Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Söyleşiler » Fazıl Hüsnü DAĞLARCA ile söyleşi


Fazıl Hüsnü Dağlarca:
Sözcüklerim birer tay


Fazıl Hüsnü Dağlarca için sözcükler, konuşurken de yazarken de birer 'tay'... Dille ilişkisini 'Onları ilkin ıslıklarımla çağırıyorum, geliyorlar, gidiyorlar, siz buna konuşma diyorsunuz' diye anlatan Dağlarca, çocukken dinlediği, bir sözcükle dağın kapısını açan Kırk Haramiler masalını düşüne düşüne şiire varmış

Türk şiirinin 93 yaşındaki büyük ustası Fazıl Hüsnü Dağlarca'yla şair, yazar Bedirhan Toprak konuştu

Öğrenmenin yaşı yok; epeyce eskide kalmış tanışıklığımızdan ve 90'ı devirmiş yaşından dolayı ne kadar hazırlıklı olursam olayım, 'evdeki hesabın çarşıya uymadığını' koca çınar Fazıl Hüsnü Dağlarca sayesinde bir daha öğrendim:

Sesimi işittirmek bir yana, ilk cevabındaki bir kelimeyi anlayamayıp da "Anlamadım?" diye itiraf etmek gafletinde bulununca, "Anlamadıysan çık git!.." tersleyişiyle alenen kovuldum; hemen sonra ne 'kapitalist'liğim kaldı ne 'kitabi'liğim; bir ara hatırladı, "Konuşmamız bitince oku da ağzımızdan kaçmış eski sözcükleri Türkçeleştirelim!" diye talimat verdi; daha sorularımın 10'da birini sormamışken "Yeter, ben yoruldum!" deyip ortada kalmışlığımı hiç mi hiç umursamadan kendince bitirdi söyleşiyi... Ama az sonra Muhsin Akgün'ün gelişiyle "Hadi bi soru da fotoğraflar hatırına sor bakayım!" diyerek lütfetti yüksek perdeden. Öylece yüz bulup bir cevaba da ben 'kandırdım' ve "Tamam, yeter artık, doldurursun sayfayı... Boş kalan yerlere de şiir koy!" deyip de 'söyleşimizin' bittiğini resmen ilan ederken son derece sevimsiz bir işten kurtulmanın rahatlığıyla, "boşver edebiyatı!" dedi.

Memleketin, iktidarın, muhalefetin ahvalini konuştuk, Atatürk'ü andık; öylece neş'esini de buldu, "Biliyor musun, iyi ki Dağlarca'dan önce gelmişim ben, Dağlarca'dan sonra gelmiş olsam Dağlarca adındaki bu şairin yazmış olduğu onca kitabı okumak zorunda kalacaktım" dedi kıs kıs gülerek; "Bunları yazma!" diyerek 'sözcükler'den söz etti sonra uzun uzun; çok güldü, çok eğlendi. 'Mutlu'ydu hatta. Gün, 11 Mayıs Cuma'ydı; 15.30'dan 18.00'e iki buçuk saat kalmıştım yanında; "Kimse tutmuyor sözünü" deyince, Muhsin Akgün'den alacağım fotoğrafları 'Bizzat getireceğim' sözü vererek vedalaşmış, sigarama kavuşmuştum...

Dağlarca'nın, tıpkı İlhan Berk gibi, Şiir'den başka hiçbir şeyi önemsemediğini zaten biliyordum da... Şiir'i neden önemsediğini, gene öğrenememiştim. Olsun, ben dağlarca, denizlerce, derinlerce helal ettim Dağlarca'ya.

16 Haziran 1990'da, Yeni Düşün dergisinin son sayısında yayımlanacak şiirinizle beraber bir de şiir üstüne, sizin şiiriniz üstüne bir cümle almıştım sizden; "Şiirlerim sanki düzyazılarımdır, benim yazmak istediklerimse daha yazamadıklarım" diyordunuz... Hâlâ böyle mi düşünüyorsunuz?

Kişilerin yanıtları başka kişidir. Sorunun boşluktaki durumunu boşluktaki ısıyla sezerler. Sorular kendi kendilerine öylesine kümeleşirler ki soru soran dışarıda kalır. İşte, okuyucuların o konuşmadan aldıkları tat da burada başlar; iki kişinin karşılıklı konuşmasından yavaş yavaş uzaklaştıkları kendilerince de anlaşılır, artık kâğıtta kalan soru ile okuyucudur.

(Satır başı!..) Yaptığım konuşmalarda, iki kişiyle başlayan bu küçük toplantının çok kişiyle sürdüğünü, daha çok kişiye ulaştığını gözlemliyorum. Bu olay, sözün, 'olduğunda' durmadığını, 'olacağına' dönüştüğünü duyurur bize. Konuşmalarım böyle başkalaşmalarla sanki başkasına adanmış gibidir. Sanıyorum ki kişinin sözleri de düzeltilmiş yeni baskılarla ayrı ayrı sürelerde yayımlanmış yapıtlara çok benzer. Anlamın doğurganlığı yanıtlarımızı öylesine yeniler ki hangisi bizimdir, hangisi değildir bilemeyiz. Ben çok konuşmak istemem; bir kişi iken bile çok kişilik konuştuğuma göre, çok konuştuğum sürelerde aşırı kalabalık olmak tedirgin eder beni. Bu duygu yaşlandıkça artmakta. Yaşlandıkça konuşmamak isterim. Ne ki ben yaşlandıkça benden konuşmamı isteyenler çoğalıyor. Bunu da üzülerek şöyle yorumluyorum: Biraz bile istemediğim bu duruma nasıl vardım, nasıl ulaştım diye düşününce anlıyorum ki, ben sözü eğitimim altına almak isterken.. üzülüyorum, sözler egemen kesildiler bana. O söz, geçmişte size söylemiş olduğum söz yuvarlak; yine öyle düşünmüyorum. O günden bugüne gövdemin bütün hücreleri kim bilir kaç kez değişmiştir; yaşama sevincim, ülkemin durumu, yeryüzü, gökyüzü değişmişlerdir; dilimizin özgünlüğü, çok şükür biraz daha artmıştır; bu nedenler, kuşku yok ki eski tümcelerin içinde olmadığımızın değişik nedenleridir. Kişi, anlatımıncadır. O günden bu güne bir olayı daha yakından, daha çok anladığıma göre, kendimi de daha çok açıklayabiliyorum; bendeki beni topluma daha yakın kılabiliyorum.

Burdan başa dönelim: İlk şiiriniz yayımlandığında henüz 17 yaşındasınız; sizi şiire uyandıran neydi... Ne oldu, nasıl oldu da başka hiçbir şeye benzemeyen 'şiir' diye bir dili fark ettiniz?

Bu sorunuz sizin bir kapitalist olduğunuzu gösteriyor!.. Bütün düşüncelerinizi soruşturma yaptığınız kişilerden bir bir toplamaya alışmışsınız çünkü. Bu sorunuzu 150'yi geçmiş yapıtlarımı okuyarak, içindeki binlerce değişikliği saptayarak aramanız, bulmanız size düşer. Bir kapitalist gibi her şeyi karşınızdaki yazara bırakmayınız. Böyle konuşmalar, bilgisayarla konuşmalar gibi makinece olmamalıdır.

Etkilendiğiniz şairleri, esin kaynaklarınızı sormuyorum sayın Dağlarca, dil olarak 'şiir'i soruyorum: 'Şiir dili' dediğimiz şeyin bildiğimiz tüm dillerden farkı neydi ki sizi kandırabildi, sözcüğün her iki anlamında soruyorum: Hem avuttu, hem doyurdu?

Bu sorunuz eski deyimle çok 'kitabi'... Ben Anadolu'da yetişmiş bir Türk çocuğuyum. Elime geçen olanaklarla Türk yazarlarını en küçük yaşlarımdan başlayarak izledim. Bu etkilenme bana dil sevinci aşıladı. Sevinmek için yazmaya başladım, yazdıkça sevindim. Öylesine uğraştım ki kendimle, yere düşen bir buğdayın ilk filizini, filizin biraz büyümesini, başağa güreşmesini, taneye dönüşmesini gözlerimle görürcesine izledim. Bu, minicik başarılarla beni çağırdı; onlara gittim, beni yetiştirdiler; bana, neyin neden güzel olduğunu, nasıl güzel olduğunu, güzelin son sınırlarına nasıl varılabileceğini değişik biçimlerde gösterdiler. Her dizenin tek başına bir bilimi vardır; bunu güneş ışığıyla gösterdiler bana, göstermekteler bana.

Şiir dilinin... Şiir yazmanın, okumanın ya da şiir mantığıyla kurulmuş bir dünyanın, hemen hemen tümüyle imkânsızlık ve yalnızlıkla dolu olan 'bu dünya'ya bir yaşama-algı alternatifi sunduğundan söz edilebilir mi?

Ben bu dünyada da yalnız değilim!.. Bu sizin anlatımınız, dışarıdan bakıştır. Oysa sanat, tümüyle bir içeri bakıştır. Bir çocuk vardır, boş sandalı dolu görür; bir başka çocuk tersini yaşar, dolu sandalı boş görür; bir üçüncüsü, sandalı görmez; bir dördüncüsü, denizi de görmez, ırmağı da görmez; bir başkası kendini görür Atlantik'te yüzerken; bir başkası, Beşiktaş'taki o küçük parkta kendini Barbaros görür... Şiir o çocuktur. O çocukların teker teker hepsidir şiir. Şiire küçükten başlayanların belli bir öğretmeni yoktur; onun kendi öğrenmesi vardır, bitmez tükenmez öğrenmesi!.. Öğrenmek, yeryüzünün tek mutluluğudur. Her eylem öğrenmekten başlar. Fransız Devrimi, kişi acısının yine kişiye görünmesinden başka nedir? Mustafa Kemal, bizler için, geri kalmış ülkeler için yeryüzünce ulaşılmamış o insan kavramının hepimize ayrı ayrı görünmesinden başka nedir?

Peki, şiirin bittiği bir yer var mı?

Olamaz!.. Şiirin bittiği yer düşünülemez bile. İnsanın bittiği yer olabilir ama şiirin bittiği yer olamaz!

Çocukluk biter mi peki?.. Kalbi, algısı, duyarlılığı yaşlanmayan biri ne vakit büyür?

Çocukluk, insanın özel ısısıdır; kimisi ekmek kavgasından alır bu ısıyı, kimisi hastalıktan. Mesela evliler, hem evlendikleri zamanki, hem tanıştıkları, hem daha evvelki çocukluklarını yaşarlar evliliklerinde. İnsan her gün bir yaprak çevirir hayattan. Çünkü hayat, insanın tek başına kurduğu bir yapı değil. Mesela, siz mutlusunuz ama diğerleri değil.

Çocuk ve çocuklukta kalalım biraz... kalalım, çünkü 'Çocuk ve Allah'a gelmek istiyorum: Şiir yolculuğunuzun başlangıcından bugüne size eşlik eden 'çocuk-çocukluk' kavramının ne kadarı eskide bıraktığınız çocukluğunuza, ne kadarı içinizdeki çocuğa, ne kadarı genel olarak çocukluğa ve çocuklara yönelik?

Bu soruya kimse cevap veremez... Çünkü kimse bilemez. Bu, tartılabilir, ölçülebilir bir şey değildir çünkü. Şöyle diyelim: Kişi nice kendiyse onca var olmuştur. Kişiliği olmayanlar, yaptıkları işte de, yazdıkları dizelerde de, tümcelerde de, evlerinde de, baba-anne olmalarında da, yurttaş olmalarında da, yaşamalarında da eksiktirler. Onlardan bir başarı beklenemez.

Aslında, 'Çocuk ve Allah'tan yola çıkarak Dağlarca şiirindeki 'mistik algı'ya gelmek istemiştim... Dağlarca, şair Dağlarca, maddenin, 'eşyâ'nın ardında ne görüyor?

Ben, eşyanın ardında yaşamaktan başka bir şey görmüyorum. Kişi, yazarken şu kuralı gözden kaçırmamalıdır, bu gerçeği ben yıllarca önce düşünmüş, bulmuş, birkaç yerde de söylemiştim: Kişi, hem bir saat gibi, içinde bulunduğu 'sürez'i yazmalıdır, hem bir pusula gibi, varılması gereken yeri göstermelidir. Bu iki gerçek, yazarın yapay olarak edindiği bir güç olmamalı, bu, aslında duyduğu bir yetenek olmalıdır. Yazınımızı bu ölçüyle incelerseniz şaşıracaksınızdır. Bu ölçüye uygun yapıtların nice az olduğunu görerek şaşıracaksınızdır. Okuyucular bu tümcemi duyar duymaz beğendikleri yapıtları anımsasınlar isterdim: hangisi o anlatıma uyuyor, hangisi uymuyor; aynı tümce içinde bu iki başlı gerçeği gösterebilen var mıdır, yok mudur, bulsunlar isterdim. Yeter, ben yoruldum... Kaç soru var daha?

Çok var, daha hiçbir şey sormadım...

Yeter, sorma artık. Boşver edebiyatı. Ayrıca, bir yazarı tanıtırken 10 bin soru gerekmez, 10 soru yeterlidir bence. Sorular bileşik kaplara benzer. Birisi dolarken öteki de dolar. Nitekim deminden beri sorduğunuz bütün sorular, sormadığınız soruları da yanıtlamakta.

('Fotoğraflar hatırına' son soru) İlk soruyu hatırlatarak soracağım: Şiir üstüne bir söz söyler misiniz bize?

Ben şiiri adım gibi saydım. Yalnız bana özgü, mektuba benzeyen, yanıtı alınmayan, 'sesleniş'i andıran bir güç sandım şiiri; 'güç' sözcüğünü yineliyorum!.. Çok küçükken duyduğum bir masal, o masala inanmak böyle düşündürdü beni: O masalda 'Kırk Haramiler' evlerini bir dağın arkasına yapmışlardı ('kırk harami'yi çocuklar da anlasınlar diye düzeltelim: 'kırk hırsız-uğursuz'). Kırk harami, evlerinin bulunduğu dağın önüne gelip "Açıl susam açıl!.." diyorlar, dağın üzerindeki saklı kapı açılıyor, o kırk harami atlı olarak içeri giriyor, kapıyı "Kapan susam kapan!.." diyerek yine sözle kapatıyorlardı. Bu küçük görüntü düşüne düşüne beni şiire ulaştırdı. Bu benzerliği, belki şiirin de sözcüklerden, sözden kurulu olması yaratmıştır. Söze, sözcüğe böylesine inanç duydum. Yeri gelmişken söylemeliyim: Ben gençken, 15 yaşıma kadar, şiir yazarken çok terlerdim; şiir bittikten sonra, gömleğimi sıktığımı, teri gömleğimden akıttığımı bugün bile anımsarım. O kadar zorlanmamın nedenine gelince... Çözemem, anlatamam. Belki, yazdığıma inanırdım, ondan sanıyorum. Şöyle: Ben bir adayı yazarken ayaklarımın altında ada olurdu; dağ yazarken dağ vardı; elleri yazarken ellerim karşımdakinin elleriyle dolardı, sıcaklardı. Bugün bile biraz öyledir. Ben şiire inanırım. Şiirde yalan söylemediğime isterim ki okuyucularım da inansınlar. Kısaca, ben yazdıklarımın bir parçasıyım. Yazdıkça, her şiirin birazı gitmişse de benden birazı kalmıştır.

Bir de şu var: Şiir bende mayalanıyor. Maya gibi oluyor. Sözcükler beynimde çiftleşiyor sanki. Bir bakıyorum iç içe çoğalıvermişler. Yazmasam belki bin kişi olacaklar; yazarak azaltıyorum onları. Yolculuk gibi bir şey biraz da: Yola çıkarıyorum onları ve onlar bir yerde, inecekleri durağa geldiklerinde iniyorlar. Ki asıl demek istediklerim bunlar değil, bunlara benzer sözcükleri siz düşününüz, siz bulunuz. Sözcükler, belki, konuşurken de, yazarken de birer 'tay'... Taylara benziyor hepsi; onları ilkin ıslıklarımla çağırıyorum, geliyorlar, gidiyorlar, siz buna konuşma diyorsunuz!

'Son kitap' dediğiniz, öyle tasarladığınız bir kitap var mı?

Allah göstermesin!.. Allah bana son kitabımı göstermesin. Hem, ben ne kadar uğraşsam da bazı kitaplar var ki onları bitiremem. 'Son kitap' diye bir tasarım yok, benden sonra ne olacak bilmiyorum ama benden sonra sağlam 10-15 kitap daha çıkar.

Bedirhan Toprak: Gece Dili, Anahtar Âyini ve Su Yazısı (Tek Yakalı Irmak / Sonsuz İçin Üç El Ateş) adlı üç şiir kitabı bulunan Bedirhan Toprak'ın, Dün Gördüm Gece Bir Rüya, Fanfa ve Köpek ve Şairi adıyla üç de romanı var.

Radikal Kültür
www.radikal.com.tr


                                                               ******


İki yeni şiir kitabı yayımlayan Dağlarca:

“Kişi özgürlüğü kendi diliyle başlar”

Şiirimizin yaşayan anıtı Fazıl Hüsnü Dağlarca ile yeni yayımlanan iki kitabı üstüne konuşmak için önce evine telefon ettim. Telefonu kendi açtı, isteğimi söyleyince Kadıköy'de', kendi adını taşıyan sokaktaki evini tarif.etti, "Yarın beşte gel," dedi. Söylediği adrese geldiğimde kapıda el yazısıyla bir notla karşılaştım: "Telefon etmeden gelmeyiniz." İçeri girdiğimde çalışma masasının başında oturan yaşlı görünümlü insan, konuşmaya başladığında giderek gençleşti, ağabeyken akran, akranken kardeş olup çıkıverdi. Neredeyse on beş yıldır görüşmemiştik. Ama o zamanlar konuştuğumuz şeyleri daha dün konuşmuşuz gibi birer birer anımsattı bana.

Turgay FİŞEKÇİ

Doksa.n: üç yaşındasınız. Peş peşe iki yeni şiir kitabınız yayımlandı. Norgung Yayınları'ndan içimdeki Şiir Hayvanı ve Yapı Kredi Yayınları'ndan Orda Karanlık Olurum. Bunlar yeni yazdığınız şiirler mi, yoksa önceden yazdığınız ama yayımlanma fırsatı yeni bulabildikleriniz mi? 

Çok şükür, çok sağlıklı bir adamım, Özellikle belleğim çok büyük bir dost. Her şeyi yaşadığı andaki ısısıyla, bütün çizgileriyle yeniden yaşayabiliyorum , O kadar güçlü bir anımsama oluyor ki bende, somut kavramlar yeniden beliriyor. Anımsadığım şey parmağımın ucunda oluyor. Bundan geceleri uyuyamıyorum. Bir nevi iki yaşamlıyım. Oradan da ölü olmakla diri olmak arasındaki uzaklığa geliyorum. Bu beni tedirgin ediyor, Uykum ben uyurken bile gelmemiş oluyor. Ben kendimi avutmak için yazmayı sürdürüyorum. Yazma alışkanlığım o kadar güçlü ki bir gecede bir kitap yazdığım olmuştur. Bu davranış bütün yeniliği ile işlemektedir. İstesem her gece bir kitap yazabilirim aylarca.

Bu iki kitap da yeni yazılmış şiirler. İki kitap daha verdim Yapı Kredi'ye, onlar da yeni şiirler. Bugün de öğleye dek yayımlanmamış şiirlerime çalıştım. Kağıtları üst üste koyduğunuzda kalınlığı iki karış. En azından iki yüz adet şiir. Tanrı dörtlükleri var, doğa şiirleri var. Şiirle zengin olunsa, Karun kadar zengin olurdum.

Bundan Sonra öteki kitaplarınız da lapı Kredi Yayınları'nda mı çıkacak?

Bana yayınevi dayanmıyor. Çok yayınevi değiştirdim. Bu kez Yapı Kredi talip oldu. Attığım kağıtları bile basmak istiyorlar. Herhalde orada şiirden anlayan büyük gözlü bir adam var. Norgung' da çıkan kitaplar ise kısa sürelidir. Yapı Kredi'de bütün kitaplarım yayımlanacak ama sırasıyla değil. Piyasada olmayanlar öncelikle basılacak. Ama Dağlarca meraklıları kitaplarımın sonuna koyacağım sıraya göre okuyabilecekler. Çünkü bir her yeni kitabımın bir öncekini bütünlediğine inanıyorum.

DUYARLILIK VE MATEMATİK

Nasıl yazıyorsunuz?


Bende duyarlıkla matematik iç içedir. Eski duyarlıklar gide gide sayı olurlar, diye düşünürdüm. Bu anlatımın büyük bir gerçeği dile getirdiğini öteki gözlerimle görüyorum.

Bana kitaplar bir konuk gibi gelirler. Öyle yerleşirler ki, günün birinde ben kitaplarımın konuğu olurum. Bu dediğimi kolay kolay anlamazlar. Bilmezler ki dünyanın bütün yazarları, bütün dillerdeki bütün yapıtları bizim ailemizdir. Kimileri bana yalnız adam diyebilir. Bilmezler, anlamazlar, sezmezler en kalabalık adam olduğumu. Kalabalığım iki yöndedir: İnsan kalabalığı, yaradılış kalabalığı. Birinden birine geçer dururum. Geçer dururum bir deyimin anlatımı. Bunu kendi anlatımımla söylersem şöyle demeliyim: Geçer geçerim. Siz bir gezegen misiniz diyeceksiniz. Belki de öyle. Her sözcük bir gezegendir. Belki de ben bir sözcükten başkası değilim. Kalabalığımı bu sözümle olsun anlamışlardır.

Orda Karanlık Olurum adlı kitabınızdaki "Günde iki Kez Su ile" başlıklı şiirinizde,

"Sayrıyı
Ne iyi eder biliyor musunuz
Yazı yazmak iyi eder"

diyorsunuz. Bu dizelerinizden yola çıkarsak, şiirin ve edebiyatın toplumları da iyileştirebileceğini söyleyebilir miyiz?

Bu her şiir gibi ayna önüne konulan sözdür. Sayrılar evinde yatıyordum. Arkadaşlar uyuyorlardı. O duyarlıkla yazılmış dizelerdir. Kimi yazılarım, günün, anın fotoğraflan gibidir. Bu da öyle bir şey.

Elbette şiire ne kadar yakın olursak, ondaki düzen, içimizdeki düzenin eksiğini, yerine oturtabilir. Bütün ülkelerde şiirin kaynağı inanmakla başlamıştır. Kabile reisleri, o şair kimseler ne söylemişlerse gökten yere indirdikleri bir gerçeğin sözcüsü sayılmışlardır. Din tarihini anımsarsanız sözlerimin birer buluş olmadığını, gözleme dayandığını, parmak uçlarınızdaki bir dokunum gibi duyarsınız. O sözler, göğe bakarak söylenen o sözler yeri göğe çıkarmış, göğü yere indirmişlerdir. O evreye şiir atası diyorum. Kimi kitaplarımda bu konu işlenmiştir.

Öteki kitabınızın adı: içimdeki Şiir Hayvanı. Nedir içinizdeki şiir hayvanı?

Bu kitabın baştan başa bütün sözcüklerinde geçer. Kişinin kapatılmışlığı, yetersizliği, bütün olanaklardan yoksunluğu, şiir denen en büyük evrimi taşımaktaki güçsüzlüğü, o söylenmek istenmiştir.

Günümüz yazarlarını izleyebiliyor musunuz? 

Gittikçe okuyacak eser bulamıyorum. Şu bakımdan: Bu işin çilesini çekmeden servetine konmak istiyorlar.

Okurlar sizin bunca kitabınızı nasıl okuyacaklar? 

Benim kitaplarımın tümünü okuyabilmek de çok zor. Bir hesap yaptım. Yetmiş yaşına dek bir insan günde dört saat şiir okusa, benim bütün şiirlerimi okuyabilmek için beş kere yetmiş yıllık ömür yaşaması gerekiyor. Sen ne yapıyorsun şimdi?

"YERLE GÖK"

Sözcükler adlı bir dergi çıkarıyorum.
 

İyi etmemişsin o adı koymakla. Ne yaparsan yap özgür ol, gebe kalma. Sözcükler diyeceğin yerde "Yerle Gök" desen bitmişti. İnsanın yaşadığı adresi söylemiş olurdun.

Siz 1960'ta Aksaray'da Kitap Kitabevi'ni kurduğunuz zaman, güncel şiirler yazıp kitabevinin camına asardınız, gelen geçenler bu şiirleri okurdu. Bugün de böylesi güncel şiirler yazıyor musunuz?

Evet yazıyorum, çok sert şiirler yazıyorum ama bunları yayımlayacak yer bulamıyorum.

Sız şiirlerinizde Dil Devriminin kazanımlarını da özenle gözeten bir şairsiniz. Günümüzde dil alanındaki geriye gidişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu günümüzün en büyük konusudur ve göz ardı edilmiştir. "Türkçem benim ses bayrağım" dizesiyle kendime ülkü seçtiğim Türkçe, kamunun düşmanı durumuna getirilmiştir. Kimileri Türkçe sözcükleri kullanırlarken, kullanmaktan vebadan kaçar gibi uzaklaşmışlardır. Bu toplu ölüme günümüz devleti sanki öncülük etmektedir. Atatürk'ün getirdiği bütün devrimler, Türkçe sözcükler, din düşmanlığı yargısıyla tu kaka sayılmaktadırlar. Mustafa Kemal'i ortadan silmek isteyen karanlık adam1ar gelecek kuşakların lanetinden kurtulamayacaklardır. (Lanet sözcüğünü sövgü yerine kullandım). Yazdıklarımın hepsi gelecek kuşakların kızgınlığı olsun isterdim. Kızgınlığım onlarla ayaklansın, yürüsün isterdim. Korkum yok, Türkçemizin hiç bitmez tükenmezliği bütün karşı davranışları karşılayacak güçtedir. Bilmezler kişi özgürlüğünün kendi diliyle başladığını. O özgürlük yoksa, kişinin de yok sayılacağını bilmezler.

İçimdeki Şiir Hayvanı / Fazıl Hüsnü Dağlarca / Norgunk / 44 s.
Orda Karanlık Olurum / Fazıl Hüsnü Dağlarca / YKY / 59 s.

Cumhuriyet KİTAP / sayı 895

* Fotoğraf: Fazıl Hüsnü Dağlarca bakıcısı Ömür hanımla.



 

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa