SONUNUN OLDUĞUNU BİLDİĞİMİZ BİR DÜNYA
Aza indirgenmiş bir soyun bakışı,
Hırpalanıyordu küflenmi ş milletlerce.
Kursağım da sayılı sayısız gemiler belirirken,
Geminin kıyıya yanaşmasıyla
Kan duruyordu gövdelere…
Limanlar ise,
Kan davasın da tanık olarak bulunan,
Namlunun ucunda ki eşkıya kadar
Tepkisizdi,acımı için için çekerken…
Yol bitmek bilmeyen bir alışkanlıktı ben de,
Düze çıksa yolumu şaşardım.
Gerçekle iz düşmüştü,
Çatılardan gövdelere yığılan kömür karası gözleri gibi,
Düğün merasimin de patlayan silah
Siyah …
Çığ gibi çağlar açılıyordu,
Yolda ki insanların düşüncelerine boğuluyorken
Düşüncesizliğim…
Pata küte sesler eşliğin de itiliyordum
Sen de birikmiş şiirlerime..
Ve sen de uzamış saçlarım,
Alelade karışıyordu birbirine…
Uçuruma bıraktığım an özgürlüğümü
Gökkuşağı göğe hapsoluyordu.
Eflatun kabanına sarılmış sımsıkı
Komut bekleyen bir asker,
Karar anında bir hakim,
Ölüm eşiğin de bir ruh…
El etek çekmeyen mırıldanmalar,
Derinden alıp verilen nefesler,
Nefslerle savaşır.
Ruh mesken bellemiş bedeniyle
Vedalaşır,
Sabr.
Yaşıyordum.
Koşturdum,koştu benimle martılar,
Gözüm ölüme ithaf mekanlara,meydan okudu.
Kışkırtıcı, seyirlik devranlar döndü,
Kıl payı yakaladığım hayalimin dibinden,
Kör ıslıklar duyuldu, tren garından…
Fistanıyla bir Anadolu anası çıktı
Oğul sevdasına…
Gardaydı gözü,kulağı
Anısının başındaydı umutları…
Beşere mana katan sırrı,
Yakalamış olmanın bitiş düdüğüydü duyulan,
Gidilmesi gereken yerler,artık hep bekleyecekti.
Yeşili boğarcasına kaçan tonu,
Bakakalacaktı öylece boğuk, tabelalara.
Tren garının kıyısına vuran, ölümlülere
Nejva edasıyla isimler takılacaktı …
Mısralarda sır olarak kalan.
Ve bir insan tükenecekti,ağzı kurayacaktı ,
Mızırtılar bile yerini,
Sükuta nakşedecekti.
Ölüm de sona erecekti böyle bir gün de…