|
|||
---|---|---|---|
|
#1481
|
|||
|
|||
![]()
GÖKDELEN
Buradayım, gökdelenin kapısında, yine de tutuşmuş bir çöl gecesi içimde. Sarsılıyorum feryatlar ve patlamalarla. Sarılmak istiyor boynuma bir kız çocuğu. Biri buz bassa alnıma, uyansam karabasansı gün düşünden. Dedektörle kontrol ediyor görevli. Kendimi suçlu hissettiğim anda, ötüyor cep telefonum. Herkesin telefonu ötüyor zaten, çarşaflının ve pantolonlunun, dazlağın ve berelinin. Teknoloji bağımlısı düşmanlar olarak bakıyoruz birbirimize. Ürküyorum birden turnikeyi geçmiş sıkmabaşlının zifirî gözlerinden. Akıp gidiyor orada tekinsiz gecenin arzuları. Hatlar karışsa diyorum, dua edercesine; karışsa ve aksa usulca içine sözlerim; “beyaz ve alevli etini gördüm, sezinliyor yaşlanan beden bin bir biçimli kösnüyü. Ölümün bir uzak, bir yakın gölgesini”. Bitişik zamanlar! Girdiğim her izbe bir giz açıklıyor. Anlaşılmaz paragraflar şerhe tabi; her parazit, her görüntü yeni bir tefsir. Orta sondaydım, okul çıkışı geçerdim Cebeci koruluğundan. O gölgeli yolu T.E.D. aldı sonradan. Eşref Üren kurardı şövalesini yaz kış. Sigarasını yakmış ve şöyle demişti ilk fırçayı vurmadan: “Savaş belasıdır dünyanın. Ama biz dinginliği görürüz doğada”. Kar kesilmişti farkına varmadan. Gökdelenin kapısındayım, yeni haberler bekliyorum. Uçup gitmiş ıslak yaprakların kokusu; uçup gitmiş çoktan. Ahmet OKTAY Edebiyat ve Eleştiri, Ocak-Şubat 2002 |
#1482
|
|||
|
|||
![]()
NİGÂRİ'NİN GECE YÜRÜYÜŞÜ
Yağma dedim yağmura görülecek bir hasretim var, efkar desem değil melal desem hiç değil hafakanlar basar içimi rengahenk bir esrar. Yağma dedim yağmura baykuşum sükût edinceye kadar Dövmemi görmedin demek göğsüme musallat olan o dişi totemi, ne mümkün vaz gelm€k sencileyin bir Aşk rahibesinden Nigâr, içimdeki Ben, kim ki Haydar Ergülen Ali Günvar yahut Mahmut Temizyürek ki şerh düşsünler nara ve nara Esme dedim rüzgâra görülecek bir hasretim var, aşk-ı mecaz değil ateş-i dilden özge hiç değil cinler periler basar içimi karaşin bir sombahar. Yağma dedim yağmura yüreğim sükût edinceye kadar ölünceye kadar ölünceye Kitap-lık, Mayıs 2006 Hüseyin FERHAD |
#1483
|
|||
|
|||
![]() YORGUN ÇİNGENE Esmer elleri var sevdalımın Uzun kirpikleri kaygılı ıslak Saçları yüzüme değer uykumda Soluğu derimde ürperir korkak Esmer elleri var sevdalımın Yorgun elleri var sevda şaşkını Gülüşü kınını seven bir bıçak Yaşamak yanılmak ölmek bıkkını Yorgunsam bezginsem çaresizsem Onu düşünürüm üzgün ve kırgın Türkülerle avunması gibi Yorgun bir çingene açlığının Sennur SEZER |
#1484
|
|||
|
|||
![]()
TARİH'İ KADİM*
İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu. Ve başlar bize maval okumaya. Ninniler uydurup uyutur bizi dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun, zifiri karanlık hayatından. Gösterir bize evvel zamanı, tek doğru, en güzel örnek, der. Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden. Senin tarih dediğin işte budur, alnında altı bin yıllık buruşuklar ve bir o kadar da kuşku. Başı geçmişe bir düşe değer, sürünür ayağı bomboş bir geleceğe, bir deri bir kemik, ayakta zorla durur. Ben hiç tiksinmem ondan, karşıma alırım onu arada bir, anlat bakalım, derim, şu eskilerden. Bir parça feylesofa benzer o, bir parça sırtlana benzer, berbat suratıyla da bir hortlağa. Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin, başlar paslı, boğuk bir sesle bir bir bana anlatmaya, sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse: Hep yıkım üstüne yıkım, acı üstüne acı! Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu, çöküverir ağır gölgesi bir bulutun, kanlar yağar dört bir yana. En başta bir kanlı bayrak. Kanlı bir taç gelir arkasından. Sonra araçlar sökün eder kan içinde: Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak, mancınık, top, tüfek, sapan. Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri. En son alay alay esirler geçer. Yenen bir kişiye yenilen on kişi, çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu. Yıkımlara, acılara alkış tut, yüksekten bakanlar önünde eğil, insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk, doğruluk lafta, yürekte değil, iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda. Bir gerçek var, tek bir gerçek: Eli kolu bağlayan zincir. Bir tek şey var sözü geçen: yumruk. Hak güçlünün, kötünün yanı. Uzun lafın kısası: Ezmeyen ezilir! Nerde bir şeref var, iğreti. Nerde bir mutluluk var, yama. Bir şeyin ne başına inan ne sonuna. Din şehit ister, gökyüzü kurban. Her yanda durmadan kan akacak, durmadan her yanda kan! İşte böyle inler, sayıklar o, anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü ne yolda, nasıl sürdüğünü. Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında. Duyarım sesinin titreyen kuyusunda yankısını korkunç bir iniltinin, ben de başlarım birdenbire titremeye, toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana. Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık indir bu acıklı sahnenin perdesini! Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık! Sen de, gelenekçi iskelet, yazdığın kara yazılara bir son ver, aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık. Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var? Bizden iyi geceler onlara, bizden onlara iyi uykular! Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş, koşuyorsun karanlıklara doğru? Kanla oynamış gibisin, kırmış geçirmişsin insanoğlunu. Sen buna kahramanlık mı dedin? Onun kökü kan ve hayvanlık be? Şehirler çiğne, ordular dağıt, kes, kopar, kır, sürükle, ez, vur, yak ve yık. Yalvarmalara yakarmalara boş ver, gözyaşlarına iniltilere aldırma. Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri, ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun. Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda, kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer, mezar taşına dönsün her ocak, damlar çöksün yetimlerin başına. Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk! Hey bana bak, başbuğ musun ne? Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle! Her başarı bir yıkım bir mezarlık, işte bir yavrucak yatıyor şurda, ey cihangir, onu gör de utan! Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril, nice acılar verdin bütün insanlara, inim inim inlettin bütün insanları. Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol, hep senin yüzünden yoksulluğu insanların. Göz yaşından incilerin nerde hani? Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen! Eski çağlar nasıl kanmış size? Ey kan içen kargalar, bütün karanlıklar sizinle dolu! Artık yeter fikri susturduğunuz, yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın. Hadi gidin tarih korusun sizi, -haydutlara en iyi sığınaktır gece-, gidin, yok olun siz de o mezarlıkta. İşte müjdelerin en güzeli, işte en gerçek özgürlük düşümüzdeki gelecek çağlarda: Ne savaş, ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen, ne yakınma, ne de zulmün kahrı, ne tapılan, ne tapan, ben benim, sen de sen! Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman, kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini, savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne? Belki duyulmadık bir öykü, belki korkunç bir masal. Çok sürmez köhne kitap, fikri gömen sayfaların bugün olmazsa yarın yırtılacak. Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan o kibirli, o somurtkan ve dokunulmaz. Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi? Gökyüzü, sen söyle, yüzyıllarca sel gibi akan su, - şimdi esrik bir ağzın türküsü, kuru sesi zindandaki bir adamın, iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi, bir geniş "oh!", bir derin "eyvah!", bir yakarış, bir övgü, Şimdi tüy gibi bir rüzgar, Şimdi ağzın bir kasırga. Dokunaklı bir yakınma şimdi, sabredemeyen bir başa kakma, bir titreme, bir çan sesi, bir savaş davulunun gümbürtüsü, için için ağlamasi çaresizliğin, kahrın iyilikbilir kişnemesi, bir söylev, apaçık, gürül gürül, Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış, bir rahatlık bir iç sıkıntısı, Şimdi korkunç bir haykırma - bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla inleyen boş kubbe, sen söyle! Sen ki her sesi yankılayansın, söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde, daha yukarlardaki şu tanrı katına hangi sesin yankısı varabilmiş ki? Hangi dua kabul olmuş bugüne dek? Binlerim seni, göklerin tanrısı, din ulularından dinlerim seni: "Ne benzer var, ne noksanı, canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce. Odur veren yiyeceği içeceği, düşleri gerçek yapan o, bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan, açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan, el uzatan yoksullara ve çaresizlere, her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören..." Seni böyle övüp duruyorlar işte. Oysa senin en üstün özelliğin ne, "Ortaksız" oluşun değil mi? Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak. Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden. Ve topu ortaksız ve tek. Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var, ve topunun yukarlarda bir gökyüzü. Bütün ordan gelir yüreğe doğan. Topunun güneşi, ayı, yıldızları var, ve topunun görünmez bir tanrısı. Topunun adanan bir cenneti var, ve topunun bir varlığı, bir yokluğu, ve topunun saygıdeğer bir peygamberi. Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar. Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar. Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm. Ama tanrılar ne derse onu yapacak. İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine. "Ne bileyim?" diyor kime sorsam. Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa? Belki aldanmak yaşamanın bir gereği. Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir, belki ben hiç bir şeyin farkında değilim, karıştırmaktayım "yok" la "var" ı. Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı? Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru. İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan. Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden. Kimbilir, öbür dünya belki de var. Madem bu beden o ölümsüzün işi, ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde? Hadi diyelim aslımız toprak bizim, sen gel onu kederden bir çamur yap. - her yeri kanla, göz yaşıyla dolu - insaf be, bu kadarı da olur mu? Sen gel hem yoktan var et, sonra da ettiğini boz, kötüle. Hiç bir yaradandan ummam bunu: Yaradan yok eder, ama perişan etmez! En zorlu düşmanın işte, tanrı, boğmak ister seni ulu katında, çok iyi tanırsın sen o yılanı, onun kızgın zehrinden bir vakitler bize bir tadımlık vermiştin hani. Kuşku! En zalim en güçlü düşman. Bunu ya bildin ya koydun kafamıza, ya da bilemedin işin nereye varacağını. "şeytanlık, düzen, sapıklık" denen şey var ya, bugün yerinden yurdundan edecek seni o. Tapınağında ışıklarını söndürüyor, elleriyle parçalıyor heykelini. Sense, iler tutar yerin kalmamış, göçüp gidiyorsun olanca gücünle. Burçlarında yıkılmalar falan hani? Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının? O kızgın soluğun hani nerde? Ne cehennemlerinde bir kaynama var? Ne büyük acını gören bir göz. Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama. Oysa bir ufak parçası kopsa insanın, bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma. Sen Yeryüzü ve Gökyüzü'nle göç gir de, bir inilti bile duyulmasın ortalıkta. Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor. Zaten yalana ağlasa ağlasa, bir ikiyüzlüler ağlar, bir de ahmaklar. Tevfik FİKRET * Tarih-i Kadim: eski çağlar tarihi |
#1485
|
|||
|
|||
![]()
AVCI
yok bağışlamam kendimi... çok zaman yitirdim alışkanlık oldu bende huysuzluk, kabul etmesem de hiç nedeni yokken üç gündür durup durup yolları dinliyorum, gidip de görmediğim uzakları geç kalmışım da beklettiğim biri var sanki körelmeyen bu ışıkta çözemediğim bir şeyler var kanlı bir bıcağı anımsatıyor bana, serilmiş bir ceseti hâlâ duyabiliyorum çığlıkları... daha da kötüsü benmişim o ömrünü avuçlarıma sunan avcı durup durup hiç yoktan ağlamaktayım üç gündür Selami KARABULUT |
#1486
|
|||
|
|||
![]()
AŞŞŞK
aslında hiçbir şey yok ayla! sadece tecrit ettim kendimi loşluğa ayaklarımı uzatarak, bazen de gerinerek kış esmerliğinde şarkı söylüyorum, ayla senin ruhun uçmuş rutubetli odalarda ÜşÜyor şimdi tÜm eşyalar ama korkma korkma iyiyim ayla! koca dolabın içinde asılı tek bir ceket gibiyim açık yerlerimi kapıyorum, uzayan tÜylerimi gÜneş nasıl da doğuyor yorulmadan her sabah ayla! sen her sabah aynı sıcaklıkta kalkabilir misin yataktan? hatta Üç ayrı aşkı taşıyabilir misin? bu şehir yokuş yukarı uzuyor ayla! çift camlı pencereleri, parlatılmış kapı tokmaklarıyla kıvrılıyor evler dar sokaklara kaldır eteğini ayla! aşk hiçbir şeydir, beraber uyumaksa tecrÜbe... ayla! bazen atlamak istiyorum aşağıya Deniz DURUKAN Varlık / 1145, Şubat 2003 |
#1487
|
|||
|
|||
![]()
BABA BANA BAĞIRMA
..............yol ıslanmasın diye ..............şemsiye açanlara... baba bana bağırma bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler tenorlar kaçtı ses tellerinden çevreye saçıldı yavru diktatörler seni ne sopranolar istedi de vermedik baba baba bana bağırma bayrak direklerine konan kartalları anlat uzun uzadıya nasıl da göremediler avcıları o keskin gözleriyle vah hah ha şans yıldızlara özgü bir yalan baba yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna yalanları yazdım defterime hiç unutmadım radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların hiç unutmadım sakallarını yüzlerinde yüzlerini sakallarında unutan adamları ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın hiç unutmadım uzak yakın tüm tuzakları baba yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen bir gam ağacısın kar yüküne dayanamayıp kırılan ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin geri getirmediler güneşin başına gelenleri biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba baba bana bağırma bir kulağımdan giriyor sözlerin öbür kulağımı tıkıyor Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden Eva'nın peronunda karanlıktan kuşlar çalan bir tren bir bıçak kaçağı tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan burada bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde burada, tam karşında hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi yol alırdı saatler karılarının namuslarını dillerinde saklayan adamlar vardı bir taraflarda televizyon kanallarında yitirilen çocuklar gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı Sovyet Rusya'da kafandaki duvarları niye cebine koymuyorsun sen baba baba bana bağırma farkında değilsin arkasını ezilenlerin yaladığı bir posta puludur dünya bir karadelik yutana kadar uzayda bizi asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen söylemenin tam sırası ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin partiler getirdi baba ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan bir yaşamlık kaygı duruşundayım yakın tarihimiz için baba bana bağırma bacağından vurulursa bir şiir nereye kadar gidebilir bana bağırma baba kendine bağır yoksa her şey bitebilir Akgün AKOVA |
#1488
|
|||
|
|||
![]()
YÜREK KUŞATMASI
kan değil kösnül kısrak batak ovalardan aygır tepelere doğru sel sel yürek kuşatmasında yazıp adımlarını her damara şah tırıs dörtnala ve yaya uydurup ayaklarını gelen çağa kar ağızlı oluşum önce kar ağız ve hoşnut karanlığın yıldızından yürek tutkunu sonra avı hava su toprağıynan bakır beyinli ve yürek kaçkını kesiminde çağların abanır kösnül kısraklar yüreğe düştü düşecek yürek göğün mavisinden yerin mavisine sardı bağrını eli dar çağın yalımları tüten ocak döğen yürek aşıp oylum oylum eskimiş uyumları yaşamdan hoşnut zamana koşut Yüksel PAZARKAYA |
#1489
|
|||
|
|||
![]()
sevgili AYSUN ,, bize okuttu***287;unuz ***351;iirleri unutmuyoruz,
bu b***246;l***252;me katk***305;lar***305;n***305;z i***231;in minnettar***305;z.... 'baba bana ba***287;***305;rma ***351;iiri harikayd***305;' yani ne kadar g***252;zel bir aynayd***305; bu ***351;iir -toplum toplam- kalbimize... ve u***287;ur MUMCU i***231;inde sevgili haydar ERG***220;LEN ***304;N S***214;Z***220;YLE ***214;YLECE DURMAK ***304;ST***304;YORUM '' elbet bir ***231;ocuk yan***305;m***305;z olmal***305; korkan'' '' USTASI as***305;l***305;rken ***246;l***252;me ***231;***305;rak duran'' ***304;Y***304; YILLAR... -***351;iirler tek ki***351;ilik bir evken hayret nas***305;l da s***305;***287;d***305;k- ***246;m***252;r ..
__________________
' kaybedemiyorsan bu bir oyun değil demektir ' .. s.rusdıe Konu ömür.ö tarafından (30-12-2009 Saat 22:33 ) değiştirilmiştir. |
#1490
|
|||
|
|||
![]()
Makber
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı. Şimdi buradaydı, gitti elden, Gitti ebede gelip ezelden. Ben gittim, o haksar kaldı, Bir köşede tarumar kaldı, Baki o enis-i dilden, eyvah, Beyrut'ta bir mezar kaldı. Bildir bana nerde, nerde Yarab, Kim attı beni bu derde Yarab? Nerde arayayım o dil rübayı, Kimden sorayım bi-nevayı? Derler ki unut o aşnayı, Gitti tutarak reh-i bekayı, Sığsın mı hayale bu hakikat? Görsün mü gözüm bu macerayı? Sür'atle nasıl da değişti halim, Almaz bunu havsalam, hayalim. Çık Fatıma! Lahdden kıyam et, Yadımdaki haline devam et. Ketmetme bu razı, söyle bir söz, Ben isterim, ah, öyle bir söz. Güller gibi meyl-i ibtisam et, Dağ-ı dile çare bul, meram et. Bir tatlı bakışla, bir gülüşle, Eyyamı hayatımı temam et, Makber mi nedir şu gördüğüm yer? Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber? Abdulhak Hamit Tarhan
__________________
olmaz hayal bizimkisi olurundan bin güzel... e.g. |
![]() |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|