|
|||
---|---|---|---|
|
#1
|
||||
|
||||
![]()
Belleğimde İz Bırakan Şiirler - I
AY KARANLIK / Ahmed ARİF Maviye maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık… İtten aç, Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N’olur gel, Ay karanlık… Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel, Ay karanlık… ÇOK GÜZEL / Nilgün MARMARA Durma artık burada uysal âşık! Aydınlık milinin yatağında. Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı, Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde ağırbaşlılığının. Veda geliyor şimdi, öğretmek için sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen vakitte. Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını yüzün, kavisin beyaz yanağıyla? Bu aklıkta, minarem mavi benim. Işığım denize kayıyor, bir sayıklama izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz insanlığa! GÜL KOKUYORSUN / Edip CANSEVER Gül kokuyorsun bir de Amansız, acımasız kokuyorsun Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun Hırçın hırçın, pembe pembe Öfkeli öfkeli gül Gül kokuyorsun nefes nefese. Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun Ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle Sen koktukça düşümde görüyorum onu Düşümde, yani her yerde Yüzü sararmış, titriyor dudakları Şakakları ter içinde Tam alnının altında masmavi iki ateş İki su İki deniz bazen Bazen iki damla yaz yağmuru Mermerini emerek dağlarının Şiirler söylüyor gene Ölümünden bu yana yazdığı şiirler Kızaraktan birtakım şiirlere Büyük sular büyük gemileri sever çünkü Ve odur ki büyüklük Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse O zaman ölünce de şiirler yazar insan Ölünce de yazdıklarını okutur elbet Ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi Yaşamanın her bir yerinde. Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün Herkes, hep bir ağızdan: gül! Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek Saçların, alınların, göğüslerin üstüne Yüreklerin üstüne Bembeyaz kemiklerin Mezarsız ölülerin üstüne Kurumuş gözyaşlarının Titreyen kirpiklerin üstüne Kenetlenmiş çenelerin Ağarmış dudakların Unutulmuş çığlıkların üstüne Kederlerin, yasların, sevinçlerin üstüne Ve her şeyin üstüne bir gül islenecek. Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül Yıllarca esecek belki Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah Göreceğiz ki Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha Geceyi, gündüzü, yıldızları Görmemişiz hiç Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla. Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler Göreceksiniz nasıl Güller güller güller dolusu Nasıl gül kokacağız birlikte Amansız, acımasız kokacağız Dayanılmaz kokacağız nefes nefese. DELİ BAL / Arife KALENDER 'Mecnun söğüt leylanın toprağında yetişir' Şeyh Galip bir leylaydım, bin ademden nice mecnun yarattım ecel bendim, iksir bendim, huri ben merak arkadaşım, ateş ruhuma bela göze candım, köre mana gizlendiğim tenhalarım buldular asi hayvanlarım evcil odalarda tufanlarımdan habersiz uyudular söktüm mührü kapıdan, vesikalıyım güle kar'ı sordum, mevsime yalan zakkumdan öz topladım süt içtim sütleğen damarından şaşkın gezdim, can kanattım sabaha çekildi sis, hükümsüzdür fermanlar yüksek uçtum, densiz durdum, deliyim güzel çirkine döndü, aklarım kirli beyaz peteğimi zemheri ıslığıyla doldurdum kobra çiçeğine kondum, lalesine kumların kuş baskınlarından, ayı pençesinden kurtuldum balın zehrini bilemeden, şerbetini tattılar an idim, ağuları şeker ile yoğurdum zerresinden şifa bulur, yine derde düşerler ay yenisi gecelerde iniltiler duyulur sözden imdat bekledim. uslu yaklaştım gize dil ile sırladım peteğimi, sırra sorular sordum şiirin şerri aşkın koynunda yatar bir leylaydım, bin ademden nice mecnun yarattım deli bal, deli bal baldan derman deliden cinnet umulur SEVGİLİM BEN ŞİMDİ / Cemal SÜREYA Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz “Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz”. Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere O gülün yüzü gülmüyor sensiz O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı Hepten hüzünlü bu günlerde Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye Masada tabaklar neşesiz Koridor ıssız Banyoda havlular yalnız Mutfak dersen – derbeder ve pis Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş Vantilatör soluksuz Halılar tozlu Giysilerim gardropta ve şurda burda Memo’nun oyuncak sepeti uykularda Mavi gece lambası hevessiz Kapı diyor ki açın beni kapayın beni Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi Radyo desen sessiz Tabure sandalyalardan çekiniyor Küçük oda karanlık ve ıssız Her şey seni bekliyor her şey gelmeni İçeri girmeni Senin elinin değmesini Gözünün dokunmasını Ve her şey tekrarlıyor Seni nice sevdiğimi. YAĞMUR KAÇAĞI / Attila İLHAN elimden tut yoksa düşeceğim… yoksa bir bir yıldızlar düşecek… eğer şairsem beni tanırsan… yağmurdan korktuğumu bilirsen… gözlerim aklına gelirse… elimden tut yoksa düşeceğim… yağmur beni götürecek yoksa beni… geceleri bir çarpıntı duyarsan… telaş telaş yağmurdan kaçıyorum… sarayburnu’ndan geçiyorum… akşamsa eylülse ıslanmışsam… beni görsen belki anlayamazsın… içlenir gizli gizli ağlarsın… eğer ben yalnızsam yanılmışsam… elimden tut yoksa düşeceğim… yağmur beni götürecek yoksa beni… NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ / Nâzım Hikmet RAN Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken… Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının… İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti… Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık… Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek: filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya… Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım… Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinde, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken… İLKYAZ / Gülten AKIN Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler "Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz sisin dere ağızlarından sokulup akşamları Fındıklarımızı basıyor Neyleriz kararan tomurcukları Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz Tecimenlere yalvarıyoruz: Bir "Hotel" bir gizli evlenme az çiziniz Bir banka az çiziniz bir yalvarma Bizden size ve sizden dışardakilere Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye -Evet efendim- Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet Yazların motorlu çingeneleri Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş Toprağa tutku, kendinden dolayı Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde -Bilmiyoruz neden kavga. Sonra kasabanın cezaevinde Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz Günlerimiz iterek genişletiyoruz Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye Durup ince şeyleri anlatmaya Kimselerin vakti olmasa da Okulların kadın öğretmencikleri Tatil günlerini çoğaltsalar da Kutsal nemiz varsa onun adına Gözlerimiz için bağlar dokusalar da Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide Açmaya ilkyaz çiçekleri Bir gün birileri öte geçelerden Islık çalar yanıt veririz VAİZ SOKAK NO. 70/1 / Turgut UYAR Ben sana kürk alamam doğrusu Güzel bileklerine bilezik alamam Bir kap yemek, bir elbise Öyle bir tad var ki fakirliğimizde Başka hiçbir şeyde bulamam… Sokağımız arnavut kaldırımı, Evimiz ahşap iki oda. Daha iyisi de olabilirdi ya, Şükür buna da. – Ama Hamdi beylerin… – Hamdi beylere bakma sen, Tencere maltızda, fasulye tencerede Çocuklar kapının önünde oynuyor mu? Ona bak sen… – Perdemiz kadife olmalıydı… – Basma da güzel olur, sevince. Biliyorsun ancak boğazımıza, Olmuyor ha deyince. – Kimbilir bir gün belki… Adam sen de, aldırma, Bunlar düşünmeye değmez Hem hayat dediğin ne ki? AŞK RESMİ GEÇİDİ / Orhan Veli KANIK birincisi o incecik, o dal gibi kız. şimdi galiba bir tüccar karısı. ne kadar şişmanlamıştır kimbilir. ama yine de görmeyi çok isterim, kolay mı? ilk gözağrısı. ……………………………….çıkar ……………………dururduk mahallede ……………………………….halde ….adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara …………………….yangın yerlerinde. üçüncüsü münevver abla, benden büyük yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları gülmekten katılırdı, okudukça. bense bugünmüş gibi utanırım o mektupları hatırladıkça. dördüncüsü azgın bir kadın, açık saçık şeyler anlatırdı bana. bir gün de önümde soyunuverdi yıllar geçti aradan, unutamadım, kaç defa rüyama girdi. beşinciyi geçip altıncıya geldim onun adı da nurünnisa. ah güzelim ah esmerim ah canımın içi nurünnisa. yedincisi aliye, kibar bir kadın ama ben pek varamadım tadına bütün kibar kadınlar gibi, küpe fiyatına, kürk fiyatına. sekizinci de o bokun soyu: sen elin karısında namus ara, kendinde arandı mı, küplere bin. üstelik kendinde de yalanın düzenin bini bir para. ayten’di dokuzuncunun adı, barlarda göbek atar iş başında şunun bunun esiri, ama bardan çıktı mı, kiminle isterse onunla yatar. onuncusu akıllı çıktı bıraktı gitti beni ama haksız da değildi hani, sevişmek zenginlerin harcıymış işsizlerin harcıymış. iki gönül bir olunca samanlık seyranmış ama, iki çıplak da olsa olsa; bir hamama yakışırmış. işine bağlı bir kadındı on birinci hoş, olmasın da ne yapsın? bir zalimin yanında gündelikçi; adı luksandra. geceleri odama gelir, sabahlara kadar kalır konyak içer, sarhoş olur, sabahı da, işbaşı yapardı şafakla.. gelelim sonuncuya. ona bağlandığım kadar hiçbirine bağlanmadım. sade kadın değil, insan. ne kibarlık budalası, ne malda, mülkte gözü var. eşit olsak, der, hür olsak, der. insanları sevmesini de bilir, yaşamayı sevdiği kadar. BİR SEN EKSİKTİN AY IŞIĞI / Can YÜCEL Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, Başımızda pirensip sahibi bir başçavuş. Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz… Bi sen eksiktin ayışığı Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya! YAĞMURA ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM / küçük iskender yağmura çok teşekkür ederim bu gece yalnızca cesedime yağdı bana bir şey olursa diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; düşünürken üşürsem diye korktum oturup siyah portakallar yedim oturup korkunç kitaplar okudum içimde bir sıkıntı gibi cinayet içimde bir sığıntı gibi telaş içimde felaket gibi bir merak hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm daha da düşersem diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; ay kıvrılırsa diye kan kıvrılırsa diye can sıçrarsa ölürken bir yerlere, daha da ölürsem diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; sessem, sersem bir heceysem eğer seni bir kelime edersem diye korktum seni kötü bir cümlede kullanırsam adını söylerken takılırsam, yanlış telaffuz edersem böyle bir günah işlersem tanrı affeder diye korktum yağmura çok teşekkür ederim bu gece yalnızca bu şiire yağdı sağol aşkım sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm, kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum her şeye rağmen yağmura bulanmış, güzel bir yazdı DESEM Kİ / Cahit Sıtkı TARANCI Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini. Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin! Desem ki… İnan bana sevgilim inan, Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap. Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin. Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber. Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi farkedemezsen, Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme, müsterih ol; Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini, Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede, Hatırla ki mahşer günüdür Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum. LAVİNİA / Özdemir ASAF Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia. SİZ AŞKTAN NE ANLARSINIZ BAYIM / Didem MADAK çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca alt katında uyumayı bir ranzanın üst katında çocukluğum… kâğıttan gemiler yaptım kalbimden ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı. aşk diyorsunuz, limanı olanın aşkı olmaz ki bayım! allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca havı dökülmüş yerlerine yüzümün büyük bir aşk yamadım hayır yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım… saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı. aşk diyorsunuz ya ben istemenin allahını bilirim bayım! çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca balkona yorgun çamaşırlar asmayı ki uçlarından çile damlardı. güneşte nane kurutmayı ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım. bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. insan kaybolmayı ister mi? ben işte istedim bayım. uzaklara gittim uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım! süt içtim acım hafiflesin diye çikolata yedim bir köşeye çekilip zehrimi alsın diye sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz ilahiler öğrendim. siz zehir nedir bilmezsiniz zehir aşkı bilir oysa bayım! ben işte miraç gecelerinde bir peygamberin kanatlarında teselli aradım, birlikte yere inebileceğim bir dost aradım, uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin bir şiir aradım. geçen üç yıl boyunca yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım. ülkem olmayan ülkemi kayboluşumu aradım. bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm. bir ters bir yüz kazaklar ördüm haroşa bir hayat bırakmak için. bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm. kimi gün öylesine yalnızdım derdimi annemin fotoğrafına anlattım. annem ki beyaz bir kadındır. ölüsünü şiirle yıkadım. bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca acının ortasında acısız olmayı, kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım. kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım. aşk diyorsunuz ya, işte orda durun bayım ıslak unutulmuş bir toz bezi gibi kalakaldım kendimin ucunda öyle ıslak, öyle kötü kokan, yırtık ve perişan. siz aşkı ne bilirsiniz bayım aşkı aşk bilir yalnız!
__________________
ellerin kına türküsü dokunsam iliklenir parmakların parmaklarıma *emre gümüşdoğan |
![]() |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|