arasında yapılan
bir antlaşma metnidir.


Türker ÖZŞEKERLİ
Temmuz’2009

***


EZELİ GÜNEŞ MASALI

ses duvarlardan döner kurşun hedefte
birkaç arşın beyaz bezin saltanatı yakın
sal yazar hikayesini kendi halinde bir ömrün
su sendeletir salı şarap oturtur
eteklerindeki taşı dökme günü gün

pişmiş toprağın düşleri dulda günlerinde
bağrında bağ şenliğiyle o günlerdi gün
hali hazır yabancı yaban dünlerine
ruhunun bedeli müzayedede: evcil
kalemi yazar ruhu çalınmış kendini

kim gerçeği saklar şapkasına artık o dost
gerçek: acının kan kardeşi doğma büyüme
aklanır aksasa da kapkara günler için tövbe
dillere pelesenk tövbe, minberlerin duaları
aminler aldanılmış günlere ey sihirbaz uyut beni

üzümün gerçek hali sözüme aykırı nöbetçi
deliliklerim sahici değil hiç olmadı ayıkken
kır küpleri kopar mühürleri tüm –mazlıklardan
rüyalar senin anla, yanıl yorumlarında deryaya ulaş
külün tahlili olmaz bilirsin çör çöp bile olsan

açıktı kapın giren çıktı çıkan girmedi bulandın
duru gölün bulandı ahraz oldun kör oldun
tat oldun söyleyemedin dalgalar dipten gelir’i
çiçeklerin boynunu büker ruhunun en ince yerinde
asi sesin dönüp gelir değirmenlerden,aynalar kırılır

bekle gör dediler saçların açıldı kel oldun
sırma saçlara ayarlı aynaların sırıtkan hali
alaylı hali Mısıra sultan etti sabrının sabrını
sır oldu bütün iyilik perileri birden arsızca
şeytan gurur duydu şeytanlığından ey köhnemiş

uslu çocuk oldun taklitleri sevindi mimarların
yıkıntılar mezbelesinde bel verdi imkansızlığın eli
güleç yüzlü uysallığın ardında gölgesi hoyratlığın
inkar etti kendini kan aktı beyaz, ay karanlığa gireli
sen zindanların içine sızan ezeli güneş masalı
zan altındasın ziya çok dese de tüm masal nineleri

fatma selva sezen, temmuz,2009

***

eflatun şiirler-2

bakıp bakıp kapılardan dönmek
hazzını yaşıyorum umuda küsmenin
                                     böylesi daha güzel
ağrı dağı gibisin
dolunaydan biliyorum beyazdı yüzün
gel dedin
           bin mil yürüdüm
yazmana bulut işledin
görünmedin

pencerene eflatun kokular dizdim
                                       uzanıp açma
karlar eriyene dek sürsün uykun
köpürsün suları yaylaların
ayağım gitmiyor sensiz
                                  kimsesizim
kül kıvamında öyküler biriktirdim
ateşi yaktığında ısınacak ellerin
ve sen
          merhametin resmini çekeceksin bir sabah
adımı heceleyeceksin
şekerini karıştırmadan çayın
dudaklarında demleneceğim

artık ihtimal hesapları yapmıyorum
direk sayılar yazıyorum
örneğin
         yedi’den vefa ummadım
         iki de güldürmedi yüzümü
         yetmiş iki uğurlu sayım yine de
koyunları saydım sürü sürü
eflatun çayırları otlayan koyunları
her seferinde yanıldım
bu yüzden sıfır ekledim önüne
esnedi uğurlu sayım

her kalede bir türbe inşa ediyorum adına
sonra haritaya gömüyorum eski yazıyla
                                                 .düşüyorum yollara

bırak sürsün yolculuğum
hala eğri odunlar taşıyorum avluna
                                          eğrilirim belki
çok geçmez
yüzü dualı bir dilenciye benzerim
her kapı açılır dilenciye

unut deme sakın
hafızam sular altında unutamam
ıslağım hecelerken seni
kirli davetler as güneşin aydınlığına
katlayıp sandığa kaldırmadan
kaybolana dek morum
                     kurut beni eflatunum

kop dağında akşamı müjdeledi bir ses
harşit çayını dolandım tüneller geçtim
                                       .hala susuz hala açtım
her kapı açıktı boylu boyunca
bir gelin ekmek çıkarıyor fırından
küçük kız yer sofrasında
kaşık sesinde dağılıyor ezgisi
                       ekmeğin kokusuyla avundum
biliyorum yol uzun
ve denize dek dinmeyecek açlığım

ne ben abelard
ne sen helois
ahşap çerçevede solgun bir resim
resimde iki yolcu
yolculardan uzak
                     ve her yan sis

dalından koparmadım elmaları
dağ çiçekleri hala eflatun
yine de su doldur vazona
                       ve perden güneşe aralık

ah ömrümün ikindisi
malatya işlemeli gerdanlık
seni astığımdan beri boynuma
                                         uzadı yolum
her zarfa sığarım
pul da istemem üstüme
yeter ki adresim olsun
iadeli taahhütlü sevdayım
gözlerin nemlensin
dudağın gel desin yeter ki

eylül’2009
metin tandoğan


***


Celp…

Numara yok çımacı anne
Sonuç girişe takılır
Evlat acısına sulanır ivmeler

Baş ağrısı, çığlık, kapalı kapılar
Söylenmeyen sevişken kelimeler
Yılgın, kırgın ve yorgun adımlar

Kayıtlı değil
Kurul savını talan etti kuşların
Cehenneme soyunuyor rahibeler

Rüzgârların göz çukurlarına yığdığı
Yığınsız yıkıntılar
İlletli göbeğini çatlatmayın payenin

Tırnakları katil direncin yüzünde
Kaç erkek gebedir kendi düşlerine
Kaç melek güler dünkü haramilere

Eceline mi susadın ey Karakuş hükmü
Sus artık!
Yapraklarımız boşuna mı sarardı

Ateş kuyusunu bilir kaybetmek
Koz yağmuruna dargındır kahır
D’ağlayana ziyandır cennet

Vay halinize
Etekleri kızışıyor zilletin
Baş göz edin ihtiyar ceninleri

Ah!
Kader’ini musallayla aldatan
Zavallı kadın tanrı ölüyor
Celp edin âdemden çalınmış cinneti

/

Akdini bozdu deniz
Felaketin kirpikleri ense yapıyor
Boğuşun şimdi…

 

Habibe Ağaçdelen / Kasım 2009


***

KENDİMİ DAVET EDİYORUM ŞİİRİME! ANNE


1.
Akşam geldi. Akşam geldiniz elinizde gökyüzü
Ne güzel geldiniz. Sahi siz ne güzelsiniz
Akşam geldi. Akşam suya indi kara bir kısrak
Parlak mı evet evet parlak!

Yüzüme siz gelince bir ikindi rüzgârı değdi.

Akşam akşam ne güzel estiniz!

2.
Değirmenci dedem sandıkta getirmiş dünyaya annemi
Annem mi ah o ıslak bir sabah serinliği!

Düşününce eli sargılı yazgımı

Annem o benim benim o annem

Yazın serinliktir kaplayan içimi kışın sıcaklıktır demem

Demem o ki bundan sonra demem
— Anne, üşüyorum! Diye
Diyemem ki!

3.
Bağışlayın beni kabalık mı yoksa kalabalık mı ettiğim bilmem ama
Benim şiirim kehribar tespih çeker.
Ece Ayhan üzer benim şiirimi İlhan Berk
Teselli eder!

4.
İnce bir çizgi dudaklarında
Hayır, gelir inan bana sonbahar da gelir.

İnce bir hüzün iner yüzüne
Kızma! Akşam elbet olacaktır.

Damıtılmış bir gece sızar kahve fincanına daha neler!
Kimi kez sen kimi kez ben oturacağız yatağın başucuna

Caz mı dedin saksafonda Woody Allen iğdiş ederken ölümü
Perde iner uykudadır bütün sandallar!

Aşk birikir şakaklarında ağaran günle açılırken çarşaflar sabaha
Günaydın sokaklar ne çok kötü bitmiş aşklar!

Özgür Doğan ÜLGÜR


***

 

Kibritçi Kız

sözcükler donuyor nefesimde ..
sessizce bekliyorum gölgemi asmaya gelecek gece ,
zamanı sulayıp büyüteceğiz tasalarımızla ,
tüm sigaraları yakacak ciğerlerimiz,
yerimiz kalmayana dek toprak üstünde .
ellerimi kapatacağım sonra ,
korkularla ağlayıp ,boşlukla selamlaşıp ,
gece evine yorgunluk getiren mendilci bir nineye dönüşeceğim.
seni arayıp,yaşlandım deyeceğim sonra
daha bitmedi mi dudağındaki kin deyip
kibritlerimi sayacağım gece boyu ..
kimliksiz bir esmerlik saracak tenimi, susacağım ....
sözcüklerden rüyalar yapıp ağlayacağım sabaha
ah sevgili....susmak,konuşmak ,bilmek ,bilmemek ,yetmiyor...
anlamlarında içi boşalmış bir küf müyüm yoksa ...?
sözcükler donuyor nefesimde ,
matemetik yok ,
ezber yok
sende bıraktım martı seslerini.
içimde taze bir 'hapisane ' büyümekte.

Hayal DENİZKUŞU


***


Gecekondu

Küçük damlardan baktın hayata, güneşe, aya
Ama en çok da aya
Yanında yıldız olsun istedin
Kayarken senin olacak olan
Hep sızıntı oldu mutlulukların
Çoğu yakalayamadan kaydı diplerden

Küçük damlardan baktın sana, aşka, adama
İlk yüreğinin nerde olduğunu öğrendin
Sonra sevdanın yağmurla gelen çamur izlerinde
Yolunu gözlediklerin anlattı
Bakışmanın yasak olduğunu
Duymadan işitmek gerektiğini

Küçük damlardan baktın öteye, sonraya
Kırılmakla acı onanmaz ya…
Kırmadın hep kırıldın bir öyle bir böyle.
Sonra öğrendin gölgenden içeri dalan
En büyük çığlığı

Her camı tıklattığında bir güvercin kaçırdın
Damların yettiremediği dulda
Verilmiş sözlerden bir pamuk helva erittin avuçlarında

Meray SAKAR

***


Gölgelere Gizlenir Ölüm

hayatın gelgitlerinde yüzer. Can
sineye saplar yerli feryatları
zaman; geleni gideni düşürür tuzağına
virüs katar bal şerbetlerine
ki: doyurmasın ebede günahkâr nefisleri

içine akıttığın nefretin damlaları. Vuslata ağı
sentezler insanlık kırıntıları. Vicdana
sarkıtamaz bileyli hançerleri. Peri
şan yudumlatır şaraplar

ârife küstürür çağları
canına okur gelmişinin geçmişinin
cevahir kundaklarda büyütülür iskelet
toplayamaz seraplardan kendini

bıçak ucuna dayadığım ten
bırak sırtımdan. Düş
kutsalımın ortasındaki çığlık
ezberinden sıyırır beni

saklanır gölgeler bedenime
   üşüşür gözyaşlarıma. Ölüm
          çağırır beni…


İlkay Coşkun
21.10.2009

***

 

YARALI DİKTATÖRLER

Uzun, dönülmez bir yol bu önünde durduğumuz
Üstü başı kir pas içinde, muzip bir çocukluk bizden aldığı
Kalınlaşmış seslerimize hiç uğramayan
Masumiyetimizi görüyoruz oralarda
Kim bilir kimin uçurtmasına takılmış.
Yollar susuyor…
Ya bizim çığlıklarımız?
Biz, her şeyden güzeldik dünde
Biz, her şeyden özgür…

Atlıkarıncaların üzerinde duruyor zaman
Oysa dünya soğuyor içimizdeki ateşe inat
Gökyüzüne uzanan zindanlarda
Biz bilmiyoruz, bilemiyoruz oyun saatlerini
Oysa ağaçlar yapraklarını salıvermiş gökyüzüne
Ya bizim esaretliğimiz?
Susuyor bukağılar, prangalar…
Biz, her şeyden güzeldik dünde
Biz, her şeyden özgür…

Ansızın iniveren gecelerde, içimizde kurşun askerler
Yüzlerimizde bitmeyen bir savaşın izleri
Akıyor, kim bilir nereye.
Biz tutsak, biz kötü
Biz yaralı ve yarasından belli diktatörler…
Oysa siz küçüğüm!
Her şeyden daha güzelsiniz,
Her şeyden daha özgür…

Aslı ÖZPOLAT

***


domates büyüttüm dalları çocuk

sevgilim
sen gittin
ben o gün diktim
pencere önünde ki domates fidesini
öyle uzun soluyuşlar içinde
bir tarafı hayli yağmur büyüdü
/... boy attı ta şurama kadar…/
senin yolların uzadı hasrete doğru
domatesin dalları güneşe doğru…
/…deterjan kutusunda/ cam kenarında…/
bayram merasiminde
asker elbisesi giyinmiş çocuk gibi/ haki
omzunda apoletleri…
üç yanı düş duvar
/…sabah güneşini alamıyor pek…/
bir yanı sokağın alameti:
-akşam dönüşü geç çocuğun
anne kalbine ki endişesi-

sevgilim
haritalara bakarım fiziki haritalara
parmaklarım dokunur dağ doruklarına
rakımlar okurum
nefesim rüzgâr
düşlerim kar
yağar saçlarına
ırmaklarda ve kentlerde parmak izim
hasretin haritalarda büyür
ayrılık haritalarda uzar/ yurdumun fiziki haritasında
yüreğim dar geçit
bir endişeden diğerine

sevgilim
yunanlı çocuklar dünyayı yaksa,
çıkartsam domatesi deterjan kutusundan, bahçeye diksem
filistin’de bir bombacı
zamanı vursa
gecenin kanı aksa
ala şafağa
afgan kadınları dağlara çıksa
yaşamak hakkı için ölseler,
inanç hakkı, umut hakkı, kadın hakkı için
öyle yok yere, burkaları içinde öleceklerine…
bir partizan, bir partizan kendini denize atsa
vallahi peşinden döküleceğiz
yıldızlar gibi

sevgilim
sen ve ben aynı pencere önündeyiz
bir yanımız hayli umut
üç yanımız düş duvar
biliyorum, seviyoruz halkları
yine de
ne zaman içimize bir korku düşse,
ayrılık korkusu örneğin
ellerimiz pranga
fikrimiz, diyarbekir hapishanesi
gözümüz arpacık çıkarıyor
parmağımız tetikte
ve büyüyor bizimle birlikte
domatesin korkusu

2003-2009
engin akbaba

***


İADE-İ İTİBAR

günler arasındaki karartı geceden ziyade araya sıkışmış karbon kağıtlarıysa
aldırılan bir çocuğun rahimle mezar arasındaki yaşamından
bir nüfus cüzdanı fazlan vardır adının bile yanlış yazıldığı…

bir gölge sabrıyla gitmeliyken ardından
elini bırakıp yola fırlayan çocuk oldum.
işkencede en mutlu anları düşünmek gibi
uzun metrajlı ilk kaderimin fragmanlarını izliyorum şimdi
ama kaç çelenk rahatlatabilir ki bir cenaze sahibini.

dönüş yolu kalabalık bir İstanbul akşamını andırıyor
yüzünün nişan alıp gözlerinin kurşun saydırdığı gecede.
İstanbul’da trafiğe takılmazdı aşklar biliyorum
ama hala bir ambülans arıyorum peşinden gitmeye…

bildiklerimin hakkını veremedikçe dağa çıkan birer eşkıyaya dönüştüler.
insanın içinin içini yemesi bu olsa gerek.
hiçbir şeye gülmeyen kör bir çocuk gibiyim, ağlayamıyorum.
ve her kurşunda donmadan önce bayıldığını fark etmeyen bir yarı canlı oluyorum.
hep baygın kalıyor ölemiyorum.
yaşam süsü verilmiş intiharlardan bozma basit bir hayat belirtisi değil bu.
kar daha ne kadar üşüyebilir ki zaten!

M.Salih YARAR

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa