Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Kitap İnceleme - Tanıtım » Su Vakti / Hayrettin GEÇKİN



 
“SU VAKTİ”NDE BULUŞMAK! 

 Ahmet GÜNBAŞ
      Hayrettin Geçki’in son kitabı Su Vakti (*) adını taşıyor. Şaşırmadım hiç. Çünkü huyu suyundan gelen bir damarla şiire ve aşka yakın duruyor. Hem ilk değil bu eğilimi. Bir önceki yapıtı Beni Nereye Götür’deki (**)
“dedim sana:bir çiçeğe yürüyeceksek
su olmalıyız /
birbirimizin ateşinde eriyerek”
dizeleri esin kaynağını belirliyor.
       Suyun, şiirle ve aşkla akrabalığı  sağlıklı, devinimli bir ilişki. Birini anlayan diğerinin de dilini çözer. Hepsinde bir ‘akışkanlık’ söz konusu. Akışkanlıktan kasıt ‘iletişim’... Su deyince; akışkanlık, arınmışlık, duruluk, ferahlık, uzaklık, yakınlık, sonsuzluk, özgürlük, yalınlık, doğallık, dolaysızlık, engel tanımazlık gibi öyle sözcükler sıralanıyor ki şiire yakın durduğu her halinden belli oluyor.
       Fuzuli’nin ünlü Su Kasidesi’ni okuyanlar, onun lirizmi köpürten bir şiir olduğunu iyi bilirler. Hele
“Dest-i busi arzûsuyla ölür ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su”
 
(Ey dostlar, eğer onun elini öpme arzusu  ile ölürsem, toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin) beytindeki ince duyarlık “âşık-ı sadık” a çok yakışır.
       Yine çağdaş şairlerimizden Ruşen Hakkı’nın Su başlıklı şiirinden,“Akıtarak sesini bana doğru /su’yun hallerini soruyorsun /Sen su dediğinde aklımı yeşilliyor / denizin kayalara doğurduğu yosun” diye başlayan dizelerini belleğimin köşesinden  çıkarıp sunabilirim size ıpıslak. (Düşlem, Mayıs 1998, sayı:13)
       Geçkin, daha çok ‘akışkanlık, arınmışlık ve iletişim’ özellikleriyle kullanıyor su imgesini. Buna bağlı olarak her üç sözcüğün  rahatsız edici zıtlığını ele alırsak, ‘durağanlık (yani eylemsizlik, eli kolu bağlılık), kirlilik ve iletişimsizlik’ gibi yakıcı sorunlarımız olduğu düşünebiliriz. Gerçekler de bu üç saç ayağına oturuyor zaten. Alt alta üç alıntıyla örnekleyelim saptamalarımızı:
       “biraz mavi gönderseydin keşke          
         gri kaldı yüzümün sokakları ( s:64)
       “yeryüzü olma görevi bana verilmişti         
         kanlarımı yıkadım önce           
         açlarımı doyurdum            
         silahları toplayıp derin bir çukura gömdüm        
         yeniden ağaçlandırdım çıplak tepelerimi” (s:42)
        “bir damla suya çiziyorum dilimdeki her sözcüğün       
          anlatmak isteyip de anlatamadığı şeyleri” (s:20) 
       Görüldüğü gibi ilkinde, ‘mavi’yle imgelenen su özleminden doğan bir umarsızlık onu olduğu yere mıhlamış. İkincisinde, yeryüzünü yeni baştan yaratacak denli genel bir kirlenmeye işaret ediyor ki, açlık, savaş, çevre yağması gibi sorunlar insanı ve doğayı tümüyle soldurmuş. Üçüncüsünde ise her sorunu giderici, arınmışlığı ve düş kurmayı gerçekleştirecek suya olan özlemi yakıcı boyutlara ulaşmış.
       Hepsinden önemlisi “mezar boyu zaman”la nitelenen bir görünüm var ki ölü toprağı gibi serpilmiş üstümüze. Değişim hem gerekli, hem zor. Adım atmak şöyle dursun, kımıldamak bile olanaksız:
       “neyin sevinci / neyin tortusu         
         sulardan / taşlardan arta kalan         
         kaç mezar boyu zaman” (s:12)
       Birey eylemsizliğe kilitlemiş durumda. Bunu, Karacaoğlan esintili Elif adlı bir kadında görebiliriz örneğin:
       “Gözleri zehir yeşili / niyeti          
         imkansızla sevişmekti           
          .....
 
          akıp gitmek istedi kadın          
          sonraya, sonsuza           
          çırılçıplak ve her renkte” (s:25 / 26)
       Akmak, akabilmek; kabuğundan çıkmak, kavkıyı kırmakla eşanlamlı.
       Suya doğru yürüyüşünde hem istekli hem ikirciklidir şair. Diline doladığı ‘su vakti’ düşsel bir ortam çiziyor ona:
       “su vakti düşme yollara           
         bir yaprak bir yaprağa sürtünür          
         düş olur” (s:46)
 
        Böylece sudan ibaret yeni bir plazmaya kavuşulduğunda, yeniden yaratılmakla birlikte ‘sürtünmek’le anlatılan ‘aşk’ boyutunda tatlı kımıltılar çıkıyor ortaya. İki yapraktan kasıt iki insan da olabilir. Öylesine bir düştür ki bu, bizi kendimize yabancılaştıran nedenlerin su sayesinde parçalanıp dağılmasını öngörür.
       “usta              
         bir düşgen olacak            
         açıları arasında sonsuzluklar bulunan” (s:15)
       Şunu da ekleyelim düşgenli geleceğe:
       “seni şafağa teyelliyorum” (s:9)
       Yeni bir başlangıca yani!..  Ulaşılmaz, kavuşulmaz olana...
       Şimdi geldik mi, suyla çıkılan yolculuğun ‘sonsuzluk’ boyutunu algılamaya? Durağanlıktı, kirlilikti, iletişimsizlikti; şuydu buydu derken, bir de  ne görelim; düşgen’imizin izdüşümünde sonsuzluğu tırmalar olmuşuz. Çünkü bizi eylemsiz kılan, kısıtlayan engellerin eğretiliğini fark edip, yaşamı derinliğine gözden geçirmeye başlamışız. Giderek bir özgüven gelmiş üstümüze, inancımız tazelenmiş,  irili ufaklı yaşama sevinci basmış dallarımızı: 
       “bakma sen             
         bir gün başka döner dünya           
         aşk kazanır             
         insan kazanır
          ....
        bakma            
        betonları basar çiçek          
        hayat kazanır”( s:5 )
       Şiire ve aşka inanmak: Şairlerin ortak düşü!.. Ya da tuzun kokma olasılığı koşutluğunda suyun da çürüdüğü (Ahmet Telli’nin Su Çürüdü’sünü anımsayalım)  bir ortamda, ‘mezar boyu zaman’ı tersine çevirmek... Ha, şimdi zamanın yeni halini merak edenler, kulak vermeliler şu dizelere:
        “oysa ötede / ötelerde            
         dalgalar alıp götürebilir           
         kanat verir isteyene mavi           
         ve zaman / bol köpüklü” (s:54)
       Aşklara doğru koşturan sukanat kimliği hakkında bakın, neler söylüyor şair::
       “yaşım su             
        dağlardan geliyorum           
        belli ki daha geçmemiş acemiliğim          
        fakat seni çılgınca seviyorum” (s:35)
       Çekinmese, “Adım Su” diyecek!..
        Ben, her şeye karşın o tatlı acemilikte kalmanızı dilerim. Şiir için de aynı şeyler geçerlidir. Değilse tat vermez düşgen yolculuğunuz. Zaten ustası da farkında o düşgenin ki çırağın ağzıyla sesleniyor. Sonunda aşk başat kılınsın, insan kazansın istiyorsak, kıyıdan açılmayı göze almalıyız, öyle değil mi? Sudan kıvılcımlar sıçratan bir dönüşümdür bu, sözcüklerin kor imgelerle karşımıza çıkması. Şiir kapınızdadır artık.
       “dipsiz denizi sözcüklerin           
         ağza alındıkça yangın          
         dudağa düştükçe kor” (s:57)
       Doğallığımızı sudan geçirerek bize derinliğimizi bağışlıyor şair. Bundan böyle ‘su’ demesek de olur. ‘Mavi’yle barışık kalın, yetişir. ‘Işığın serinliği’nden boşanan yağmura dönün yüzünüzü. 
       Aşk, “deneyüstü”dür şaire göre. Laboratuar sıralarında gerçekleşemez robotsu tutumlarla. Etiyle kemiğiyle insana özgüdür. Kişi akışkanlığın farkında olmalı ele geçirebilsin onu. Örneğin, Eski Bir İyilik diye adlandırabilirsiniz ilk kıvılcımı.: 
       “sesi bir bardak suydu hararetime          
         okul çıkışlarında oradan geçirirdim yolumu       
         anne senin öldüğün gün bunları sayıklarsam       
         günah olmaz değil mi?” (s:67)   
       Bir kıvılcımdan sonra arkası gelecektir kuşkusuz.  Ancak aşk’ı sahiplenmekle onarmaya başlarız yıkık yanlarımızı. Varsın bir “Karacaoğlan Hastalığı” sarsın bedeninizi. Aşkla iflah olmayalım, ne çıkar:
       “doktorlar karacaoğlan hastalığı demişler         
         nerde güzel görse orda          
         iflah olmamış bir daha                             
         aşk hep ulaşılmazlıkla beslenir” (s:33)
        Genel anlamda insan sevgisiyle çalkalanan bir okyanustur su vakti’yle imlenen. Barış, dostluk, kardeşlik, paylaşım gibi kavramlar yara almışsa, yaşam tümüyle kirlenmişse vay halimize! Böyle bir ortamda tek kişilik mutlulukların sözü edilemez doğal ki. Gayrı ‘Suyu suyla yıkamak’ denli önemlidir, insan denizinde atılacak her  kulaç:
       “yeni bir hayat değilse kurulan          
        aşk değilse, sevda çekmek değilse          
        yoksulluğunu anlatmaktan başka         
        bir başına ve uzaklarda ne yapsın şehir
        yüzüstü bırakıp gelmişsin öyle” (s:13)
       İşte burada ‘su ortaklığı’ndan söz edilebilir. İnsan denizini damla damla gözden geçiren bir ortaklıktan...  “taşın sözü / incitince suyu” (s:47), toplu kalkışmanın erdemiyle savunmalıyız varlığımızı. Yine bu noktada Şairin Elleri’ne dikkat etmeliyiz haritayı yönüne koymanın ciddiyetiyle:
       “ellerini seyretti sadece           
         hayat, yeryüzü ve kardeş” (s:38)
       Ne zaman mı anlarsınız şairi? Sorunların ortasında derin uykunuzu terk edip bir gecelik uykusuzluğun huzursuzluğunu duyduğunuz zaman. Evet, şair sözü yalandır! Bir gecelik uykusuzluktan söz ediyorsa, sakın inanmayın! Her gün uykusuzdur o aslında .  Siz daha gitmeden yorgun argın geliyordur bir yerlerden:
       “ne derseniz deyin            
         kutsal kitaplar ne derse desin         
         bir dağ gibi büyüsün istiyorum huzursuzluğum
        bu geceki uykusuzluğumu ona ayırıyorum” (s:61)
       Sesini duyar gibiyim Su Vakti yolcusunun:
       “yağmurla gittim            
        uykudaydı dünya”(s:76)

________________________

       (*)  Beni Nereye Götür – Hayrettin Geçkin, Artshop Yayıncılık, 1.basım, Eylül 2007
       (**) Su Vakti – Hayrettin Geçkin, Yeryüzü Yayınları, 1.basım, Haziran 2007


Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa