Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Ayın Şiiri Yarışması » Mart 2009 Ayın Şiiri

Mart 2009 Ayın Şiiiri:


Yalnızlık

Kalıplaşmış yalnızlık dizelerimin rutubetinde
Sonbaharın sarı sesi ile bir göl kenarı aksisin.
Ölüm kokan soğuğuyla bir gece nefesinde
Ya da bir sigara dumanında zahiri bir yalnızlık

Başka ışıklarda var olmaya mahkûm bir gölge
Ya da ışığısın bir mumun, hapsinde gölgelerin.
Karanlığa mühürlü gözlerime demirlerken her gece
Güneş çizer sana giden yolumu ve rengi hep yalnızlık.

Umutlarımın cenazesi kalkarken o kapkara tabutta
Avluda bir güvercin uçuşu uzağındasın ellerimin
Ama bir musalla karası yaraşmaz kanatların ve halene.
Omzumdan aydınlığa miracından hatıradır bu yalnızlık.

Yol yorgunu umutlarımın dönüş biletisin, tarihsiz
Ve talihsiz bir seferine o meşhur sessiz geminin.
Kimselerin yanaşmadığı bir iskele babasının kalbine
Seni çarpar dalgalar her gün ve sızan hep yalnızlık.

Furkan AYTUĞAN


***


Dikkate değer şiirler: (Yazar adına göre abece'sel dizilim)


Çocuk

kelebek ömrü emziren yılkı törenidir ölümsüzlük
tesellisi balmumu sessizlik...


ay vurdu diline
gül yüzünün çocuk…

göremedim gözlerini
çocuktum henüz
sen martı

denizler geçti
gök yüzümden
kanat kanat acele
beyaz

götürdüler
dipsiz gülmelerini
bileklerin acıdı mı

aramızda
mayıslar gezmiş
ben henüz çocuk

Rodrigo dinleriz
bağcıkların dilinden

bir bardak demli çay
içer misin elimden.

Azime AKBAŞ YAZICI


***


Sedalı gazel
( my love is like a red, red rose.
e.e. cummings )


1-kırmızı elmalarla seviştim terimizle ıslandı loş denizlerde kırmızılar başladı
oysa kırmızı dudaklarda bir Allah konuşurdu aşk niyetine susalım gibi sessizce

2-beni senden –uyandır yürüyorduk tüm mevsimlere doğru bulvar sakallarımda indim
Sen hiç memesi topal birçok kadının gölgesinde uydun mu 20 temmuz Vanlı kediyle

3-saçlarım çok marmara denizi ne güzel duruyor zarfsız mektuplar gönder ta uzaklarda
kendimden az sana daha çok yakın duruyordum yamuk aşklardan aşağı düşüyordum

4-ağzın bizim ev gibiydi biraz öpeyim desem annem börekler açardı bir çift kokmuş çorap
tahrişli yüzümde güz ölüleri çok acayip duruyor seni tazmin etim sizin evdekilerle sanırsam

5-kırmızı bir aşk taşıyorum kırmızılarla çünkü iki ayrı kıta gibiyiz geyikli geceye böl beni
oysa kırmızı beni sende sakladılar çok eskilerde kalmış bir köprüyüm yıkılmaya hazırlanmış

Eylül 2008 / Gaziantep
Deniz DENGİZ


***


KAYIP

bir kapı bir duvar
pencere nöbeti perdelerin
sokaklar kış uykusu benim için
lale çiçeklerinin
aylarca yağmur arıları biriktirdim
diktiğim sarı elbiseyi bitirebilmek için

göz çukurlarımın zulmüdür bu bana
tuz çölü bu yanaklarıma kazıdığım
hiç üşenmeden durulmadan
bir kez olsun tükenmeden
bıkmadılar hiç üzerine gitmekten
fişini çektiğim acıların

galiba gidenlere benzedim
en çok da unuttuklarıma
nereden alacak hesabım varsa
başka yerde bitirdim

artık hatrı kalmayan hatıralar
hiç bağıramamış ağrılar
yasak yası dargınlıkların
fotoğraflar
aynaların hiç sahiplenmediği geçmişi
çekip gittiler cümlelerin noktalama işaretleri
artık çok geç birini
diğerine eklemek için

gidebilirim
cüzdanımı kaybedebilirim bir trende
biri bulduğunda çoktan kayıp olabilirim
soğuk mesafesinde
içimdeki temassız sıcakların

göz bebeklerimin zulmüdür bu bana
bu rüzgar kurusu baktığım
hiç üşenmeden durulmadan
bir kez olsun tükenmeden
yanılır
yine yanılırım
biri masal anlatsa
yine inanırım
kalbim
ılık mimarı hatalarımın
değişebilirim


Doğuş Alev AKA


***


DÜŞLERİN SESSİZLİĞİ

Hikayeler yazılır geceleri umarsızca
Düşlere ağlarsın,yitirirsin umutlarını
Farkına varılmaz,düşünce anlarsın,
Mutlu sonların tüm sahte rollerini
Uçurtma bekler çocuklar arka bahçede
Gözleri çakmak çakmak ışıldar
Gelecek günlerin arkasına sığınırlar
Bir beste çalınır Türk filmi kıvamında
Bir güz yağmurunun sesini duyarsın
Düşlerin sırılsıklam olur.

Eda KATRANCI


***


Filistin

En çok sen öl emi
Küçücük ellerini sarkıtıp hayatın kenarlarından
Cansız bedenini taşı bez örtülü tabutlarda tahta gözlü odalara
Kahkahalarını barut kokularına as ta git
Gülüşlerin soğrulurken bilimsel kimyalarda
Düşlerini çağır ardından en yaşanası

Elleri üstünde zılgıtların canhıraş çıldırışlarında
/Kim ölür ki cebinde misketleri eksik

Çizgileri silinmemiş seksek oyunlu sokaklarda kalır kanlı bacağı çocuk çığlıklarının ve
Çember çevirmelerin koşar adım

En çok sen öl emi
İçine ağlar fırtınaların
Ellerinde sayrıl yorgun akşamlar uzar zifir karası
Sevinçleri ceplerinden düşer çocukların
Işıklar çiçek açar yapma gökler büyür gözlerinde masumiyetin
İlk çocukluk ölümleri sesleri siler yok hafızalarda
Hiçler aklın coğrafyasını kuşatılmış sevinçsiz ağları hayatın
Şehirleri yağmalı çocuklar üstünden güneşsiz gökkuşakları geçer
/sonrasız siyah gülüşler erirken tedirgin bakışlarda
Acılar akar rahmine yalnızlığın ölümcül tutkular uç verirken yarınsız
Adresleri izlerinde gizil ayrılıklar düşer geceye/Yüzünde iğdiş mülteci duygular
en çok çocuklar ölür güneşsiz gökkuşakları altında
ve aşksızdır hayat/
düşleri kayıp bir aylaklığın kıyısızlığından çıplak ayaklarını çeker geriye /kırmızı
bir renktir çoğunca kana yazgılı

serçe kanatlı oyunbazlığı gömülür toprağa çocukluğun
papatya kokulu taçları ömürsüz yolculuk hangi tanrıya böyle/…
hangi rezil rüsva tanrı çağırır bebek yüzlü acıları
eğilir bilekleri zamanın cinayet girer düşüne
ahitin sayfaları kan revan
gökler susar sinsice /kur -ar- an/ ların zulmünü hayat
aklın gözü kör tansıklara kefaret
içredir oysa insan doğduğu açlığa

2009 Ocak –Şubat-Mart
Edip SOYLU


***


BİLİYORUM

ah bu aşk
papatyanın beni sevmediğin yapraklarından damıtılmış
saydam bir camdan iç geçiricesine
çıktıkça uzayan merdiven
basamaklarım son haddinde
dökerken şarkılar nakaratını
ve biz çiviliyken hala taş plaklara
bir gün erken yaşlanır
aralık bırakılmış pencerelerdeki çocuklar
biliyorum,
değiştiremiyeceğim güneşin gündüze yanlı çehresini
ekin ektiğin topraklar şimdi sınırlar içinde bir ülke
tütsülenmiş ormanları dışlanmış bütün halkları
gölgesi gün dönümüne düşen adamlar
köpekleriyle taçlandırılmış şehrin orta yerinde
biliyorum,
değiştireceğim ayın karanlık çehresini

Fatih TURAN


***


Solgu n gök

bütün saatlerden yalnızlık kanıyor durmadan

kimse durduramıyor sağır edici sessizliği


bir kere dursa çark, bir kere söz gevşese, ağızdan dökülse
mavi
değişmiyor, solgun

gözlerin başımı döndürüyor
rengi değişiyor sürekli, sağırlaşıyorum bazen bakarken.

bütün günler aynı saatlerin içinde beyaz kör

durmaksızın seni çağırıyor gövdem,

mavi,
boynu bükük hâlâ

değmiyor ellerimiz birbirine

Hakan TANALCA

 

***

 

yok kadar çok şey

tohumu düşünürüm
toprağı sıcak ve buharken
aşkı / ten ötesi aşkları
kendini insanda tanırken
insan

dalında yemişi
güneşi avuç avuç
çakılla suyun uyumunu
sevmeyi düşünürüm

gözdağı veren sinyallere karşı
direnme zorunluluğu
güzel arayışı
yüreğini düşünürüm

sığınakları / vicdanın kalelerini
gülümseyişini sözcüklerin
ışık damlalarını
ellerini düşünürüm

ürkek bir yıldız
bir çoban ateşi
bir gemici feneri ya da
gözlerini düşünürüm

duyarlıklarıma dokunuşun
bir resimdeki devrim
yok kadar çok şey
seni düşünürüm

Hayrettin GEÇKİN


***


DUDAK FALI

Ne fincanlar çaredir
Ne de cezvelerin derinliği
Bulunmaz attığın düğümün ucu

Ne bükülen boynudur papatyaların
Ne de sana değmeyen bulut
Suyun yüzünde bile yok
Hayır arama başka bir gökyüzü
Ben seninle anlıyorum bunu

İnanmadığın halde sana inanmak için
Çünkü aşk çıktı
Dudak falında…


Muharrem SÖNMEZ


***


Teğet

eşgalin sığmıyor genişleyen evrenin düzlemine
kara bir nokta kadar belirgin kokun,
eğreti bir biçimde hucum ediyor zihnime,silik
işgale ugruyorum iğne deliğinden geçen ordularınla
tül bir perdeyle savunmadayım
ben sende işgale uğruyorum,hepsi bu

yer kabuğunun altındadır belkide
gülriz dediğin hikaye
sessiz bir ünsüz kaynaşmasındadır!
iğde kokusu dediğin
eli taş tutan bir çocugun avuç içindeki ter kokusun da
yada eski bir söylence de
ben sende iç içe geçmiş bir halkın tarihine uğruyorum geçerken,hepsi bu

bir diyabet hastasının insülüne bağımlılığı gibi şimdi iskeletim
ilaç proserdürlerinde yazıyor aslında yan etkilerin
içsem zehirlenecek bütün evren
yutsam oturacak karanlık gibi içime
ben sende tolare oluyorum hepsi bu

tutuk bir silah gibi ateşleniyor kanın kalp kapakçığıma
perdesi olmayan bir ev gibi geliyor şimdi sensiz her uyanış
kemik sızısı,ten sızısı,ruh sızısı
toplasam hepsini sana eş değer
sana teğet geçen bir yerdeyim aslında hepsi bu...

Murat DAĞ

 

****


İntihar söylenceleri

             -Özge Dirik İçin-

kıyısı derin bir aşkın
gömülürken kuytularına
tükendi renkli taşlarım
“Haş İki O” da

o havadaki martının
attığı son çığlık
mevtayı ‘iyi biliriz’le uğurlayan
hayata sitem olsun

yolunmuş papatyalar at denize
tek yapraklı olsun illa ki
ihtimallerle geçmiş bir ömrün
severek tükendiğine garanti

avuçlarındaki dua
ruhuma aşk borcu biliyorsun
ya benim tam da bugün
doğum günüm olduğunu

aslında hiç bilmiyorsun
kulağının iç kıvrımında
küçücük bir beni
fark edip sevdiğimi

doğum ve ölüm anı
annemin attığı
çığlık arası ömrüm

ah anneciğim
özür dilerim

Müslüm DANAOĞLU (1982- )

 

***


seviyorum


seni,
her an ayağım kayıp düşecekmişim gibi,
öyle, telaş içinde…

hiç vaktimiz yokmuş gibi,
her an bedenin bedenimden,
sonsuza dek ayrılacak gibi, korkuyla…

seni,
her an aklım duracakmış gibi
soluk soluğa, öyle, can çekişir gibi,
iniltiyle…

bir damla kan, bir yol ışık gibi…

seni,
her an dünyanın sonu gelecekmiş gibi…

ansızın bir deprem,
kalbime eşlik edecekmiş gibi!


Nihan GEZEROĞLU


***


YALNIZLIK BURCU

           'sen tutar kendini incecik sevdirirdin
            bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa'
                                            Cemal SÜREYA

 

Şasusa hey

mahşerin ilk gün büyüsü

/yalnızlık hüzün kumaşından/

dünyadaki herkes bir kişinin yalnızlığını giyiyor
bu yüzden her yalnızlığa önce -kalbim- oluyor
* ti menya ni smatrite
ya smert'vseh vremyon .*

beni erken nehirlerin ihmali büyüttü
denize dönemedim..
kış resmi gibi kaldım
her vaktin yalnızlığına.

Şasusa hey

felç gibi indi dağların aşılmaz grameri
yüzümün çocuk yankısına
zamandan önce bir şey' im .

özlemek bir şehirdi oysa
biz o şehre yarından kalıyorduk daha bugün
anlatılarımız bizi hiç anlatmıyordu..

Şasusa hey

sağır olana şarkım benim
gönlüme iklimindir boynu büküklüğüm.

bir nehir gibi geçerken içimizden
hüzünler
kalp ağrısıdır
omzumdaki yangının kötü bir huyla soğuması..
çünkü
tarifsiz acıların göğsüdür yaşamın elinde savrulan deniz
kalbimize değene kadar ki bir avuç toz kalır ve bir avuç su.

Şasusa hey

/mutsuzsa insan
önce kendine sürgündür ./

bin rüya rengi gözlerinle göm beni
tanrıdan kalan son toprağa..

hoş gör bırak
terk edilmiş kaderlerin ve çocukların
namusu kalsın hüzünler

çünkü hüzün en önce bir şehirdir
önce yalnızlıklarımızdan gidilir..

sen bana bakma her vaktin ölüsüyüm ben .


* sen bana bakma her vaktin ölüsüyüm ben..

Ömür ÖTER / MART 2009- İSTANBUL


***


GÖLGE OYUNU

                                                   Deniz’e…

Seni ki bu un ufak eleyip rüzgârına saldığım geceyi
Kır çiçeklerinden ihtişamın olasıdır büyülüsün yazıyorum
Sakladığım hırpani susuşun odalarda erteleme ayetlerini
Bırak insin yeryüzüne akran gibi dalgınlık.
Gökyüzü dualarımdan da ağır kapanmayan ağzıma
Soruyorum karanfiller taraf tutarlar mı yargılarken
Gerginleşen kuvvetiyle kaldırım taşları mı hırpalayan tenimi
Ne çare, sağıyla soluyla ardışık değilim birinin maviliğine.

Düşün şimdi baldıran otuyla çıplaklığımı çırpındıkça
İçimden ilk karşılaşma geçti -söndür
Ölümlülerin bu bendeki açık emanetini-
Yağmuru oyalıyorum raylara dalgınlık süren gözlerin yerine
İkindilerde ve hep korkuyorum bana baktığında ilk dizeye
Başlamış olarak görmekten kendimi.

Bu sessiz hükümlü geceyi giydir bana saflığından çılgınlığı
Akıt çığlığıma döşe bir ikimiz geciktirelim şeylerin nihayetsizliğini
Gizlice dağıt yerleşikliğini saklan göçebe surların karaltılarına
Umur çok erken daha, bu sünepe yeraltı yeryüzü kovuğuna henüz
Daha derin; isterdim ki yaşmaklı kadın başı denizel insin martı tozu
Serpsin tortularına yaşamın karşıtı değildir ölüm biriktirdiğin uçkur
Toprağın yağdırdığı kırmızı lalelerdir aslında.

Beni ki bu safran salgını genişletip bırakıyor zarif ağzına
Gümüş kolluklar geçiriyorum tutukluk yaptığım zamanlara
Çarşaflara boyalı terhisimi bütün camekânlar yakarıyor susturuyorum
Elime geçen avazlarla bu şamata dinsin yeter ben göllere birikiyorum
Gökyüzünden uzaklığımı arşınlarla ölçüyorum, sağıyla soluyla ardışığım
Gerekliliğin aczine. Serpiyoruz bir gölge boyuna iliştirdiğimiz bu miracı.
Bağışla bizi Tanrım boyuna uzuyoruz aynanın tersine. Gölge boyunu geçiyor
İlişikliğimiz.

Seda ERİŞ

 

***


Devrim Kurbağaları

...si-do-si-do-si-do-si

Süratle ruhunu kevgir
İçin sevgi dolu merhale şuh
Destan bakmadan sürümek ve düşürmek
Üst üste aniden sizin ve hepinizin
Altınızdan veya üstünüzden
Sürüyüp giden asi
Bir kuşak

Devasa hüzünler sevişken beden celsesi
İçin sevgi dolu merhale şuh
Kadın ince incelmeli iyice
Kadın umudunun altında
Ezilmiş hayal bestesi

...zaç

Belki
Belleğini
Yitirmiş bu aşk hikâyesi
Uykuda yakalar bizi

Bizi Neden öldürmüyorsunuz bizi
İçlek yakıştırmalarımızın hangisi suç?
Değişen bir yanı yok nefesin
Ya da düşüncelerinin biçimi
Hür

Ezdik ve savurduk küllerimizi
Bizi neden öldürmüyorsunuz bizi?

2007/ Kast...
Tayfun TOPRAK


***


ruh dökümü

biliriz , içler çoktan boşalmıştır
mahvolmuş bir tarla
katımıza açılmış bir kitap
bütün dirilişlerimiz
ve fıtratlarımız için fısıltılar...
damarlar ısınarak dolar
ruhu bezemiş gözler açılır
zihnin zihni uyanır
boyut ötesi yolda adıma uzanmış ayak
ki bu yol göz değil görmek içinse
hayat anlamını bindirmiştir sırtına muhakkak

Yahya Burak GÜL


Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa