Şiir akademisi logo
Şairler Şiirler menü Öyküler
Fakir Baykurt Öykü Yarışması - Sarıyer Belediyesi Fakir Baykurt Öykü Yarışması sonuçlandı - Tanpınar Şiir Yarışması’nda Sonuçlar Açıklandı - 9. Aşık Mahzuni Şerif Beste Yarışması başlıyor - Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 2017 - Bornova Belediyesi Şiir Yarışması - GİO 2017 Roman Ödülü - Sunullah Arısoy 2017 Şiir Ödülü Hüseyin Atabaş’ın - Gençlerden Atatürk'e Mektup Yarışması - "Attila İlhan Edebiyat Ödülleri" başvuruları başladı -

Kitap İnceleme - Tanıtım » Gözlerim Suç İçinde / İlker İŞGÖREN



“Bir Parkta Dünyayı Yıkadım Sonra”
Ahmet Günbaş


Yanı başımda bir ilk kitap duruyor, Gözlerim Suç İçinde(*) adıyla. Külrengi şiirlerle dolu… Nedendir bilinmez, bir suçluluk psikolojisi sarmış şairi İlker İşgören’i. Sanki aile boyu mutsuzlukta ağır ihmali var gibi!.. Ya da bağışlanmaz bir tanıklığı!.. Dünyaya dokundukça kanıyor.

Genç yaşta boyundan büyük acılar yaşamış İşgören. En küçük birimde aile yaşamını sarsan acılı olaylar ikircikli yapmış onu ( 2001’ de abisinin bitkisel yaşama girmesiyle sonuçlanan trafik kazasından sonra annesinin kansere yenik düşmesi gibi) Yok oyunlar içinde sevgisiz kalmış bir çocuk. Günde üç vardiya sevgiye muhtaç. Öyle de olsa yaşamın devam ettiği noktada yeni ilişkilerle kol kola girmek yürek ister. Çünkü burukluğu dışarıya taşıyor açık seçik. “İzini kaybettiğin erkeklere yuvalanıyor ağlayışın”(s:5) diyor daha ilk şiirinde. Sonra bir mezarlığa götürüyor bizi servilerin uğultusuyla. Toprağı avuçlayıp sorguluyor hüznünü:

“Toprağı eşeledikçe kemik 
 Gözlerim suç içinde” (s:6)

Hemen ardından gelen dize, o bilinmez suçu kirle eşitliyor üstelik:

“Hangi ırmak kabul eder beni arıtmayı”

Dikkat ettim; şiirden şiire bir arınma özlemiyle birlikte bir yıkanma/ yıkama arzusu var şairde. Her fırsatta soyunup dökünerek suya doğru koşuyor tüm ilişkilerinde. Kıssadan hisse şu dizeleri alt alta sıralayalım:

“Ömrüm salınca yıkandığım suları 
 okunacak insan aradım” (s:8)

“Bir bardak su olsa anlardı beni” (s:15)

“Bir parkta dünyayı yıkadım sonra” (s:20)

“Gülüşünle uyandır


“ Yüzünde artan bir su olsun yalnızlık” (s:21)

“İçimin ormanını yıkıyor annem” (s:22)

“Ne çok nehir akıyor teninden” (s:24)

“Derdim; bir kuşun sesinden taşarak yıkamak ağzını” (s:33)

“Bir ırmaktan yıkanır sokaklar” (s:34)

Dahası var… Suyla özdeşliğin koşutluğunda yıkanmak, nehir, ırmak, dere, yağmur (Ki bir şiirinin adı Yağmur Ağzı’dır) sözcüklerini bolca kullanıyor İşgören. Su, tüm ilişkilerin plazması. Onsuz olmuyor. Can suyuyla beslenmeyen ilişkiler yabancı kalıyor ona. Su bazen arınmanın, bazen içtenliğin, bazen insan sıcaklığının, bazen yaşama sevincinin, bazen duyarlı sözcüklerin karşılığı olabiliyor yerine göre. Kaldı ki suyun suyu yıkaması var bir de. Pislikten, bulanıklıktan süzülmüş sular hiç yaşanılmamış ilişkileri, söylenmemiş sözcükleri işaretliyor. Doğrudan kalaylı tas gibi ışıldayan arı/duru bir ayna gizli, şairin içinde. Onu hiç karartmadan çocukluğun saflığıyla korumaya çalışıyor.

Bana su ile ilgili en güzel eylem hangisidir, diye sorarsanız; hiç çekinmeden “Bir parkta dünyayı yıkadım sonra” dizesini gösterebilirim!

Düşünün; çocukça kaynaşan bir sevinçle dünyayı yıkamak, oldukça derin bir anlama sahip! Tıpkı Nâzım’ın bir şiirinde “dünyayı çocuklara verelim bir günlüğüne” demesi gibi!.. Her iki şairde aynı kaynaktan içiyor sularını.

Şair, çocuksu pencereden bakıyor yaşama zaten. Benzetmeleri, eğretilemeleri hep çocuksu. Çocukluğun verileri ile ölçüp biçiyor her ilişkiyi, dış dünyaya ilişkin her şeyi. Sözgelimi Cahit Sıtkı Tarancı’yı anımsatan, “Bugün park kuralım/ Git çağır çocukluğunu” (s:24) diye başlayan Kukla şiiri aklı tarumar eder.

“Salıncak kumlardan toz bulutlara sarılalım 
 Elma şekerinin içinden çıkalım bir sabah”(s:24)

Şair, ilişkileri su akışkanlığında, yaşamı ise oyun alanı gibi algılıyor. O oyun alanının bilinen adı park tabii. Şiirler parklardan da geçilmiyor:

“Sonra düşün seviştiğimiz parkları” (s:20)

“İnadına park kuralım” (s:25)

“Bir aşkı kaç park paylaşır” (s:36)

“Açılır içinin parkları, oynar çocuklar” (s:42)

Aşkların yeşerip büyüdüğü yerler de parklar. İlk ve son örnekteki parklar kuşkusuz sevgiliye eğilimli. İlişkiler yolundaysa, parklardaki her birliktelik anlatılmaz fotoğraflar durur zaman tünelinde. Karşılıklı etkileşimin gücü o denli güçlüdür ki, cıvıl cıvıl bir park görüntüsü yaratır şairde. Aşk, bir huzur parkıdır herkes için. En başta çocukların mutluluğunu gözeten… Belki bu yüzden sevmek/sevilmek en büyük sorun olarak göze çarpar. Üstelik “Hayat, dirileceğim yollara gömüyor beni” de (s:36) dik duramayan bir yaşam kırgınının harcı değildir kolayına aşka tutunmak. Örneğin, düş müdür gerçek midir; Gamze adında kış güneşine benzeyen bir sevgili dolaşır şiirler arasında. Şair, onu öylesine içselleştirmiştir ki bu birlikteliğin her şeyin önüne geçtiğini sanırsınız. Hatta onu İzmir’le üst üste koyup şekliyle benimser. Gerçekliğin ve düşselliğin merkezi İzmir’dir. Böylece Gamze yitip gitse de İzmir’e bulaşan yine çocukçadır:

“Gözlerin İzmir yolcusu
…..

Hangi yataktan kalkarsan kalk
İçimde uyanırsın
Sonra irkilir gün
Yeniden başlarız çocukluğumuza” (s:7)

“Düşlerim bir şehri gösterir bana
İzmir olur yüreğimiz
Yüzün bir kelebek, sevişir hafızamla
Sıçrarız hayatına bir gülün” (s:18)

Gamze bazen içrek bir hal alır külçocuğun dilinde.

Sevgilinin anlamı yaşamın yüzündeki gamzeyle özdeşleşir ve yaşamın gülümsemesi olarak yansır ona. Böyle de olsa ulaşılmazlığı söz konusudur. Bir yandan “Yine de gülmenle yüzleş her sabah / Onunla sağlıyorsun derinliğini” (s:5) ile teselli bulurken, bir yandan da “Zaman sinsice saklarken yanaklarını / Gamzesini sakınıyor aşk” (s:14) yakınmasıyla dengeler altüst olur.

Yenilgiye hazırdır İşgören hüzne yatkın tutumuyla. Gidenin ardından hazır ağıtlarla çırpınır ancak. Elinden fazlası gelmez. “Sevgi yalnızlaştıkça büyür” (s:45) diyerek büyük yalnızlığına döner ve yenilgiyi kanıksayarak bitirir şiirini:

“Aşk ellerini sıkmalı ayrılığın 
 ve anlamalı, yenildiğini” (s:45)

şairin yaşama karşı sürekli küsparmağını uzatan ikircikli yapısı anne kucağından erken düşmesinden ileri geliyor biraz. Bunu da şiirinden çıkarıyoruz yine. Yalnızlığı cenin korunaklığını andırıyor:

“Ağbim yatağı bırakmıyor ben yapışıyorum 
  Sen yaşadıkça geceler bitmez diyor babam 
  annem desem o bir buçuk yıldır uyuyor 
  hayat zor bir karambol anneler silinince” (s:10)

özel yaşamındaki acılar nedeniyle yaşam anahtarını yitirir gibi olur şair. “Gün, kaderin el yazmalı kitabı” (s:11) yönelimiyle yazgıcılığa bile saplanır ucundan kıyısından. Şiir de aynı oranda yalnızlaşır, kabuğuna çekilir.

Birbirinden güzel dizeler için asıl tehlike buradadır zaten. Çoğunlukla hüznünü sınırlayan o gri fanusu kıramayıp zamansız geri çekilmesi… dışarı çıkmayı bile “Sokak Isırığı” olarak tanımlaması; sürekli kendi ekseninde dönerek yine kendinde kalması… Salt şiir bilinciyle davranmak düşüncesi de böyle bir tıkanmayı yaratmış olabilir. Oysa yeni alanlara, İşgören’in adlandırmasıyla yeni parklara gereksinimi var şiirçocuğun. Yoksa benzerliğin önüne geçemez, yazılanlar aynı şiire eklenir ya da öyle algılanır.

Ama hakkını yemeyelim; bir-iki şiir var ki sınırtanımaz özelliğiyle çalıyor kapımızı. Bunlardan biri

“Kime selam verirse ülkem
Ambargo görmüş kardeşlerim…
Oysa en güzeli sevişmek
Ama dünyanın tek çocuğu Amerika” (s:26)

dizeleriyle göze çarpan Mühürlü Topraklar, diğeri ise Küp Şarapçılık’ın düzenlediği ‘şarap’ konulu şiir yarışmasında tartışmasız birinciliği kazanan Üzümün Yeniden Dirilişir’dir. Bence bu şiirin tamamını okusak, hiç fena olmaz:

“Bahar gelince kalkıyor dalından salkım 
  Bir halk gözlerini kapatıyor. 
  Tenine ilikleniyor beklemek 
  Yorgunluklarla yoğrulup, 
  Karışıyorsun emeğe. 
  Usulca akıyor zaman, diriliyor bağ 
  Kadın kokuyor içimiz. 
  Bir mahzende büyütüyoruz sözcüklerimizi 
  Göğü uyutunca sarılıyor ezilişin damağıma 
  Damarlarımda duyuluyor adımların 
  Seni demliyorum içimin karanlığında 
  Uyandırdığın geceyle 
  Üzüm karışıyor suyumuza” (s:44)

İşgören ikiliklerle yazıyor daha çok. Sözü kısa kesmeyi sevdiğinden olacak tek dizeyle örtüştüğü de oluyor. Ama ona sorarsanız, Turgut Uyar vurgunu. Veysel Çolak’la yaptığı bir söyleşide açıkça itiraf ediyor bunu: “ Benim hayatımı değiştiren ilk şair Turgut Uyar’dır. Onun ‘Göğe Bakma Durağı’nda buldum şiiri. Ve hep o duraktan geçecek şiirler bekledim. Şunu açıkça söylemeliyim ki şiirlerimde Turgut Uyar’ın izleri görülebilir.” (s:50) açıklamasının yanı sıra ‘kendini şiirle fark ettiğinin’ altını önemle çiziyor. Yalnızlığıyla sevişmesi ve hüznü kendine yakıştırması Edip Cansever’ i çağrıştırıyor. Biçem açısından farklı bir yol izleyen İşgören’ in, devrik söyleyişlerinde Veysel Çolak’tan da etkiler sezinledim.

İşgören, bir sokak ressamı gibi herhangi bir köşeden şiire durabilir. Renkleri, ışığı yanında, tematik yeteneği çok fazla.

Son yıllardaki gelişmesine bakılırsa, kendini şiirle fark eden bir şairin hedefinde epey yol kat ettiği görülür. Konak ve Karşıyaka Belediyeleri kapsamında oluşturulan şiir atölyelerindeki verimliliği (Ki özellikle şiiröğretmen olarak Veysel Çolak’ın emeği yadsınamaz) bugünleri hazırlamış İşgören’ e. Ayrıca dereceye girdiği ödüller de (2004 Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’nde özendirme, 2004 Adnan Yücel Şiir Ödülü’nde mansiyon, 2006 Yunus Emre Şiir Ödülü’nde ikincilik ve yine 2006’ da Denizli’nin Bekilli ilçesinde kurulu Küp Şarapçılık’ ın ‘21.Yüzyıl Hayyam’ını Arıyor’ belgili şiir yarışmasında birincilik ödülü) şiirdeki başarısının rastlantısallıktan uzak olmadığının kanıtı.

İlginçtir; İşgören’ in şarapla ilgili ödülünün karşılığı bir yıllık şarap miktarıdır! Ödül haberi duyulduğunda, internette şöyle bir yoruma takıldım. “Abe arkadaş, sen ne yaptın? Bir kitabı bastırabilmek için kendini şaraba mı verdin? Yazık olmuş sana! (Volkan Çalışkan, 08.10.2006

Gerçekten de hoş bir yazıklama! Bunu da bir anekdot olarak eklemek istedim. Şiirin şarapla yıkandığı aşamada, şiirle-okur arasındaki uçurumu göstermesi bakımından cuk oturmuş bana göre!

Şarap bu; ol’ durur da, ondurur da! Bir parkta dünyayı yıkayan şair zaten esrimiş demektir.

*Gözlerim Suç İçinde, İlker İşgören, Etki-Dize, İzmir, Ekim 2006    

Denizsuyukasesi Ocak 2007


***

Hülya Deniz Ünal
GÖZLERİM SUÇ İÇİNDE…

Şiir adları, yazılan şiirin ilk dizesi olarak okunabilir ve yazılan şiiri açıklarlar. Gülten Akın mı söylemişti; “Bir şiir başlığını açıklamak için yazılır” diye? Emin değilim ama söyleme bütünüyle katılıyorum. Aynı kitapta bir araya gelen şiirler kitap adlarını, kitap adlarıysa şairini açıklar

Ancak, henüz yirmi dört yaşında ve ilk kitabını çıkaran gencecik bir şairse “Gözlerim Suç İçinde” diyen… Bizim de durumdan vazife çıkarmamız, gereken özeleştiriyi yapmamız, yanlışlarımız varsa bunları düzeltme yoluna gitmemiz gerekebilir. Gözlerim Suç İçinde’yi, Gözlerim(İZ) Suç İçinde diye okumamak için…

Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü (Özendirme), Adnan Yücel Şiir Ödülü (Mansiyon), 21 yy. Hayyam’ ları aranıyor adlı yarışmada da (1.lik), Yunus Emre (2.lik) ödülünü alan genç şair İlker İşgören ve Etki/Dize yayınlarından çıkan ilk kitabından söz ediyorum.

Hüzün, şairin kankardeşidir. Aynı apartmanda oturmuyorlarsa bile, aynı avluda, bilemediniz aynı sokakta ya da aynı şehirde oturuyorlardır mutlaka. Büyük olasılıkla çocuklukları birlikte geçmiştir. Sıkça görüşür, birbirlerinden ayrı kalamazlar. Beslenirler birbirlerinden, alışveriş içindedirler. Ama ikisi de birbirinden almak yerine vermeyi isteyeceklerinden, karşılıklı bir çatışma hâli sürüp gider aralarında. Özverinin hakemliğinde tokalaşırlar hayatla ve birbirleriyle…

Jean Lescure,”Sanatçı yaşadığını yaratmaz, yarattığını yaşar” der. Şair olağan yaşamından uzaklaşıp bir anlamda yabancılaşarak, yeni bir dünya kurar kendine. Bunu bize, yani okura da yansıtır. Şair, sezgisiyle bizim de buna benzer şeyler yaşadığımızı bilmektedir. Yaşadığımız olumsuzluklar bizi sanatın kıyılarına, sonsuz ufkuna sürükleyip bırakır. Çünkü etik ve estetik, gereksinmemiz olan iki değerdir, sanatınsa olmazsa olmazlarıdır. Ancak orada gerçekleştirebiliriz kendimizi. Değiştirip dönüştürebiliriz. Kendi yarattığımız ülkenin sınırlarını arıtan fırçasıyla, özgün renklerle bir güzel boyar sanat . Bizim düşlediğimiz ve sığındığımız yeni dünya orasıdır artık. Sınır ve kurallarını bizim çizdiğimiz bir yokülkedir. O ülkenin anlatıcısıdır şair. Başta kendinin sonra öteki’nin ağzından konuşur. Bu incelikli dilin çevirmenliğini yapar. Çok iyi bilmesek de, ne demek istediğini anlarız.

Hangi silahı kullansak, yarası hayat” (Ölü Çığlığı, syf 29)

Şair, geçmişiyle imgelemini harmanlayıp bugünde sayıklar. Biz, oralardan çıkarırız ipuçlarını. Kitabın yazılışındaki anahtarın ipini boynumuza, tam da orada geçiririz. Ölümü, aşkı, zorlukları erkenden yaşamış bir özne vardır karşımızda. Kimi zaman, “Hayat ipimi çek” diyecek kadar karamsar,  kimi zaman da aşka çiçek açtıracak kadar umutludur. Yalnızca kendini anlayacak bir insan, dostlukla yaslanacağı bir omuz istemektedir. Başka ne?

Bir bardak su olsa anlardı beni
(…)
Kimse yaramı kucaklamıyor” (Fısıldayan Sabahla Aşk, syf 15) 

 Düş kurma, kendi varlığından doğrudan yararlanır. Bu durumda, düşün yaşandığı yerler imgelemimizde yeniden kurduğumuz bir düşün içinde yeniden kurulur”*. Oysa anılar durağandır, bulundukları mekana tutunurlar sımsıkı. Mekan artık şairin belleği olmuştur, imgeleminde canlanır durmadan. Onları oradan çıkarıp bugüne getiren, getirecek olan düşünce ve düş gücüdür. Yerlerinden oynatılıp zarar görmesinler diye üzeri pamuklarla sarılarak bugüne taşınırlar şair tarafından. Yaraların üzeri tentürdiyotla temizlenip kabuk bağladıktan sonra cicili bicili kurdelalarla süslenir. Kimseye göstermek istemez yaralarını çünkü, yaralı hâllerini.

Toprağı eşeledikçe kemik…
Gözlerim suç içinde
Hangi ırmak kabul eder beni arıtmayı” (Arınma Mevsimi, syf 6) 

Yalnızlık ve hüzünle saklambaç oynar bu kitapta şair. Ama ebe olan hep kendisidir, sobelenmekten bir türlü kurtulamayacaktır. Bu durumdan şikayetçi olduğu da söylenemez. Çünkü şiir yokluklardan, yoksunluklardan, acılardan çıkar. Bunu gayet iyi bilmektedir.

Öpüşmek sahi neydi?
Bir yürek nakliydi, seviştiğim kadarıyla” (Üçüncü Göz, syf 42)

Bilinmeyen, bilinenden daha çekicidir her zaman. Bizi nerelere götüreceği, neler yaşatacağı, yaşamımıza neler katacağı şüphelidir. Albenisi de buradan gelir. Bir bilinmezin içinde sürüklenmek, yol haritasını kaldırıp atmak, pusulayı bozmak... Kimi zaman bilmediğimiz yönlere akmak, savrulmak, ıslanmak ve kurumak.. Yaşanmamışı deneyimlemek...

Bu şaire de iyi gelebilir, bu savruluşlarda hissettikleri, çıktığı yolculuklarda rastladıkları… Şair hepsini içselleştirecek, yazacak, yaşayacak,  acılarını sağaltacaktır. Belki de herşey, yeniden, oradan başlayacaktır. Bambaşka biçimlerde. Yeni ufuklara yolculuk için rotayı bozmak gereklidir kimi zaman. Bilinmeze doğru olsa da…

Beni uyutup da büyüt
Karanlıktan korkutma
Bakmışsın ki dışında sızlayan yalnızlık olmuşum” (Pembe Ayrılık, syf 30) 

Birbirinden uzak kalmak, aslında yalnızca birlikte olmanın farklı bir biçimidir” der, J. Paul Sartre. Zaman; içimizde parçalanıp dağılmış bir saat gibidir. Zembereği bir tarafta, akrep ile yelkovan diğer tarafta. Ama yine de umudu yitirmeyecektir şair. Damıtıp sunacaktır bize, saf bir su gibi dönüştürdüğü, kendinin kıldığı zamanı. Yenilmenin dayanılmaz ağırlığı bizi daha güçlü kılacaktır bunu çok iyi bilir... Kendinden yola çıkarak yüksek sesle bize de direnci önerir;

Hayat, dirileceğim yollara gömüyor beni” (Sokak Isırığı, syf 36)

Aslında tam da şiiri ve şairi anlatan bir dizedir şimdi anacağımız. İçine şiir düşenin yangını hiç sönmez, sönmeyecektir. Aşk ateşi gibi yakacaktır şairi. Oradan okura, yani bize de sıçratarak kıvılcımları…

Yangını sönmeyen bir ormanda kaldım” (Saklı Yüzler, syf; 32)

Şair ağaçsa, şiir ormandır. Arada gezinen rüzgâr, güneş ışıkları, fırtınalar, tipiler, karanlık gölgeler de hayatın ta kendisi… Belki de hayatın hâl’leridir. Hayata dahildirler, insanın hâlleri gibi, şiir gibi. Şairle şiir, hüznün olduğu kadar hayatın da  öz kardeşi olmayı öğreneceklerdir yıllar geçtikçe. Ve günü gelince, şairin damarlarından kan yerine şiir akacaktır şüphesiz. Ya da bize mi öyle gelecektir yoksa? Kim bilir…


İlker İşgören, Gözlerim Suç İçinde, Etki/DizeYayınları 2006
*Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, Kesit Yayıncılık 1996

İle Dergisi Mayıs-Haziran 2007 Sayı: 10

Şiirakademisi ticari amaç gütmediği için ürünlere telif hakkı ödemez. Ürünlerin telif hakkı yazarına aittir.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca, ürünler site yönetiminden ve yazarından izinsiz kullanılamaz.  
Bebek Giyim - Toptan Oyuncak - web tasarım
Şiir Akademisi - Ana Sayfa