|
|||
---|---|---|---|
|
#41
|
|||
|
|||
![]()
Son Telefon Görüşmesi
nesnelerim var, o nasıl göz öyle ressam otursa çizemez, kuşkuya yatırılmış öğle dudaklı kan çivisiyle şehre çakılmış gibi. üstünden atladım zamanın, bacaklarından fiyonklu çekiştirilmiş kokular, hatırlatıyor bir perşembeyi. iğrendiğinle utanırsın hep, çamurlu sözcüklere sığınır ince taşlar, sürter derini dediğini fiil sürter, alır sıfat bekâretini gecenin. sana hayat dedim, ne meyvası bu bilmiyoruz irinle yatağa uzanıyoruz, saat burkulmuş gül perisi ayak numarası hiç uymazdı zaten uykuma. hadise bu, çatlayan otlarıyla ormanlarda sesimden üşür biri, biri hep yanlış telefon numarası çevirir, ölüme son dakikasında. tanrı açar: "Alo, iyi misin?" demez belki ama, ben açsam "Ne şanslı adamsın!" derim bir çırpıda. kulak vermiş bana rüzgâr adımlarımı dinliyor bütün kent bir, iki, aşk çarpar bir kedi izi ezilir altında yağmur şemsiyeleri kızıla çalan günbatımında sevgilinin al dişleri üç, burcunu söyler ay, gülümser yıldızlar baktığın gökyüzü birdir, söylemce yalan aynı dudaktan çıkan kara duman geçiyorum seviştiğim yatakların ıssız soğukluğundan hey siz odama bakın, odam konuşmayı biliyor her şey yalnızlıktan sevgilim, çok kaybolmuş bir bozuk parasın yüzündeki kara lekeden anlıyorum kederini kaderin çevriliyor bütün baş ucu masalarda, adını ağzına alan üşeniyor yaşamaya ya da hırçınlaşıyor yeni doğmuş denizler gibi. dört, fötr şapkalı bir fransız kadın, bükmüş çenesini sanıyorum ki gökkuşağı açmış yüzünde eğreti bakışlarını çalıyorum gün içine kendime saklıyorum, kendimi sayıklıyorum ben zaten her dört kişinin birinde, sanırım yanlış yaptım seni yanlışlarımı kanattım bir gece bileklerimde süslenmiş yanaklarına çarpmış bir fincan kahve tokluğu üstüne yakıyor çakmağı, dünya da tüketir vals'inde. beşinci adımım hiç de kolay olmuyor, gitmek, gelmenin yegâne ödevi bir yerlere altıncı adımda diyorum kendi kendime: keman çalsam çok mavi çalardım, koyu bir mavi kuş olsam bir bacanın dumanıyla akar giderdim hiç bilmediğim derinliklere, bir asansör boşluğu gövdene iner çıkardım uzayın köşelerinde ben hangi geceyi saplasam birinin aklına sesimden üşür biri, biri hep yanlış telefon numarası çevirir, ölüme son dakikasında. tanrı açar: "Alo, cehennemliksiniz!" der belki ama, ben açsam "Ne kadar âşıktınız?!" derim bir çırpıda. Payanda |
#42
|
|||
|
|||
![]()
Şeytan Görünümlü Gidişin Kesilmiş Melek Sebebi
doldurduğum şeytanlardan bir melek silüeti kestim bütün suç benim... yaz yağmurları gibi girmişken odamın her yanına ıssızlık çekip almalıydım kimde varsam kızmasın artık bana lacivert uykulu kuşlar hiç kızmasın beraktan meraka attığım o derin sular ses etmem ölürsem bir daha! vazosunu kırdığım için annem öperdi beni çocukluğum vardı elbet yaşadığım konusu ise muamma hep iri meyve olmaktansa sağlam çekirdekliydim olgunluğun irdelenmesinde ruhen temenniydim tamam indim yarı yolundan karanlığın ama ben sana hiç gülümsemedim. tövbeler olsun yarı çıplak ayağımla dolaşırsam bu kentin aptal suskunluğunu! beni asın, kartlar karışmışken kumarda yanıma aldığım sinek valesi olsun adım sert taşlardan sekerken alnım kötü dostlara da uğrarım ölümken vaktim daha yakın saati soran kadına da mendil sallattırırım söz konusu gitmekse gittim kendimden her korkuyu gri anladım siyaha bir chagall çekmekten her şeyi bana bıraktın gittin teşekkür ederim aşkım. üz yağmurları gibi girerken her yanıma usulca soğukluk çekip savunmalıydım kimde varsam kızmasın artık bana eskittiğim babam hiç kızmasın gökkuşağından trabzanlara attığım o derin korkular ses etmem yolum kaldıysa arkamda! bir plağım şimdi gerisin geriye sardığın ağladığın, içip içip sözünde durmadığın bir akşamüstü parfümü kokarken, sorarken fularında kanlı gözlerimi bir bulut tekmesiyle yıkılan güneşin ezbere aldığı duaları tanrıya götürürken bir melek sebebini sorarken tam vaktin geciken öpüşmelerin sana baka baka giderim bu şehirden ayaklarımın altı veda birikimi her gece git dediğin anımsatır plağın tersten doğru akışı sana baka baka usulca gidişimi! yarın sana söyledim dün şarkımız öyle kalacak! her beden bir notadır unuttuğum solfejimi! Payanda |
#43
|
|||
|
|||
![]()
Dolu
bardağın dolu tarafından yansıyan yüzün; gibi gecelerin koynunda sayıklıyordum ölümü sancılarımı koparıp bir buket çiçek yapsam bahçende bilirim susuz uçan kuşlar yetişirdi portofino'da acil kan aranır gibi geçerdi bir gemi bakışlarına iner oradan tekrar havalanırdı rüzgâr sen hoyrat bakışınla ezer geçerdin yağmur kadınları korktuğunu gizlerken yürüme telaşından önüne bakmadan düşürürdün bardağın dolu tarafını, olan yüzüne olurdu her olan senin yüzünden olurdu bir akşam kahvehanede içerken çarptığım bir kadeh viski gibi öykünürdün memelerinden giriş, gelişme ve sonuç çıkardı sevişmelerin kavrulduğu anlarda tenimizde cehennem mesaisi; gibi ateş koynumda yokluğunu unuttururdu baksam saate, geçtir hep ya sana geç kalınmış bir zarflı mektubu postacı sen evden çıktıktan yarım saat sonra koyardı kutuya sen alamadan yürürdün nefesimi kristallenirdi hüznüm belli olurdu tanrının çayını karıştırıp ağzına götürmek gibi bir his doğardı içime mütamadiyen memnun, hizmetli ve yorgun bir güneş doğsa senden bilirdim bir ay çıksa elimi olduğun yere uzatır demlenirdim senin haberin yoktu gülüşümden gülüşümü eskitilmiş ölülerden getirirdim soğuktun, hani filikaları indirmiş gibi kavisli vücudundan akan terin sesleri bütün dünyaya yayılırdı oysa soğuktun, bir melek gibi süzülürken omzumdan yanlış yere yanlış günahlarımı yazardın beni almazdın cennetine, cennetinin gölgesinde bile tutmazdın zaman akardı babamın avcundan bir kedinin dışarıda sersem bakışları olurdu uykum bardağın dolu tarafından yansıyan yüzün; gibi gecelerin koynunda sayıklıyordum ölümü gittin, tamam, reşit artık nöbetlerin övüncü bari gitmeden güzelce toprakla ört üstümü! hadi ört üstüme üstünü... Payanda |
#44
|
|||
|
|||
![]()
Binlercesine Bilmemcesine
içim nar bu akşam, aç bakalım kaç tane kaç hüzün, kaç gece, kaç makyaj sislerin süslediği sütlü evler çatılardan çocuksuluk tüter, paklanır akran sapından tutup sapanla vurulur sinsi kuşlar telefon etmeyeceğim, biliyorum son hakkım bir veda mektubunun mührünü kanımla basacağım istifini bozmayan kelebek maketi gözlerin, ki eskittiğim aynaların tadlarında soykırım kim denemiş bir ruju aniden fren yapmadan bırak ben bari deneyeyim bırak beni Allah'ım içim bal bu akşam, aç bakalım kaç dertle kaç arı, kaç çiçek, kaç peyzaj ölümün örttüğü ince toprak yağmurdan kadınlar tüter, haplanır zaman yakından bakıp yakından görülür hepsi aşktan kaç soru sorabilir ki bir mahkûma gardiyan sesimi kısarım alırım çatlamış nefesimi burkula burkula yürür, gider tirenlerin yanına lokomotifin zihninde uçarı atlar yat- lar kalk- lar bir asker mumunda patlar gece olmuş haberim yok bak hâlâ içimde nar gibi saçılı hayatlar! içim elvada sana bu handan Payanda |
#45
|
|||
|
|||
![]()
Babamın Kokusu
babam parfüm sıkmıştı acaba nereye gidiyordu (bir yağmur da vardı dışarıda sessizce gülüyordu) hani desem nereye diye, bilirim küserdi (babam küsünce pek de bağırıyor niyeyse) çınladı birkaç kadeh kulağımda (babam sevgi nedir bilmez mi acaba) bir kadının yanına uzanma ihtimali (annem ağlayarak bıçakladı korkusunu daha anneme söylemedim) babam parfüm sıkmıştı acaba kime niye gidiyordu (bir hüzün de vardı üstümde belki de paranoya) hani desem gel içeri bir, iki sohbet edelim (babam şaşırır kahkaha atardı çocukluğumdan beri ilk defa konuşuyor oluşuma) tanrı mı aramıştı yoksa (babam mezar ayinlerini çok sever) yoksa eski bir tanıdığın yeni yüzünü görmeye mi gidiyordu (eski tanıdıklar tenini şaraba değiştirir) belki bir mektup bulmuştu ölüm tehditi alıyordu (piyango babama çıktı desenize!) yarın oldu öğrendim (babam bu nasıl son nefesini verir) kırık bir sandalyeye oturmuş boynu düşmüş aşağı (kalp hep krizlerin yeminidir) son bir buğu kalmış üşengeç camlarda (demiş oğlum ben öldüm sıra belki ananda) olur mu öyle şey (ağlamak yağmurdan çok) bir de baktım duyan yok (kapıyı vurmuş vurmuş da) tanrı demiş aramadım (babam çoktan kırılmış) bu son şiirim sana baba (evlat dediğin ölmeye çoktan hazırmış) ey baba benim ellerimi al lütfen yanmayı bırak da! Payanda |
#46
|
|||
|
|||
![]() Al***305;nt***305;:
|
#47
|
|||
|
|||
![]() Al***305;nt***305;:
Çok teşekkür ederim Sayın Ezheri. Sağ olun. |
#48
|
|||
|
|||
![]()
Kıpırtısızı
hiç kımıldamamış bir yaprak görürsen al içeri sanki zambak kokularıyla gelmişim olur bir yıldız varsa hani dünyana baktığında parıldamaları geliyorse sesinden önce korkut geceni sana bir süs diye sunulmuşsa hayat koy sevgilinin aldığı kalp vazo-ya sustur içini nehirler gör rüyanda sana adımlarını saydıran çocuksu şekerlemelerden yapılmış tanrı silüetleri hiç ölmemiş bir cümle kur bizim için sanki sahi hiç doğmamış gibi bilirim vardiyasında kal suskunlukların bir kelime edersen bana eksilt yine severim bir ayraç olarak al bedenini koy önüme yansın ateşler ben yine sana doğru üflerim hiç kımıldamamış bir rüzgâr görürsen al beni sanki naftalin kokularıyla gitmişim olur geri! Payanda |
#49
|
|||
|
|||
![]()
Ne Yapsam Ne Etsem
ten kokulu masalardan geldim sarhoş gemilerin düşüp boğulduğu derin sulardan salkım söğüt bahçeler ve evcimen kuşların arada sırada tahta kulelere yuvaya kanadığı kanatlarından bir yıldız takımı merakın korkuların ve ümitlerin birarada olduğu ten kokulu masalardan geldim oldu olsun olduğu bir bardağa dokunsam boylum boyunca uzanmış kaşığın alnında pürüzsüz senin yüzün çıkar kaç şeker atsam da dünya bu rakının yanında berdevam peynirler kanar aklım mı, aklım bir şişe çevirme oyununda yenik gölgelerin sokakları aramaya çıktığı geceleri tutsam ah unutsam, yine sapanla vurduğum göğüsler düşer elmanın kan kızılı acılarından içim Âdem'e küser Havva çekilir mi aradan farz edelim başka bir gezegendeyiz seninle dipdibe oturmuşuz hattâ bağdaş kurmuşuz hüzünlü kâğıt uçaklar atıyoruz birbirimize bir ot bile yok yanımızda bizden başka bir günah bile seslenmiyor içerimize çılgın sevişmelerde dağılmış yataklarız başka odaların devrik cümlelerinde bundan çocuk rüzgârlar bile farkında ten kokulu hayatlardan geldim şimdi bir çiçek öpsem adın kalır aklımda! Payanda |
#50
|
|||
|
|||
![]()
Sır Döngü
yorgun geldim açma ışığı bir söz bile söyleme dünyaya yırt at resimleri ve eskit sonradan öğrenilmiş bütün gerçekleri şimdi ne isterdim bilemiyorum kuş uykusu mu yoksa mavi bir portakal mı yahut yakut gözler mi esneyerek yan odada yazıyorum kibrit suyuna gölgelenmiş avcumu bir kül daha düştü köz kor kör neden şeytanlar hep bonkör siyah denizler görüyorum kepenkleri indirmişim yorgun geldim anla biraz açma ışığı sancılarımı bile hissedemiyorum boşluğun şarkılarında söylüyorum annemi öpmeden bile kendi cenazemi kaldırmışlar hiç bilmiyorum sorsan adım nedir cevap veremem başımı aşağı yukarı sallarım belki sallarım belki bir oltam olsa zaman tutardım sakındığım ellerini gece kör nevresimini çekerken yıldızlar tanrına bile söylemediğin şeyler vardır ya onları söylemek istiyorum sana sadece bu gece Payanda |
![]() |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|