teslimiyet zemheri
mukaddes adımlar, vurgunluğuyla esrik
şehirlerde ve sokaklar
ğögün mavi hesabını
avuçlarında yaktılar
gelecek odlarını
onlar;
tan gülüşlü, teselli çocukları!
yırtık çığlıklarla çağırdılar geceyi
meydanda ar, ar’ın isyanı
karanfil tutuklusu, direnç cinneti
o çocuklar,
meşk’in mahsun sevisini
hülayık inadıyla kılıçladı
meydanda kan, kan göleti
menekşe güzelliği, sevincin sesi
o çocuklar;
elleri kanlı gülleriyle
müjdeledi devşiren ümidi
bakındı kırmızı sorguç
böğürtlen tadı akşamlar
göğüste ekşiyen vefalar
kekik nağmeleriyle gürleyen tonguç
dünya döndükçe, çemberin uzvunda
gökte yıldız, yerde taş hıncıyla
bir yasemen, bir sümbül avuç avuç
çiseler bahar ve ancak
azap sayarak…
vakit, ulaşılmayan demsiz kıble
yan revan, yan sargısız ahınla!
bir bukle, teninde miskin esaretle
aç kanat kanat, uç sevdanla
yalnız; bir tektir medet
kösteği kırık saatin saklandığı cepken
çıkarır parmakları titrek
gözlerinde uslanmaz vasiyet
yamalı hayatın noktalandığı gerçek
dudakları solgun uzaklığa cesetlenen
kesin uyaklar kafiyeler nasibsiz
yurtsuz, havada lale yersiz
meneviş dokunuşuyla boza bulanan yosun
dağdan ovaya uzanan kardelen suskun
histerik hesabıyla yana yakılan
şu zulmü alnında ışıyan yaşam katran
ağzında berrak teni suyun
ciğerlerinde nahoş sesi usun
yarım kalan edasıyla yorgun
toprağa yazıldı adın unutuldun
24.08.2009
Sevda KARAKAYA
Dikkate değer şiirler: (Yazar adına göre abece'sel dizilim)
Mum söndü
Hüseyin KORKMAZ dostum’a
Aynı tanrının çocuklarını susturan zaman
Ayrıksıladı tutkunun belleğini,aşka zül
Dedi adam,ay ışığını çağıran utancın kıblesini göster
Yarasına merhem başka yaradır
Mumun aşkı öldürdüğü yerden,
Söndü, kendine ışık tutan karanlık
Oyun/lara kurban edilirken yasaklarda
İnaklar yakıyor mısralarını,yalvacın
Yarasını gösteriyor eylüli bir çocuk
Kırılıyor sesin sustuğu an
çöküyor içine k/g/ül kanatan kokusu
Aynı tanrının çocukları sustu,
Azalarak düşlerinden her sevişte yenik çıkan
Kelebekler kırdı kadife kanatlarını, ağıtlar lal
Dedi adam, sönüyor arkaik gecede yüzünde silueti çıldıran
Işıklar dökülüyor kırık pencerelerden acıyan rahmine ömrün
Evreni mahşer şimdi katlini ayetlerde büyüten,
Hangi dili konuşur nefret örülü sular
Büyürken yalnızlığı gözlerinin
Kendini söyler çocuk sesli ölümlerde
Çöker göğsünde gönlüne göl susuşu yârin
Ayrılır yarısını kaybeden zamanın çığlığı
Sızar tenine yangınların sızlayan buğusu
Çekilir kıyısından alevlerin har’ı soğur
Üşür korunaksız canı üryanın
Sunaklarında ölü aşklar büyürken,
Bütün ilahları kurşuna diziyorum şimdi.
Coşkun edip SOYKAN
***
İhtiyar Salıncak
Kim ister ki doğum günü gecesine
Boş bir parkta, salıncak gıcırtılarıyla girmeyi…
Böyle yaşlandı bu gece genç kız.
Uzaktan dinledim gecenin sessizliğinde
Tiz gıcırtısını yalnız salıncağının…
Gecenin intihar vakti çıkıyorum evden
Sırtımdan bıçaklıyor sokak lambaları
Gölgem düşüyor önüme, seyrediyorum
Rüzgar yılan misali akıyor otların arasından
Konuşuyor çalılar esintiyle
Yalnızlığıma sarılmış otururken bankta
Bir ağustos gecesinde titriyor bedenim
Kirpiler kurulmuş yine yan bahçeye
Bir kedi gözlüyor onları
Çıkan seslere duyarlı köpeğim
Koşuyor etrafta, ürperiyorum
Kesmek istiyorum ayaklarımı yerden
Ama yerleşmeye çalışırken fark ediyorum
O salıncağa sığamayacak kadar büyüdüğümü…
Parlıyor tepemde yıldızlar
Gökyüzü hala uyumamış olmalı
Mıhlanmışlar sanki o kara deliğe
Aydınlatmıyorlar bir türlü gündüz düşümü
Yarınlara sarılamamış
Yaşarken günümden uzak dünümü
Ne de koyar bana bu gece,
Bir türlü kaymayan yıldızlar…
Gizem ALTAN
***
KÜL ÇİÇEĞİ
Genişleyip durur aBembeyaz bir damar
Bu gölgeyi al
Yalnızlık bende kalsın
Odaları dolduran tedirginlik
Kilitlenir dudaklara
Konuşur sessizliği
Çoğalan kuşkuları merdivenlerin
Kış damlıyor sözcüklere kadife telaş
Beklemekten sıkılmış aynaların
Kesilir göz kapakları
Görmek ölümcüldür bazen
Böyle şeyleri
Yak gölgemi gidince ısın
Sonra
Kül en sevilen çiçeği rüzgârın
Ve dölleyip dursun güneşi
Yanaklarında…
Muharrem SÖNMEZ
***
İsraf
anneyle babanın
araya koyduğu
karbon kâğıdıyla mı türer insan
savaştan ürkmez
ve tırnağını her kestiğinde
uzaklaşır hayvandan
ama
‘ateşkes’ meyi bilmez
oysa sözcük
harf israfı yaparsa
ve kocaman da bir anlamı yoksa
insana benzer
ölü çocukların da israfı olur
sessizliğin olmaz
ölüler, çocuklar ve çiçekler aşkına
gülü yanağından öperken çiğ tanesi
dikey sağ elim
sol avucuma
-sıcaklık anne
tam da şuramda-
…
insan
ölürken
tüm bitkilerden
özür dilemelidir
oksijen hatırına
çocuklar değil…
Müslüm DANAOĞLU
***
iyi
iyi biri sayılmam,
iyi öpüşmesini bilmiyorum kızlarla; “benimki” -ya da-
"yedekleri”yle, çoğu kez böyle işler 21. yüzyılda aşk
ki zaten benim bir kız arkadaşım yok, -olmuyor-
bunlar –biliyorum- şiire girecek sözcükler değil
fildişi kulelerde azınlık sözü iyidir oysa;
benimki değil.
şiir yazımına uygun değil bu argümanlar, kişisel sorunları
yansıtmak da “–ne-” “iç döküş ne iğrenç şey” “yükselen değer
feminizme de aykırı ayrıca.” “olmadı.” “yazamadın şiiri” “geri dön” “bizim
yaşı geçkin şair
kadınlarımıza yaranamazsın, kadınlara serzeniş de ne, kendi yalnızlığını-kendi yok oluşunu
kendi kısık sesini yükseltemezsin,
-bu gökyüzü senin değil- -paylaşıldı!-
bir kadınsılık ki “kaybeden erkek”leri aşağıda ezer,
normal ilişki biraz erkek hep üsttedir, o
entelektüel ve bar sırasına “erkek” dirseğini dayayan adamla evlidirler
ya da sevgili, sonra avunurlar
“benim eşim bana saygılı; en fazla aldatıyor, aldatır.” “ sonra, sever kadınları”
üstelik, bir kadın olarak tercihime saygılı,
her ne kadar tercihim, o olsa da. “her seçen kadın, üstündür”
“ve aldatılmak için bahane mi yok,”
“elinde olanı” umursamasa da bu yüzyılın erkekleri
her ne kadar.
onlar(çoğu kadın) önce, bir erkek arar,
“iyi” birini; yakışıklı, cesur, güven veren, biraz maço, duygusal da,
ancak sert çıkmasını da bilen -babası gibi olabilen yeri geldiğinde-
kadına saygı gösteren, ancak ana kuzusu olmayan da, feminen değil, ancak kadını anlayan da,
yani bir erkekten çok bir çeşit –bağlaç-
beni arayacağını sanmıyorum -haklısın da- yerinde olsam ben de aramazdım
-bu yüzyıl-
bağlamıyor seni bana bu yüzyıl
N. Hakan ALEV
***
bulutlar yorulur mu ne dersin kalbimde çarpışmaktan
hergün yeni kaygılar bulmak
yol günlüklerime düşürdüğüm
avuçlarımda terli çizgiler mutlu
ama gitgide tay’lar çıldırıyor içimde
oysa yüreğim su damlası kadar hafif
bir halisülasyon denizinde yüzen
içimde yırtılıyor dağlarım
bulutlar yorulur mu ne dersin kalbimde çarpışmaktan
bilirsin istemezdim çiy düşsün anılara
hem ne yaptım bir bilsen
ateşe verdim kendi şiir tarlamı
hep iğreti durur dudağımda gülüşler
kucağında kuş uykusunda tüfek
cizre’de nöbet tutan memed’im
acı bir duman genzimi yakıyor
sesimde zehrin ölüm ıslığı
gözlerinde sıcağın kırılması
çağlayanlarandan dökülen su gibi berrak
yanağına dokunan bir kelebek olsam
gelip serilsem kıyılarına
bulutlar yorulur mu ne dersin kalbimde çarpışmaktan
bir yıldız sağanağı bu gece yıldızlar koyu mavi
aşklarım yetim benim gündüzün gölgesinde yorgun
belleğimde demlenen senin gözlerinin sıcaklığı
keman, klarnet, kanun, ah benim meyhanem
hatırladın mı bir şarkı çok dokunurdu bana
bulutlar yorulur mu ne dersin kalbimde çarpışmaktan
bu gece gel seni ay’a göstereyim
ağzımda tuzlu ten tadı
geceye çözdüreyim saçlarını sabaha sermek için
ama şu paletlerin gıcırtısı
iç öfke denizimde gitgide çıldırtıyor tay’ları
su idam edildi dün gece duydun mu
keman, klarnet, kanun, ah benim meyhanem
hatırladın mı bir şarkı çok dokunurdu bana
bulutlar yorulur mu ne dersin kalbimde çarpışmaktan
Selim DEVRAN
***
yitsin ay karanlığı
yılanların kıvraklığı
hangi renge düşürür adımı
yıldırım yakarsa çiğ tanesini
kör ustadır kadının aksiliği
kapısı susku izbe evin
zulüm yüklendikçe
anahtar deliğine sıkışır düşlerim
hamuru tenime değil içime işleyin
bundan böyle
elma kurdu da yularımdan çeker benim
ilk suçu adi çocuk ellerimin
aylardan dağdağan günlerden açık görüş
duvarları delip şeker dağıtışım
şimdi dilinizle kutsayın
kokuyor kükürt çin karı her yanım
yarının gülecek gözleri hürmetine
düş bozgunları susturmayın kitapları
çıkarın limandan gemileri
gayrı yitsin ay karanlığı
Sibel EYLÜL